MOLLA SEYYİD ABDÜLBAKİ HAZRETLERİ(seyda'(k.s)'nın dayısı)

MOLLA SEYYİD ABDÜLBAKİ HAZRETLERİ
(seyda'(k.s)'nın dayısı)
Araştırmacı yazar:ALPEREN GÜRBÜZER
Not:Seyda hz.lerinin dayısı S.Abdülbaki ile Seyda Hzlerin kardeşi Gavs-ı Sani S.abdülbaki Hz.leri aynı kişiler değil.

Molla Seyyid Abdülbaki Hz.leri Seyda Hazretlerinin dayısı ve halifesidir. İlginçtir Seyda Hazretlerine ilk hocalığı da yapan kendisidir.
Molla Seyyid Abdulbaki Hz.leri daha Seyda Hz.leri üç yaşındayken, Siirt’in Kurtalan kazasına hoca olarak gelerek Seyda Hazretlerine ilk medrese tahsilini vermeye başlamıştır.
Evet ilk hoca dayısı ve ilk talebe Seyda Hazretleri... Bu güzel ikili ilerisinin de habercisi olarak birbirlerinden istifade ile Seyda Hz.lerini irşad makamına ulaştırmış, dayısını da ona halife kılmıştır.
Molla Seyyid Abdülbaki Hz.leri de öğreniminin büyük bölümünü Gavs Hazretlerinin yanında görmüştür. Sekiz yıl gibi bir süre de Gavs’ın yanında okuduktan sonra, Molla Muhyiddin’in derslerine üç yıl devam etmiş, ordan da Dilbey’de okumaya koyulmuştur. Dilbey Köyü aynı zamanda Seyda Hazretleriyle göz göze gelmek bakımından önemli kavşak... Çünkü o mekan Seyda Hazretlerine ders vermenin lezzeti yanısıra, yeni gelenlere de Seyda Hazretleri ile birlikte ders okutmanın beldesi idi.
Günlerinin çoğu Seyda Hazretleri ile geçer, beraber yer, içer, oturur ve muhabbet ederlerdi. Hem dayı, hem de hocası olmanın bahtiyarlığını yaşayan Molla Seyyid Abdülbaki Hazretleri hane-i saadetle içli dışlı idi. Böylece Seyda Hazretlerin hayatını yakinen görme fırsatını elde ettiği gibi, irşad yıllarında ilk önce Molla Seyyid Yusuf halifelik aldıktan sonra, Seyyid Abdülbaki Hazretleri ve kendisi halifelik almıştır. Bu halife kervanına daha sonra da Molla Muhammed ve Molla Ahmed katılır.
Seyda Hz.lerinin vefatının ardından feyiz dergisinde yayınlanan dayısı Molla Abdulbaki(k.s)'la yapılan röportaja hep birlikte göz atalım. Bakın Molla Abdulbaki Hz.leri ne diyor:
Seyda Hz. ile ilk defa ne zaman tanıştınız?
M. ABDULBAKİ HZ. : İlk defa Siyanüs köyünden biliyoruz. Orası S. Muhammed Diyauddin Hz.'nin köyüdür. Rusya savaşında Nurşin'den Siyanüs köyüne hicret etmiştir. Orası Veysel Karani Hz.'nin türbesine yakın bir köydür. Dokuz tane gümüş parayı ihtiyaçlarını karşılaması için Abdulhamit Hz. Gavs Hz.'nin dedesine vermiş. İki sene sonra Gavs Hz. Taruni'de 11 sene ikamet etmişti. Seyda Hz. o zaman 3 yaşındaydı. Seyda Hz. 3-7-10 yaşında çok ahlaklı, iyi davranır, arkadaşlarıyla çok iyi geçinir, kimseye hakaret etmez, çok halimdir. Kimseyi de taciz etmezdi. 11 sene sonra Tarun'dan Gavs Hz. Bilvanis köyüne gitti. Bilvanis'te o zaman Gavs Hz. irşad ediyordu. Seyda Hz.'nin yaşı çok küçüktü. Ben (S. Abdulbaki Hz.) Kurtalan kazasına hoca olarak gitmiştim. Seyda Hz. o zaman Dilbe'ye gelmişti. Seyda Hz. benim talebemdir. Ben onun ilk hocasıyım.
Sarf, Nahiv, Şeriat okuyordu. Ben de Gavs Hz.'nin yanında 8 yıl okudum. Sonra Molla Muhiddin Hz. yanında 3 yıl okudum. 14 yıl sonra Seyda Hz. Dilbe'de okudu. Ne kimseyi rahatsız ediyor, ne de kimsenin hatırını kırıyordu. Çok ahlaklı ve çok hoştu. Bir kaç sene sonra Gavs Hz. Bilvanis'ten Kasrik'e geçti. Kasrik'deyken Gavs Hz. köylere irşada çıkardı. O gittiği zaman da ben Gavs Hz.'nin evine geçerdim. Orada M. Raşid Hz.'ne ders verirdim. Ayrıca yeni gelenlere de Seyda ile birlikte ders verirdik. Günlerimiz devamlı birlikte geçerdi. Beraber yer, içer, oturur, muhabbet ederdik. Gavs Hz. köyden çıkınca bazen (5-10-25) gün dışarıda kalıyor, sonra eve geliyordu. Elhamdülillah 7-8 sene sonra Kadir köyüne göçmüştü. Ben de devamlı oraya gelir giderdim. Bir çok ziyaretçileri olurdu. Gelen misafirlere hizmet ederdi. Ne kimseyi taciz ediyor, ne de kimseyi rahatsız ederdi. Çok ahlaklıydı. Bazen de Gavs Hz. M. Raşid Hz.'ne; "Biz ne yapalım. Bu kadar misafir geliyor. Kalabalık oluyor." diye Muhammed Raşid Hz.'ne danışırdı. Bazen de köylerde münakaşa olur, tartışmalar çıkardı. Gavs Hz. onların aralarını bulmak için Muhammed Raşit Hz.'ni görevlendirirdi. Seyyid Muhammed Hz. o köylerin maslahatını yapardı. O kabileleri barıştırıp, geri geliyordu. Köydeki bir şahıs Gavs Hz.'ne çok hakaret yapıyordu. Oradaki ağa da Gavs Hz.'ne "Kurban, onlar size şeriatsızlık yapıyorlar. Müsaade edin biz de bunlara baskın yapalım. " dedi. Ağa böyle deyince Seyda Hz. kabul etmedi. Biz başka bir yere gidelim. Biz hakaret etmeyelim dedi. Gavs Hz. ağaya; "Biz iyililkle milletin geçinmesini istiyoruz. Biz kötülük yapmak istemiyoruz." dedi. Biz başka bir yere gidelim dediler. Oradan Adıyaman Menzil'e göçtüler. Seyda Hz. önce Menzil'e gitti. Orada Menzil'i satın almak için pazarlık etti. Köyü aldı sonra. Gavs Hz.'nin evini oraya götürdüler. Seyda Hz., Hacı Sıtkı ve birkaç kişi pazarlığa gitmişti. Köyün hepsi için para verip aldılar. Menzil'in ilk sahibi (köyü satan adam) iki sene sonra, köyü tekrar almak için geri geldi. Gavs Hz. kabul etmedi. Seyda Hz.'nin komşuları vardı. Onlar köyün yerlileriydi. Seyda Hz. leri o köyde olduğu için birçok menfaatleri vardı. Sofilere mallarını iki katına satıyorlardı. Böyle olduğu halde Seyda Hz.'ne hakaret ediyorlardı. Belki haberiniz olmuştur. Onu öldürmeye dahi kastettiler. Her türlü hakaret ettiler, ellerine birşey geçmedi. Birşey yapamadılar.
Efendim, yeri gelmişken mübareğe yapılan suikastten biraz bahseder misiniz?
