Tasavvuf Yolu Yolların En İyisidir

Tasavvuf Yolu Yolların En İyisidir
ALPEREN GÜRBÜZER

Bakın, İmam-ı Gazali bu yolu şöyle övmüştür: ''Şüphe götürmeyecek surette anladım ki, mutasavvıflar, Allah yolunu tutan kimselerdir. Onların gidişi, gidişlerin en iyisidir. Yolları, yolların en doğrusu. Ahlakları, ahlakların en temizidir. Onların dışlarındaki ve içlerindeki bütün hareketleri ve durgunlukları, hep nübüvvet kandilinin ışığından alınmıştır.''
Süfyan b. Üveyne, ''İlimsiz amel Hıristiyanların, amelsiz ilim de Yahudilerin
Yoludur'' diyor. Ve ilave ediyor: ''Kim ilmi olduğu halde amel etmezse Yahudilere, kim şeriatsiz amel ederse o kişi Hiristiyanlara benzemiştir.''
Evet, ilim amelle taçlanınca kuvvet buluyor. Nitekim amel olmadan yapılan ilim, yayık yaymadan sütten yağ çıkarma beklentisinde bulunmak gibidir. Aliyyül Havvas bu konuda: ''İlim talibi, bir mürşide bağlanmadıkça kemale erişilemez. Çünkü ilim ona, hakikate giden yolda perde olacaktır. İlimsiz amel davasında bulunan sofiler de hüsrandadır. Çünkü işlediği yanlış ameli doğru yapıyorum sanacaktır...'' diye fikir serd etmiştir.
İnsan beşer şaşar, ama bilge insanın aldanması çoğu kez amelsiz ilminin neticesidir. Oysa ilimden istifade bildiği ile amel etmekle gerçekleşir. Unutmamak gerekir ki; İlmi gözardı edip, sırf amel davasında bulunmakta yanlış. Çünkü kendi kendine yapılan amel yanlış kapıları aralamaya yol açacaktır. Hz. İsa (a.s.)'ın, ''Ben ahmağa, kele, köre, topala, kötürüme ismi azam okurdum onlar dirilirdi, ama cahile bir ismi azam okusam fayda vermez, dirilmezdi'' buyurmakla bu gerçeğe işaret etmiştir. Anlaşılan; hem ilim, hem de amel bir arada bulunmalı ki hakikate ulaşılabile. Resulullah (s.a.v.); “Ya Rab! Faydasız ilimden sana sığınırım” (Müslim, Zikir, 73) dua ve niyazda bulunduğu gibi, “Nefsini bilen Rabbini bilir” (Keşful Hafa, El Acluni 2/262) beyan buyurmakla da amele işaret etmiştir.
O halde Allah'tan gayri her şey masivadır sözü kulağımıza küpe olmalı. Bilindiği üzere masiva, Allah’tan gayri her şey demektir. Dolayısıyla masiva araçtır, gaye değildir. Bu yüzden Müminler kendilerine Peygamberleri, Evliyaları ve Kâbe’yi Allah'ın (c.c.) sevgisine kapı veya vesile bilmişlerdir. Dolayıyla bu gerçeklerden hareketle sofilerin mürşitlere feyz kaynağı gözüyle bakmalarını yadırgamamak gerekir. Zira S. Abdulhakim el Hüseyni (k.s.); ''Yol tamamlanıncaya kadar bir kâmilin işareti ile gitmek en kolay ve en tehlikesiz yoldur'' buyurmakla kâmil rehberin önemine işaret etmiştir.
Ashab-ı Kiram, Peygamberimizin (s.a.v.) meclisinde soluklamanın ötesinde bizatihi dünya gözüyle O’nu görme şerefine nail olup, böylece bu şeref sayesinde her biri kutup olmuşlardır. Ebu Talip ise sevgili yeğenini dünya gözüyle gördü görmesine ama, iman etmediği için kurtuluşa eremedi. Şuda bir gerçek Sahabeyi Güzin sadece Peygamber meclisini soluklamakla kalmayıp, Peygambere olan bağlılıkta haddi hududu da aşmadılar. Şöyle ki; onu Allah'a ulaşma yolunda bir vesile bildiler. Şayet onlar da Hıristiyanlar gibi Hz. İsa’yı gayeleştirip ulûhiyet isnat etseydiler asla gökteki yıldız olamazlardı. Zira Hz. Ebubekir (r.a) İslami çerçeve içerisinde ölçüyü aşmadan Allah Resulü'ne (s.a.v.) teslim olmakla sıddıkiyet makamına erişti. Hz. Ömer (r.a.) kızının evinde Kur’an tilavetini dinlediğinde ruhunda fırtınalar kopup soluğu Allah Resulünün yanında almakla adalet timsali olmuştur. Hz. Osman (r.a) hayâ ve edebiyle çift nur sahibi olup rikkat ve merhametin doruğuna ulaşmıştır. Keza Hz. Ali (k.v.) ise Peygamber yatağında yatacak kadar cesaret örneği sergilemekle hikmet kazanıp ilmin kapısı olmaya layık görülmüştür. Anlaşılan; Peygamber gölgesi sahabenin her birinde ayrı meziyet ve değişik meşrepler ortaya çıkarmış. Bu yüzden Allahü Teala Kur'an da insanlar arasında ilim, güç, zekâ ve akıl farklılıklarının olabileceğini beyan buyurup Habibinin dilinden de fiziki gücün üstünlük olmadığını, üstünlüğün ancak takvada olduğunu ilan etmiştir.