MOLLA ABDULBAKİ HZ. : Seyda Hz. adeti bayram namazından sonra Gavs Hz.'nin markadına gider, ziyaret eder, sonra eve giderdi. Bu bayram namazından sonra evine gitmedi. Markattan camiye geldi, kalabalık çoktu. Herkes ziyaret ediyordu. Münafık elinin avucuna bir iğne yerleştirmiş, elini de sarmış, yara varmış gibi. Kimse bilmesin diye yapmış. Seyda Hz. gelmiş, herkes ziyaret ederken, elini sürmüş, yukarıdan aşağı sürünce Mübareğin eline takılmamış, sonra Mübareğin eline direkt vurmuştu. Aşağıdan yukarıya doğru vurdu. Seyda Hz. iğne olduğunun farkına varmış, Seyda Hz. "Bana iğne vuran şu adamdır." demiş, orada çok polis varmış. Hemen yakalayıp, tutuklamışlar, kalabalık, adamın üzerine çöküp öldürmek istemiş. Seyyid Fevzeddin o adamı kimse öldürmesin diye hemen alıp kaçırmış. Yoksa o adamı öldüreceklermiş. Eğer öldürselerdi bunun arkasında ne olduğunu kimse bilmeyecekti. Seyyid Fevzeddin onu Kahta'ya götürmüş. O adama da polisler baskı yapınca o da; ''Biz Menzil'de bir evdeydik, oturduk, plan program yaptık, kararlaştırdık. İlk önce bomba yerleştirmek istedik. O ev sahibi de dedi ki, bu bomba büyüktür, bomba patlarsa bizim evimizi de yıkar. Ama iğne yaparsak sadece kendi ölür diye düşündük'' demiş. Ondan sonra onların tek tek arkadaşları toplandı. Bunu Bekir Mahmut'un oğlu yapmış. ''Hatta bizim yaptığımız getirdiğimiz bomba köprünün altında duruyor'' demiş. Tabii polisler hemen bombayı oradan çıkartıp, etkisiz hale getirmişler.
Efendim Seyda Hz.'nin bir de adaya götürülmesi var. Bunun sebebi nedir? Biraz da bu hadiseden nakleder misiniz?
MOLLA ABDULBAKİ HZ. : Seyda Hz.'ni götürmeden önce Menzil'de bir adam vardı. Bu adam da askeri elbise giymiş. Seyda Hz. ''Bu adam sivil giyinsin''
demiş. Gitmeden bir gün önce idi. Gece vaktinde yatsı namazından sonra millete tövbe tarikat vermiş, herkese tövbe istiğfar yaptırmış, evine gitmiş, sonra askeriye köye gelmiş. Herkese demişler ki; ''Hiç kimse köyden çıkmasın'' diye talimat vermişler. Bir yüzbaşı vardı, elinde telsizle iki saat boyunca devamlı olarak konuşuyormuş. ''Durum nasıl gerektiriyorsa ne kadar istersen asker gönderdik'' diye haber geliyor. Seyda Hz.'ne Hacı Sıtkı'nın dükkanından bir çocuk göndermişler. ''Bak ne var, ne yok'' diye. Askerler çocuğa bile izin vermemişler. Seyda Hz.'ni hanımıyla birlikte almışlar. Seyyid Fevzeddin ben de geleceğim dediği halde onu almamışlar, küçük oğlu Seyyid Abdulgani'yi götürmüşler. Üçünü de almışlar. Bir gece bir gündüz Çanakkale'ye yetiştirmişler. Sabaha kadar da köyden kimseyi çıkarmamışlar, kimseyi de içeriye almamışlar. 400 kişi sabaha kadar kimlikleriyle kontrol edildi. Bunların 100 tanesi kadınlardandı. Seyda Hz.'nin Çanakkale'ye çok rahat olarak gittiğini ertesi gün Seyyid Fevzeddin diyor. Seyyid Abdulbaki Hz. aynı Seyda Hz. varmış gibi hizmete devam edip, herkesin ekmeğini ve çorbasını vermiş. Albay bu manzarayı görünce çok hoşuna gitmiş. Bir ay boyunca böyle devam etmiş. Bu arada köye giriş çıkışlar yasak. Oradaki askerler de çorbadan içmişler. Ben de oradaydım, 15 gün sonra Menzil'e yakın bir köye eniştemin yanına gidecektim. Çıkarken askerler kimliğime bakıyor. Bunun soyadı Erol, bu Seyda'nın akrabası diye şüphelendiler. Sonra da salıverdiler. Seyda Hz. için ada, ilk üç ay sıkıntılı olmuş. Adaya da kimseyi almıyorlar. Kimse de adadan dışarı çıkmıyor. Çocuk Seyyid Abdulgani bile dışarıya çıkmıyor. Bazen arasıra izin veriyorlar, o da gayri izinsiz olarak. Evin ihtiyacını götürüp tekrar geliyor. Üç ay sonra Seyyid Abdulgani serbest oldu. Artık istediği zaman girip çıkabiliyor. Orada da bir otel var, otelin sahibi Siirtli. Seyda Hz.'ne oteli tahsis etmişti. Artık Seyda Hz. otelde kalıyordu. Seyda Hz.'ni ilk ziyarete giden Hacı Sıtkı'yı, gemiye binerken kontrol etmişler. ''Senin soyadın Erol'dur. Sen boşuna karşıya gitme, yani adaya geçme. Seni kesinlikle görüştürmezler. Sen geri git.'' diyorlar. Hacı Sıtkı da başçavuşla münakaşa yapmış. ''Mümkün değil ben illaki gideceğim'' demiş. ''Sen gidip ne yapacaksın'' demiş asker. ''O benim hocamdır. Biz çok aciz olduk, yolu yok ben onu göreceğim'' demiş. Başçavuş da git ama göremezsin demiş. Hacı Sıtkı gitmiş, orada Siirtli Kodeb İsmail var, onun dükkanı var orada. Dükkan da Seyyid Abdulgani ile birlikte oturuyormuş. Orada Hacı Sıtkı'yla birlikte oturmuşlar. Hacı Sıtkı, Seyda Hz. hakkında malumat almış, hatırını sormuş. İhtiyacı olup olmadığını sormuş. Menzil'den haberler vermiş. Konuşurken de başçavuş oradan geçmiş, onları görünce çok kızıp sinirlenmiş. Kan beynine sıçramış. Seyyid Abdulgani hemen oradan kaçmış. Hacı Sıtkı bir gün orada kalmış. Göremeden geri gelmiş. O zaman Seyda Hz. otele geçmemişti. Otele geçince Elhamdülillah rahatladı.
İkinci defa ziyarete ben, Hacı Sıtkı, Seyyid Muhammed Fettah'la birlikte gittik. Orası biraz kolay ve rahattı. Gemiye binerken oradaki başçavuş H. Sıtkı'yı tanıdı. Onun kimliğini hiç almadı. Benim kimliği de geç bıraktı. Çanakkale'den adaya telefon açtık. Seyyid Saki'de adada bizi taksiyle bekliyordu. Eşyalarımızı arabaya koyduk. Hatta bizi araba birden kaldırmadı. Hacı Sıtkı ben burada kalayım siz gidin dedi. Seyyid Muhammed Fettah kabul etmedi. Siz gidin be burada kalırım dedi. Onu bırakıp biz gittik. Otelin önüne geldiğimizde Seyda Hz.'nin oğlu Seyyid Abdulrakib oynuyordu. Emniyete kadar gittik, kimliklerimizi teslim ettik. Yazı yazdılar, sonra geldik. Seyda Hz.'nin yanına vardık. Seyda Hz. ikindi namazından sonra adettir, Kur'an okur, hiç hatmesini, Kur'anını da bırakmamış. Bizi görünce güldü, tebessüm etti. Biz de daha ikindiyi kılmamıştık. Seyda Hz. ''Siz öbür adaya gidin. Ben okuyayım sonra gelin'' dedi. Yani önce namazı kılın sonra gelin demek istedi. Biz namazı kıldık, Mübarek de Kur'an okudu. Sonra ziyaretimizi yaptık.

Gavs Hz.'nin M. Raşid Hz. hakkında söylediği sözler var mıydı?
MOLLA ABDULBAKİ HZ. : Gavs Hz. ona halifelik verdi. Seyda Hz.'ne teveccüh izni vermiş Kadir'de. Seyda teveccüh yaptırdı. Gavs Hz. hayattayken ayrıca onun yolunu Seyda Hz. devam ettirdi.
Efendim, halifeliği nasıl aldınız, biraz anlatır mısınız?
MOLLA ABDULBAKİ HZ. : Halifelik kendiliğinden değildir. Halifelik bizzat Allah Resulü'nün işaretiyle verilir. Bütün sadatlar karar verip, öyle verirler. Hatta Gavs Hz.'ne kadar bütün sadatlardan işaret gelir. Seyda Hz. sonra karar verir. Bu halifelik ihlasla muhabbetle sağlam bir itikatla olur. Eğer tek bir mürşidin elinde olsa onu evlatlarına da verir. Bu amelle, tastikle, ihlasla olur. Önce Peygamber Efendimize sonra sadatlara daha sonra da mürşide gelir. Ne zaman verileceği belli olmaz, kişinin elinde olmadığı için bazen bir senede bazen on senede verilir. Kişinin kendi elinde değildir. Bazen de 20 sene çalışır, alamaz, bu Allah'tandır. İlk önce Molla Seyyid Yusuf halifelik aldı, sonra Seyyid Abdulbaki Hz. ile ben halifelik aldık. Sonra Molla Yahya, Molla Muhammed, son olarak da Molla Ahmed halifelik aldı.
Seyda Hz. 'nin sofilere ne gibi tavsiyeleri vardı?
MOLLA ABDULBAKİ HZ. : Her zaman şeriata muvafik olunuz. Her zaman Peygamber Efendimizin eserlerine sahip çıkınız; namaz, oruç, gibi. Kötü alışkanlıkları terkediniz. İçki içmek haramdır. Dikkat edin, namahrem kadınlarla oturup, kalkmayın, bunlar haramdır. Bunlardan kendinizi men edin. Sofiler vazifelerine devam etsinler. Sadatlara fatiha hediye etsinler. Hatmelerini yapsınlar, virdlerini çeksinler ve rabıtayı yapsınlar. Mümkünse cemaatle namaz kılsınlar. Seyda Hz. hacca giderken kendisi ile beraber gittik. Yolda bile hatmeyi bırakmadı. Taksiler hepsi toplanıp halka oluyorlar, biz de arabaların ortasına oturup hatmemizi yapardık. Hiç hatmesiz kalmadık. Her ne durumda olursa olsun hatmemizi yapıyorduk. Yalnız Medine garajındaydık, orası çok kalabalık müsait bir yer yoktu. Orada hatme yapamadık. Ertesi gün de Pazartesi günü biz Ravza'ya geldik. Seyda Hz. ''Peygamber Efendimiz Pazartesi günü dünyaya geldi. Bundan sonra her gün hatmemize devam edeceğiz'' dedi. Oradan bir konak kiraladık. O konakta yatsıdan sonra mutlaka hatmemizi yapardık. Mübarek orada da irşada devam etti. Birçok kişiye tarikat verdi. Elhamdülillah çok iyi oldu.
Peygamber Efendimizin Kabri Şerifinde bile tarikat verdi. Biz de talimatlarını veriyorduk. Hacdayken biz Peygamber Efendimizin Ravzası'ndaydık. Seyda Hz. öğle namazından sonra kendisi hiç dışarı çıkmıyordu. Biz bir gün teneffüs yapmak için çıktık. Biraz hava almak için. Kendisi bundan haberdar olmuş; ''Bizim elimize her zaman böyle bir fırsat geçmiyor. Biz onun için burada bu saatlere kadar oturuyoruz.'' diye haber gönderdi. Biz de onun yanından ayrılmadık. Seyda Hz. bana bizzat talimat vermedi. Ama ben onun tavsiye edeceğini zannederek söylüyorum. Sofiler zamanlarını iyi değerlendirsinler.

Efendim, ne gibi tavsiyeleriniz var?
MOLLA ABDULBAKİ HZ. : Benim tavsiyem sofiler biribirlerine edepli davransınlar, birbirlerine saygı göstersinler. Merhametli olsunlar, bu onlar için menfaatlidir. Saygılı, edepli ve merhametli olacak sofi. Şah-ı Nakşibendi Hz. buyuruyor ki; ''İnsan kendi nefsini kafirden daha aşağı olarak düşünecek''. O kafir bir gün dönerse ne kadar günahları isyanları varsa onlar hep mükafat olacak. Müminin ise önemli olan son nefesidir. Hatta Gavs Hz. ve Seyda Hz.'nin tavsiyeleri vardır: İnsan tarikata girdiği zaman onun çok ahlaklı, çok iyi olması gerekir ki, dışarıdaki insanlar onu görüp onun ahlakından etkilensinler. Bakacaklar ki bu insan önceden nasıldı şimdi ise nasıl. Demek ki tarikat çok güzel, biz de tarikata girelim, diyecekler. Gavs Hz. ve Seyda Hz. buyurdular ki, ''Hicaz'a gidenler var ya, onlar amel ve taat çok yapsınlar. Çünkü millette bu hacca gitmiş ve bu kadar çok ibadet, taat yapıyor. Biz de Hicaz'a gidelim, belki biz de gidenler gibi oluruz derler. Yani insanları hayra sevk etsinler. ''
Efendim, biz bu vesile ile bütün Türkiye'yi dolaşıyoruz. Çalışmalarımızı nasıl buluyorsunuz?
MOLLA ABDULBAKİ HZ.: Eğer Allah için geziyorsanız, Allah kabul etsin. Allah bunun mükafatını versin. Bu kadar millete sohbet ediyor, dolaşıyorsunuz, irşad ediyorsunuz, insanların hidayetine vesile oluyorsunuz. Bunlara sebep olan ne kadar ecir ve sevap kazanırsa bu yolda çalışanlar da onun kadar sevap kazanacaklar. Resulullah Efendimiz buyuruyor ki: ''Ameller niyete göredir'' İnsan ne niyetle yaparsa onu kazanır. Niyeti Allah içinse çok menfaatli olur. İnsanlar sohbetle, sadat'ın bahsi ile sâdât'a muhabbetli oluyorlar. Bundan dolayı çalışan çok kazanır. İnsan ne yaparsa Allah için yapsın.
Mevlana Halid (k.s.) dünyasını değiştirmeden, vefat etmeden önce ''Zenginlerde hakkım var, her zengin kurban kessin. Fakirler de bana Kur'an okusun'' diye vasiyet etmiş. Mevlana Halid (k.s.)'ın bir halifesi de sormuş, Efendim siz o kadar muhtaç mısınız ki? Mevlana Halid (k.s.) ''Vallahi ben bir Fatihanın okunmasına bile muhtacım, az değil, çok muhtacım.'' Elhamdülillah, Allah muvaffak etsin. Allah kabul etsin. Allah selamet versin, Allah muhafaza etsin, inşallah.

HAS BAHÇENİN GÜLLERİ

(Gavs-ı Sani k.s)

SELİM GÜRBÜZER

Nasıl ki her bir sanat eseri kendi sanatkârlarını gösteriyorsa, her bir gül bahçeside kendi bahçıvanlarını göstermektedir. Hatta o bahçıvanlar bu dünyadan göç etmiş olsalar da ardından bıraktıkları her bir Gül fidanlar sayesinde tasarrufatlarını devam ettirebiliyorlar. Örnek mi? İşte Seyda Hz.leri bunun en bariz örneğidir zaten. Gerçektende Seyda Hz.leri göç ettiğinde bir baktık ardından bıraktığı her bir Gül fidan yurdun dört bir yanında irşad ettiklerini gördük. Yani bu demektir ki ardından bıraktığı Gül fidanlardan birini kaynağında (Menzil’de) bırakmak suretiyle kimi İstanbul’da, kimi Urfa’da, kimi Konya’da, kimi Van’da irşad faaliyeti yürütmek için vardır. Hem büyükler boşuna mı demişler “Bir kilime on derviş sığar ama on şeyh soğmaz“ diye. Hiç kuşkusuz bu kelam boş bir kelam değil elbet. Bu yüzden her bir yetişen Gül fidanın yurdun çeşitli yerlerinde irşad etmeleri gayet tabii bir durumdur. Dolayısıyla şu mekanda veya bu mekanda bulunmanın pekte bir kıymeti harbiyesi yoktur, burada önemli olan üstlendikleri görevi en iyi şekilde deruhte etmeleridir. Madem öyle, Seyda Hz.lerinin vefatıyla birlikte irşada koyulan altı Gül halife nasıl vazife yüklenmişler bir görelim. Bu arada şunu belirtmekte fayda var her bir Nübüvvet Gü‘lünü anlatmaya bizim gücümüz yetmez, yinede biz dilimizin döndüğü kadarıyla Seyda Hz.lerinin has bahçesinde yetişen her bir Gül fidanını koklamaya çalışalım.

SEYYİD ABDÜLBAKİ HAZRETLERİ

(Gavs-ı Sani )

Bilvanis, Siyanüs, Taruni, Havil, Dilbe, Nurşin, Kasrik ve Gadir köylerinden soluklayıp Menzil köyünü mesken tutunan Gavs Hz.leri ve oğulları bu köye geldikleri günden bugüne, hatta kıyamete dek sürecek bir irşad faaliyeti içerisinde bulundukları artık bir sır değil. Hiç şüphe yoktur ki “Allah sırlarını takdis etsin” sırrın gereği gelişlerinde ki temel gaye ve hedef Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin Kasr-ı Arifan’da başlattığı Nakşibendiyye nisbetini Menzil’de daha da uç noktalara taşımak olmuştur. Nitekim bu temel gaye ve hedef doğrultusunda köy köy, diyar diyar hicret etmeyi de göze almışlardır. Öyle ki hicretlerinin en son evresi Menzil köyünde durakladıklarında babaları Gavs Hz.leri burası için ikinci Buhara demekten kendini alamaz da.

Gerçektende Menzil’de duraklamak bir bambaşka hissiyattır. Çünkü Medine’yi de hatırlatan en son durak olacaktır. Meğer köy köy, diyar diyar dolaşmak iş olsun babından bir göç değilmiş, bilakis Şah-ı Nakşibend (k.s)‘ın nisbetini yeniden ihya ediş hicretidir. İyiki de hicret etmişler, bu sayede Kasr-i Arifan ruhu Gavs-ı Bilvanisi Hz.leri ve oğulları eliyle yeniden dirilişe geçmiş oldu. Nasıl dirilişe geçmesin ki, bikere bu hamurun mayasını çok yıllar öncesinden elden ele Şeyh Abdurrahman-ı Tahi (k.s), Şeyh Fethullah (k.s), Şeyh Muhammed Diyauddin (k.s) ve Şeyh Ahmed-el Haznevi (k.s) eliyle yoğrulmuş, sonrasında yoğrulmuş bu hamurun kıvam haline gelme işide başta babaları Gavs Hz.leri olmak üzere evlatlarına düşecektir. Gerçekten de bu anlamda Menzil ikinci Buhara olmayı çoktan hak etti bile. Malumunuz her iki oğul da Gavs-ı Bilvanisi Hz.lerinin göz bebeğidirler. Babaları dar-ı bekaya göç ettiğinde nöbeti ilk önce Seyda Hz.leri devr alacaktır. Seyda Hz.lerinden sonra da kardeşi Seyyid Abdülbaki Hz.leri devr alır. Aslında Abdulbaki Hz.leri kardeş olmanın ötesinde tam yar ve yardımcısı diyebileceğimiz bir yol arkadaşıdır. Onu bilenler bilir zaten. Hele onu bilhassa eski Sofilere bir sorun ta Seyda Hz.leri zamanından beri biliyorlar. Ki, o zamanlar kalabalıktan dolayı Seyda Hz.lerine ulaşmak zor olabiliyordu, bu yüzden sofiler sıkıştıklarında hep ona müşkülünü sorarlardı, o da Allah var sofileri kırmayıp Seyda Hz.lerinin omuzundaki yükü hafifletmeye çalışırdı. Oldu ya, sofilerle hemhal olduğu esnada Seyda Hz.leri gözüktüğünde değim yerindeyse o an tası tarağı toplayıp iki büklüm halde adab vaziyetine bürünürdü. O an gök çökse yer yarılsa hiç islimini bozmayacak bir adap duruşuydu bu. Zaten biri çıkıp dese ki Seyyid Abdulbaki denince ilk akla gelen nedir diye sual etse, hiç kuşkusuz sofiler “Adabın ta kendisidir” diye cevap vereceklerdir İşte böylesi bir cevaba şaşmamak gerekir. Çünkü Seyda Hz.lerinin döneminden beri sofiler hep onu böyle gördüler, böyle bildiler. Değilmidir ki onun tıpkı ölü teneşirinde ölü yıkayıcısının elinde teslim olur gibi duruşu, ziyadesiyle Menzil’in ikinci Gavs’ı Sanisi olmasına yeter artar da. Tabii ki böylesi bir mertebeye erişmek bir anda olmadı, tâ çocukluk çağına uzanan çile bülbülüm çilenin neticesi bir mertebedir. Öyle ya bülbül âşığı, gül mâşuku temsil ettiğine göre bülbülün güle aşkından ötürü çektiği çileye karşılık gelen “Ne kadar çile o kadar ecir derler” ya onun gibi bir şeydir bu. Düşünsenize çocukluk çağında verem hastalığına yakalanıp zayıf ve bitap bir hale düşer de. Olsun yine de o dergahın hizmetinden bir an olsun geri durmayacaktır. Aslında bu zayıf ve bitap düşüş hali onun ilerisinde manevi heybet bir hale bürüneceğinin ilk işaretiydi. Nitekim ileri ki yıllarda üzerinde heybet hali belirgin hale gelir de. Babası Gavs-ı Bilvanisi (k.s) pekala biliyordu ki bu yol çile üzerine kurulu, bu yüzden oğlunu bu hal vaziyette bile Siirt ve Van’a ilim tahsili için göndermekten imtina etmez de. Sadece ilim tahsili mi, bunun yanısıra tevbe de verecektir. Öyle ya, madem babası vazifelendirmiş o halde gereğini yapmak gerekirdi. O da hiç üşenmeden gereğini yapar da. Ancak Yusufiye çilesi de beraberinde gelecektir. Gelmeside gayet tabii, çünkü etrafında halka genişledikçe birilerinin uykusu kaçacaktır. Neymiş efendim yöre halkı içki alışkanlıklarını terkediyormuş da, yok şuymuş da yok buymuş da eften püften sudan bahanelerle durumdan vazife çıkarıp şikayet edeceklerdir. Derken iki-üç günlük tevkifin ardından otuz günü bulan bir tutuklama hadisesi vuku bulur bile. Tabii ki bu tutukluluk hiç arzu edilmeyen bir durumdu. Yani can sıkıcı durumdu. Bir başka ifadeyle Baba Gavs duyduğunda üzülecek endişesi sarmıştı. Bu yüzden Molla Ahmed ilk etapta durum vaziyeti açıklamaya cesaret edemez, sadece dayısı Seyyid Sıtkı’ya duyurmakla yetinecektir.

Peki Dayı Sıtkıy‘a durum bildirildiğinde ne oldu? Olan olmuştu artık, hem Gavs üzülecek diye de bu bilgiyi saklamakda doğru olmazdı elbet. O halde eksik kalan bu kısmın hikayesini de dayısından dinleyelim. Nasıl mı? Menzil’de Seyda Hz.lerinin anısına Seyyid Saki Hz.leriyle yaptığıım röportajın ardından bir ara Seyyid Dayı Sıtkı‘nın dükkanına girdiğimde bizatihi kendisine sorduğumda ancak bu kısmı öğrenebilmiş oldum. Sağ olsunlar kendileri de lütfedip Molla Ahmed’den aldığı haberi Gavs’a nasıl aktardığını şöyle anlattılar:

“ Tabii ben Molla Ahmed’den aldığım bu haberi Gavs Hz.lerine söyleyince üzüleceğini sanmıştım, beklediğimin tam aksine bir baktım yüzü çiçek gibi açıldı. Öyle içi ferahladı ki, dönüp bana şöyle dedi:

-Bundan daha ne büyük nimet olabilirdi ki? Kaldı ki bu kutlu yolda İmam-ı Rabbani, Şah-ı Nakşibend, Abdulkadir Geylani, Şah-ı Hazne gibi nice Sadatlar çile çekmişler, gelin şükredelim. Zaten bu hadiseyle birlikte Sadatlara mutabaat olmuş. Nasıl ki başkaları suç işlediğinde tevkif edilip ceza yiyorsa, Oğlum da Allah yolunda tevkif edilip nezaret altına alınmış. Dolayısıyla ne kadar şükretsek o kadar azdır.”

Evet; Yöre halkının git gide kötü alışkanlıklarını terketmesinden rahatsızlık duyanlar, maalesef 25 muhtardan topladıkları imzayla durum vaziyeti Yüzbaşı’ya intikal ettireceklerdir. Tabii Yüzbaşı da boş durmaz, o da huduttaki bir başka komutana intikal ettirip en nihayetinde gözaltına alınacaktır. Şikayet ettilerde ne oldu, otuz gün sonra serbest bırakıldığında pişmanlık duyacaklardır. Üstelik şikayet edenlerin bir kısım hakikati gördüklerinde bu yola da girecektir. Tabi baktılar ki bu gencecik talebeye ne kadar çile çektirsek, Allah’da kat be kat o nisbette feyz ve bereketini artırıyor. En iyisimi yol yakınken tevbe etmekte fayda var deyip onlarda hatme halkasına oturacaklardır. Şu bir gerçek hiç bir şey yapanın yanına kâr kalmıyor. Şayet ortada bir kâr menfeat varsa, o da hiç şüphesiz Allah yolunda çile çekenlere has manevi şirket hükmünde hatme halkası kâr sermayesi vardır. Nitekim 30 günlük Yusufiye çilesinin ardından heybesine doldurduğu manevi sermaye ile birkte dönüş yine Menzil’edir. Ama o yine de dönem dönem ilim tahsili için oralara gidip gelmeyi ihmal etmeyecektir. Çile bu yolun tadı tuzuydu zaten, pes etmek doğru olmazdı elbet. Başta da dedik ya, ne kadar çile, o kadar ecir vardır bu yolda.

Öyle anlaşılıyor ki Gavs-ı Sani Hz.lerinin çocukluktan halifelik dönemine kadar olgunlaşmasında baba Gavs Hz.leri, Molla Derviş ve pekçok medrese hocalarının yanısıra kardeşi Seyda Hz.lerinin de çok büyük emeği ve desteği vardır. Onlar destek verir de meyve vermez mi? Hem de öyle tarif edilemiyecek derecede meyve verir ki, Seyda Hz.leri nasıl ki Gavs Hz.lerinin emrinde koşturup Gönüller Sultanı olduysa, Seyyid Abdulbaki (k.s)’de Seyda Hz.lerinin emrinde koşturup babalarının ikinci Buhara diye andığı Menzili şerifin ikinci Gavs-ı Sanisi olacaktır. Dahası Seyda Hz.lerinin irşat döneminde gösterdiği o müthiş teslimiyetiyle birlikte Menzil-i şerif artık kabına sığmaz bir hüviyet kazanırda.

Düşünsenize Gavs-ı Sani Hz.leri genç yaşlarda hastalığından dolayı çok zayıf ve cüssesiz bir fiziki görünüme sahipmiş. Gavs Hz.leri ta ki oğlunu tedavi için Ankara’ya gönderir, işte o gün bugündür heybet hali üzerinden hiç kalkmayacaktır.. Tıpkı babası Gavs Hz.leri gibi üzerine heybet hali hakim olur. Keza yüz siması da aynı hal alır. Bu nedenle Gavs-ı Bilvanisi’yi dünya gözüyle görmeyipde merak eden varsa oğlu Seyyid Abdulbaki’yi görmesi kâfidir dersek yeridir. Gerçekten de bu benzerliği hayatta halen yaşayan, yani Gavs-ı Bilvanisi zamanından kalma sofiler de tıpkı babasının bir kopyasıymış şeklinde teyit etmekteler. Peki sadece fiziki benzerlik mi, elbette ki buna bir dizi çileler, hastalıklar ve sabır yürüyüşleri de dahil. Ne mutlu böyle bir oğula ki babasının izini iz sürüp Seyda Hz.lerinin has bahçesinde olgunlaşan gül oldu.

Düşünün ki o daha çocukluğunu yaşamadan hayatında iki şeyi aziz bilerek kemale erecektir. Birincisi Kur’an ve hadis ışığında, ikincisi de canından aziz bildiği babası Gavs-ı Bilvanisi ve kardeşi Seyda Hz.lerinin izini iz sürerek ilerleyecektir. o’na da o yakışırdı zaten. Bu öyle bir iz sürüşdir ki önce babasının babasının izini sürerken, sonra da kardeşinin izini iz sürrken kendinden geçti. Nasıl mı? Canından aziz bildiği babası Gavs Hz.leri vefat ettiğinde adeta şok hali yaşayarak elbet. Nasıl kendinden geçmesin ki; Gavs Hz.lerine öyle sıdk ile bağlıydı ki, o’nun dar-ı bekâya irtihali çok ağır gelmişti. Öyle ki dergahın hizmetine birlikte koştuğu kardeşi Seyda Hz.lerini o an unutacak derecede bir şok halidir bu. Zira Seyda Hz.leri irşada başlamış, aradan yirmibir gün geçmiş ama hala şok halinden çıkamayıp biat edememişti. İşte bu kendinden geçme halidir ki Seyda Hz.lerine beyatını geciktirmesine sebep olmuştur. Tabii Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin bu haline taaccüb edenlerde olmuş. Neyse ki markada kapandığı yirmi birinci gününde Seyda Hz.leri markad’a gidip Kur’an okumaya başladığında kardeşi de murakabe halde ordaymış zaten. İşte o an orada ne oluyorsa oluyor kardeşine:

“ Abdulbaki otur...” dediğinde beyatı o anda gerçekleşmiş olur. Hatta bu hususta Gavs (k.s.)‘ın maneviyatta Seyda Hz.lerine üç sefer:

“- Muhammed Raşid, Seyyid Abdulbaki’ye dikkat et. O’nu sana teslim ettim” demesi üzerine beyat ettiği rivayet edilir. Böylece Seyda Hz.leri de Seyyid Abdulbaki’ye “Otur” deyip emanet yerini bulunca o şok hali ortadan kalkar da. Hatta Seyda Hz.leri ilerisinde o’nun halifeliğini Molla Abdulbaki ile beraber verecektir. Her nekadar Gavs-ı Bilvanisi Hzleri hayatteyken en büyük yardımcısı Seyda Hz.leri olsada büsbütünde yanlız sayılmazdı, çünkü o yıllarda da yine yanında en büyük yardımcı kardeşi Seyyid Abdulbaki Hz.leriydi. Seyda Hz.leri Gavs’tan sonra irşada başladı, yine yanında en büyük yardımcı o oludu elbet. Gavs döneminden tek fark, dergah hizmetlerinde Mürşit-Halife ikilisi şeklinde yürüyecektir. Üstelik sırt kısmında nükseden ağrılara rağmen dergâhın hizmetine koşturacaktır. Abdulbaki Hz.leri sırt ağrılarını belli etmemeye çalışsada nereye kadar gizleyebilirdi ki. Bir şekilde sırt ağrıları çektiği gözlerden kaçmayacaktır. Ta ki Seyda Hz.leri emir buyurur, işte ozaman Ankara’da ameliyatla ağrıları dindirilmiş olur.

Vakta ki Seyda Hz.leri de bu dünyadan göç ettiğinde bütün yük üzerine binip Menzil’in işleri daha da bir yoğunluk kazanacaktır. Bir yandan camii inşaatı, diğer yandan markad inşaatı ve diğer yandan vakıf faaliyetleri bunun en büyük göstergeleridir. Menzil artık gelen misafirleri maddeten kaldıramadığı içindir büyük çapta inşaat ve imar faaliyetlerine hız verecektir. Tabii bu işlere tam koyulmadan önce ilk iş Türkî Cumhuriyet’lerini ziyaret etmek olacaktır. Yani buralarda Sadatların kabr-i şerifleri ve bulunduğu mekânları ziyaret edecektir. Sonrasında ise Umre ziyaretiyle Allahın beyti Kâbe’ye Gül Nebinin Mescid-i Nebevisine yüz sürecektir. Malum, tüm bu ziyaretlerin akabinde ise dönüş yine Menzil’edir. Belli ki bu sıradan bir dönüş değil, baba Gavs’ın ve kardeş Seyda (k.s.)’ın temellerini attığı Menzili daha da mamur hale getirmek için bir dönüştür. Nitekim de Menzil’e daha ayağını basar basmaz tez elden markad ve camii inşaatına hız verecektir. Bu arada sene içerisinde fırsat bulduğunda ise mürşidi Seyda Hz.lerine mutabaat edip Afyon ve Pursaklar’ı ziyaret edecektir. Keza daha ileri ki yıllarda da Umre ve Hac ziyaretlerinde bulunacaklardır. Derken o çok yoğun tempo içerisinde yürüttüğü irşad faaliyetleri arasında geriye dönüp baktığımızda baba Gavs ve kardeşi Seyda Hz.lerinden devr aldığı Nakşibendiyye nisbetini kat be kat daha da artırdığı gözlerden kaçmaz da. Nasıl gözlerden kaçsın ki, görünen köy klavuz istemez, her şey ortada zaten. Baksanıza artık tek tek, ya da on kişiye birden elle tövbe vererek kalabalık dizginlenemiyor. Onca kalabalığın yükü ancak sarık şeklindeki bez şeritle kaldırılabiliyor. Aksi takdirde ne namaza, ne hatmeye, ne sohbete ne de hizmete vakit yeter. İşte tek başına şeritle tövbe vermesi bile omuzlarında ki yükün ne kadar arttığının göstermeye yeter artar da. Şu da var ki, Allah’a tam teslimiyet olmasa bu denli yükü omuzlarında taşımaları asla mümkün olamazdı. İşte bu nedenledir ki Nakşibendiye Sadatları için Allah’a tam teslimiyet ve tam tevekkül olmazsa olmaz şart hükmünde bir temel dusturdur..

Peki, onca çileler ne için yaşanmıştı derseniz, şüphesiz Allah’ın rızasını kazanmak içindi. Buna inancımız tam da. Düşünsenize camii hınca hınç dopdoluluktan nefessizlikten dayanılmaz halde olduğu halde, o yine de her şart ve ahvalda durmak yok yola devam deyip bir yandan namaz kıldırmakta, bir yandan hatme Hacegan yaptırmakta diğer yandanda tevbe vermektedir. Gerçekten de şöyle etraftan bir baktığımızda gerek imar faaliyetleri, gerek ameli faaliyetler, gerekse kültürel faaliyetler olsun hiç fark etmez, her üç faaliyetinde bir arada yürütülüyor olmasına bir türlü insan akıl sır erdiremiyor. Üstelik tüm bunları sırtında nükseden dayanılmaz bel ağrıları çekmesine rağmen yürütmekte. Şayet biz o halde olsak, ne yapacağımız besbelli, ahlanmaktan sızlanmaktan inlemekten geri durmayıp ayan beyan her şey ortaya dökülecekti. Dahası yeri göğü inleteceğimiz adeta malum olacaktı. Ama sözkonusu Allah dostları olunca, öyle olmuyor. işte görüyorsunuz bunun en bariz örneği zaten önümüzde duruyor. Nitekim bu hususta Gavs-ı Sani Abdülbaki Hz.lerinde şimdiye dek en ufak ne uflanmasını, ne hayıflanmasını ne de sızlanmasını gördük. Zaten görmeyiz de. Nasıl görülsün ki, öyle narin, öyle zarif bir ruh seciyesine sahip bir mizacı var ki, dayanılmaz bel ağrılarını bile dile getirmeyi kendine hayâ edinecek bir karakter abidesidir o. Sofiler onun bel ağrıları çektiğini ancak sırtını çeviremediği anlarına şahit olduklarında ya da da camiye tekerlekli sandalye ile girişlerinde farkedip hissedebiliyorlardı. Bunun dışında en son gelen aşamada ise bel ağrıları öyle bir hal alır ki artık saklayamaz da. Çünkü namaz vakitlerin pek çoğunu oğlu Seyyid Saki Hz.leri kıldırmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Ehl-i Beyt Gül nesli ne kadar çile çekse Allah’da ona göre ecirlerini daha da artırıp manevi makam almalarına vesile kılmakta, buna asla şüphe duymayız bile. Çünkü biz biliyoruz ki, dünyada en çok çile çekenler Peygamberlerdir, dolayısıyla bu çileden Peygamber varislerinin de istifade etmeleri gayet tabii bir durumdur. .

Velhasıl kelam Seyyid Abdülbaki Hz.leri için en son şunu diyebiliriz ki, O Nakşibendiyye nisbetini Seyda Hz.lerinden devr aldığından bugüne camii, medrese, markad, tuvalet ve çeşme inşaatı gibi pekçok imar faaliyetlerine hız vermesiyle, yine vakıflaşma, dergi, kitap, televizyon radyo yayını gibi bir dizi kültürel faaliyetlere girişmesiyle, keza tevbe almak için gelenlere artık elle değil sarıkvari bir şeritle tövbe veriyor olması, sofilerini sırf muhabbetle değil virdle yönlendiriyor olması, aynı zamanda sofilerin ilmihal eksiklklerinin giderilmesi noktasında sohbetciler tayin ediyor olması gibi pekçok ameli faaliyetleriyle dikkat çeken Hadimül hizmetkâr Gönül Sultanıdır. Burada cümlenin sonuna dikkat edin hizmetkâr dedik. Niye derseniz, her şey gayet açık, çünkü Menzil’de bilhasssa bu dönemde kazanlarla daha çok çorba kaynatılıyor olması, daha çok buğdayın değirmende öğütülüyor olması, ekmeğin daha çok fırınlarda kızırtılıyor olması, musuluklardan daha çok su akıtılıyor olması gibi bir dizi hizmet alanlarının genişlemesi hizmetkarlığının en belirgin zişanı zaten. İşte bu yüzden hizmet nimettir buyurmaktalar.

MOLLA YAHYA EL ABBASİ EL HAŞİMİ HAZRETLERİ

Molla Yahya Hz.leri ta 1957-1958 yılları arasında Gavs Hz.lerinden beyat aldığından beri kendisine Menzilin öz evladı gözüyle bakılmıştır hep. Nasıl böyle bakılmasın ki, ta Gavs’ın zamamnıda Kasrik dergahında hem ilim tahsil etmiş hem de Gavs’ın yol arkadaşı olmuştur. Derken bu arada Gavs Hazretlerinin oğlu Seyda Hazretleriyle de aralarında dostluk bağı kurulur. Öyle ki birlikte medrese ilmi tahsil edecektir. Tabii ki ilimde de Seyda Hz.leri öndedir, bu yüzden imamlığa Seyda Hazretleri, kendisi de müezzinliğe geçecektir. Malum, Seyda Hz.leri irşad postuna oturduktan sonra da yine dostluk devam edecektir, ama bu kez dostluk farklı şekilde tezahür edecektir. Yani Seyda Hz.leri mürşid dost, kendisi ise halife dost olacaktır. Ki, bu dostluk Seyda Hz.lerinin vefatıyla birlikte İstanbul‘da irşada koyulmasıyla da taçlandırılmış olur. Hiç kuşkusuz Molla Yahya Hz.leriyle yazılacak daha pek çok şey var. Ama daha önceden de kendisiyle ilğili Enpolotikde yayınlanan İlimsiz Tasavvuf Asla! başlıklı makale yayınlandığı için şimdilik bu kadarıyla yetinebiliriz. Yinede geniş bilgi isteyenlerin şu linke tıklamaları kafidir:

http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/2549/ilimsiz-tasavvuf-asla.html

MOLLA FARUK-İ MUHAMMED EL KONYEVİ HAZRETLERİ

Molla Muhammed Hz.leri deyince aklımıza hep Seyda Hz.lerinin müezzini olarak gelir hep. Hatta bundan öte o bizim Bilali Habeşimizdir dersek yeridir. Madem öyle Bize Bilali Habeşiyi hatırlatan Molla Muhammed Hz.leri ilgili bilgiyi Ahmet Öz’ün bir kitabının önsözünde Molla Muhammed Konyevi hakkında kaleme aldığı biyografisini aktararak bu bilgiyi edinmiş olalım. Ancak kitabın önsözünden alıntı yaparken Seyda ismi geçen satırlarda Seyda yerine Molla Muhammed olarak isimlendirip öyle aktardım. Çünkü okurlarım Molla Muhammed Hz.lerini mürşidi Seyda Hz.lerinin ismiyle karıştırmasın diye böyle yaptım. Her neyse fazla sözü uzatmadan asıl mevzuya geçebiliriz:

Molla Muhammed Hazretleri, 1942 yılında Mardin ilinin Kızıltepe ilçesine bağlı Konaklı köyünde doğdular. Altı yaşına geldikleri zaman o yıl köylerine açılan ilkokula kaydoldular. Öğrenimleri devam ederken aynı zamanda dayılarının yanında Kur’an-ı Kerim öğrendiler. Bu esnada dayıları, seni medreseye göndereceğim derlerdi. Molla Muhammed Hz.lerinin okul öğretmenleri onu öğretmen okuluna gönderme kararı verdiler. Bu zaman zarfında Molla Muhammed Hz.leri öğretmen okulunda namaz kılmaya müsaade etmediklerini öğrenip, bu karara karşı çıktılar. Okulu bitirince bir süre kendi koyunlarına çobanlık yaptılar.

Molla Muhammed Hz.leri, aradan bir süre geçince yanına bir yatak alarak evden kaçtılar. Bir medreseye yerleştiler. Bu günlerden bahsederken: “O günlerin tadı bambaşka idi. İlim ve din aşkı ve din aşkından deli olacaksın”diye üzüldüklerini beyan ederlerdi diye aktarıyor.

Medrese yılları boyunca bütün arkadaşları ile hoş vakit geçirmeye çalışır ve azami dikkat sarfederlerdi. Hocalarını da memnun etmek için var güçleri ile çalışırlardı. Hatta hocalarından birisinin şöyle dediği nakledilmiştir: “Yalnız o talebeliğin hakkını veriyordu.” Molla Muhammed Hz.leri hocalarını anarken; “Allah onlardan razı olsun” diye dua ediyorlar.

Medrese arkadaşları ile çok iyi geçinmelerine rağmen, bir gün arkadaşı ile ağız kavgası yapmışlar. Şer’an dahi arkadaşı haksız olmasına rağmen o gece herkesin uyumasını bekleyip, daha sonra gidip o arkadaşından özür dilemiş ve helalleşmişlerdir. Böyle davranmalarına neden olarak şu âyeti celileyi gösteriyorlar. “Bir kimse sahibi bilcem’den (birlikte olduklarından) sorulacaktır.

Hocalarından birisi de Seyda-i Molla Süleyman Banihi idi. Çok yaşlı idi. Hatta Şah-ı Hazne (k.s.)’nin halifesi olan Şeyh Abdurrezzak da ondan ders almıştır.

Molla Muhammed Hz.leri ve bir arkadaşı ile beraber medreseden ayrılmaları icap etmiştir. O zaman Seyda-i Süleyman Banihi onları yanına alıp evine götürdü ve çay ikram etti. Dedi ki: Bu güne kadar çok talebe okuttum. Ancak hiçbirinin gidişine bu kadar üzülmedim. Siz hem talebe olarak hem de ahlak olarak çok başkasınız. Gidişiniz beni üzüyor. İşte böyle hocalarını memnun ederlerdi.

Medrese yılları esnasında bütün talebeler harmanlara çıkarak zekat toplarlardı. Molla Muhammed Hz.leri okumasına devam ederdi. Ramazan ayında civar köy camiilerine giderek imamlık yapıp harçlık temin ederlerdi. Bu şekilde devam edip daha sonra kayınpederleri olan Molla Abdüssamed Hazretlerinden mollalık icazetlerini aldılar. Ve memleketleri olan Konaklı köyüne döndüler.

Konaklı köyünün imamı amcalarının oğlu idi. O kişi bu görevden ayrılınca köy halkı görevi kendilerine teklif ettiler. Molla Muhammed Hz.leri kendi köyü olması hasebiyle kabul etmek istemedi. Ancak ısrar üzerine onlara iki şart koştu. Bunlardan biri davul zurnalı düğünlerin terk edilmesi ve kadın erkek bir arada oynamamaları idi. İkincisi ise beraberlerinde getirdikleri talebelerin bakımının üstlenilmesi idi. Köylüler bu şartları kabul ettiler. Orada küçük bir medrese yaparak üç yıl ikamet ettiler. O günlerden kalan bir anı şöyledir. Köy halkından birisi düğün isteyince şu cevabı verdi. Kızınızı altınla süsleyip verseniz de, biz imamımıza söz verdik. İsterseniz vermeyin. Üç yıl sonra kendi tabirlerince oradaki nasipleri bitti ve köylülerden birisi düğününü bu şekilde yapınca oradan ayrıldılar. Bazı geceler hayırlı bir yer ve hayırlı bir nasip dileyerek ağladıklarını anlatıyorlar.

O sıralarda Gavs Hz.leri (k.s.a.) vefat etmişler ve Seyyid Muhammed Raşid Hz.leri (k.s.a.) irşada başlamışlardı. Seyda Hz.leri Molla Muhammed Hz.lerini Menzil’e davet ettiler. Yanlarında Molla Abdüssamed olduğu halde Menzil’e geldiler. 20 küsur yıl orada hizmet ettiler. O günleri anarken de; “Keşke bütün ömrümüz hizmetlerinde geçseydi. Allah (c.c) onlardan razı olsun” diye anlatırken gözleri doluyor.

Molla Muhammed Hz.leri Seyda Hz.lerinin vefatından 6 ay teberrüken Menzil’de kaldıktan sonra, hayattayken işaret buyurdukları Konya’ya hicret ettiler. Halen Konya’nın Ankara yolu üzerinde 18 km.sindeki Kayacık Köyünde tebliğ ve irşadlarını sürdürmektedirler.

Kaynak: Ahmet Öz’ün bir kitabının önsözünde M.Muhammed Konyevi ile ilgili biyografisi.

ŞAH-I URFA MOLLA SEYYİD ABDÜLBAKİ BİLVANİSİ HAZRETLERİ

Molla Seyyid Abdülbaki Hz.leri Seyda Hazretlerinin dayısı ve halifesidir. Aynı zamanda Seyda Hazretlerine hocalık yapan da ilk isimdir. Öyle ki; Seyda Hz.leri daha henüz üç yaşındayken, Siirt’in Kurtalan kazasına hoca olarak gelip, Seyda Hazretlerine ilk medrese tahsilini vermeye başlamıştır. Evet ilk hoca ve ilk talebe ilişkisi böyle başlar. Derken bu güzel ikili ilerisinin de habercisi olarak birbirlerinden istifade ile Seyda Hz.lerini irşad makamına ulaştırmış, en nihayet dayısını da ona halife kılmıştır.

Molla Seyyid Abdülbaki Hz.leri ise öğreniminin büyük bölümünü Gavs Hazretlerinin yanında görmüştür. Hatta sekiz yıl gibi bir süre de Gavs’ın yanında okuduktan sonra, Molla Muhyiddin’in derslerine üç yıl devam etmiş, ordan da Dilbey’de okumaya koyulmuştur. Dilbey Köyü aynı zamanda Seyda Hazretleriyle göz göze gelmek bakımından önemli kavşak noktasıdır. Çünkü o mekan hem Seyda Hazretlerine, hem de yeni gelenlerin Seyda Hazretleri ile birlikte ders okutmanın beldesi olur. Zaten günlerinin çoğu Seyda Hazretleri ile yer, içer, oturur ve muhabbet ederek birlikte geçirirdi. Hem dayı, hem de hocası olmanın bahtiyarlığını yaşayan Molla Seyyid Abdülbaki Hazretleri hane-i saadetin inci gülüydü.. Böylece Seyda Hazretlerin hayatını yakinen görme fırsatını elde ettiği gibi, irşad yıllarında Seyda Hz.lerinden halifelik almıştır. Bu arada belirtmekte fayda var; Seyyid Fevzeddin Hz.leri babasının (Seyda Hz.leri) vefatının ardından birkaç yıl sonra Molla Seyyid Abdülbaki Hz.lerine intisap ederek halifelik alıp Eskişehir’in Sivrihasar’ın Bilvanis köyüne yerleşip irşada başlamıştır.

MOLLA AHMED EL VAN-İ HAZRETLERİ

Molla Ahmed Hz.lerinin doğum yılı 1948’dir. Hayatının büyük bir bölümü Hane halkı ile geçti diyebiliriz. Böylece 11-12 yaşlarında Gavs Hazretlerini de görme nasib olmuş ve dergahına gitmiştir.Molla Ahmed Hazretlerinin Seyda ile ilk tevafuku ise 1957-1958 tarihler arasıdır. Ki; o yıllarda Seyda Hazretleri Gavs’ın yanında ve medresede ilim öğreniyordu. İşte 1956’dan beri bu derece yakın olması hasebiyle hem Gavs Hazretlerine, hem de Seyda Hazretlerine karşı büyük bir sadakale içten muhabbet duyup bu muhabbet Seyda Hazretlerinin damadı olmasına bile yetecektir.. Bu buluşma Hz. Osman (r.a)‘ın iki nur zişanını hatırlatan bir buluşma olacaktır. Yani bu bir anlamda Seyda Hazretlerinden iki kere icazet almak anlamına gelip, hem damat olmuş hem de halife olmasına işaret teşkil edecektir.. Herşeyden öte onun Sadata olan derin edebi, hayası, hizmeti, maddi ve manevi güzellikleri herşeye yetiyor artıyor da.

Seyda Hazretlerinin vefatının ardından Van’da Seyda Hazretlerinin takib ettiği yolda irşada koyulmuştur.

SEYYİD YUSUF ARVASİ HAZRETLERİ

Kendisi Gavs-ı Hizanı (k.s.)’ın akrabalarından olup, aynı zamanda Arvas Seyyidlerindendir.

Seyyid Yusuf Arvas Hazretleri, mollalık icazetini amcası Şeyh Mustafa Hazretlerinden almıştır. Amcası ise Şeyh Şahabeddin Hazretlerinin halifesi olması bir yana Nakşibendi silsilesinin Halidiye kolunun büyük zatlarından Gavs-ı Hizani (k.s)’ın torunudurlar da. İşte böylesi büyük bir zatın torununun pınar çeşmesinden beslenip Gavs-ı Bilvanisi Hazretlerinin dergahında şereflenmek ancak amcasının vefatından sonra, yani tarihler 1966’yılın gösterdiğinde nasib olacaktır. Malum, o sıralarda Seyda Hazretleri askerde olduğu için tanışamamış, bilahare terhis olup asker dönüşü sonrası hemhal olacaklardır. Seyda Hz.lerine biatı ise Gavs Hazretleri 1972 yılında vefat edince gerçekleşir. Böylece bu biatla birlikte uzun bir zaman dilimi diyebileceğimiz irşat süreci boyunca Menzil dergahına hizmet için seferber olur. Derken bu seferber olmanın neticesinde 1977 yılında Seyda Hazretlerinin has bahçesinde yetişen Gül tanesi olurda. Seyda Hzlerinin vefatının akabinde ise irşad faaliyetine koyulacaktır.

Velhasıl Yukarda zikrettiğimz her bir Gül tanesini karınca kaderince ancak böyle yad edebildim. Şayet sürçü olan olduysa affola.

Vesselam.

http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/2770/has-bahcenin-gulleri.html