MEDENİYETLERİN TARİHİ KAYNAKLARI

MEDENİYETLERİN TARİHİ KAYNAKLARI

ALPEREN GÜRBÜZER

Bilindiği gibi tüm medeniyetlerin kendine özgü idealizmi var. Her medeniyetin gücü ilham kaynaklarından beslendiği ölçüdedir çünkü. Medeniyetlerin insanlığa getirdiği birtakım müspet ya da menfi katkıları inkâr edilemez elbette. Nasıl mı? Roma medeniyetinin insanlığa katkısı din, Çin medeniyetinin katkısı faydayı ön plana alması, Hint medeniyetinin de metafizik ve tasavvufi hayatı yeşertmesi, Avrupa medeniyetinin ise ideolojilerdir.
Medeniyetlerin ilham kaynakları deyip geçmemeli. Çünkü medeniyetlerin idealizmine güç veren sinerjik etki beraberinde Mezopotamya medeniyetini getirmiştir. Nitekim Mezopotamya medeniyetine ‘hayranlık’ kazandıran gökyüzünün ihtişamıdır. Hakeza Erotizm, incelik ve yaşama duygusu ise Roma medeniyetinin meyveleridir.
Toprağın o derin çekiciliği ise Mısır’a bir başka medeniyet kazandırmış. Mısır toprağın derinliklerine dalarak korku duygusuna kapılmış, oradan egemen olmaya yönelmiştir. Mısır’ın iç dünyasına hâkimiyet duygusu yerine ilk merhamet duygusu aşılayan Hz. Yusuf’un Züleyha’ya teslim olmamasında görülüyor. Züleyha başlangıçta kendi medeniyetinin temsilcisidir, ama sonradan Yusuf’un yeşerttiği aşk iksiri galip gelince korku duygusunu silmiştir Mısırdan.
Roma’nın kendi dışındakilerine hâkim olma duygusu evvela Hıristiyanları aslanın ağzına verme, çarmıha germe veya çivileyip yakma şeklinde tezahür etti. Ama sonunda yenilen aciz Hıristiyanlar değil, Roma oldu. Roma bu hâkim olma duygusu kötü örnek olmakla birlikte Roma duygusu bugünkü batıya hukuk teşkilatçılığı ve şehirli gibi yaşamayı da katmıştır. Hâsılı Eski Roma, askeri, idari, hukuki ve şehirleşme sayesinde medeniyet olabilmiştir. Yunan’ın katkısı ise kültürdür. Kelimenin tam anlamıyla Eski Yunan kültürü de Batı medeniyetine ilham kaynağı olmuş, hatta batıyı ayağa kaldırmıştır. Ancak Avrupa Yunan klasikleriyle buluşması Endülüs Müslümanları sayesinde olmuştur.
Bir zamanlar Grek medeniyetinde düşünce gelişmişti, fakat adalet gelişememişti. Sokrat gibi düşünce sahipleri batı ikliminin düşünce hayatında rol kaynağı olmuşlar, ama bedelini çok ağır ödemişler, en nihayet ölüme mahkûm edilmekte bulmuşlar kendilerini. Oysa adalet olmayınca düşünce bir hiçtir. Vahşi batı adaletten mahrum olduğu için ilk Hıristiyanlar bu mücadeleden galip çıkmışlardır. Demek ki kaybeden Sokrat değil, kaybeden onu düşüncesinden dolayı mahkûm edenlermiş, şimdi O düşüncesiyle yaşıyor, yaşayacakta. Fakat bugüne gelindiğinde Bosna, Çeçenistan ve dünyanın birçok yerlerinde cereyan eden hadiselere bakılırsa batılı huyundan vazgeçmemiş gibi, hala Romalı tavrı sergilemeye devam etmekte ısrarlı!
Çin’de de Grek dünyasına benzer zarafet, protizm gibi yaşama duygusu görülmüş, nitekim bu değerler Çin Medeniyetine temel olmuştur.
8. ve 11. asırlar arasında Türkler göçebe hayat tarzından yerleşik hayata intibakla medeniyete geçebilmişlerdir. Böylece ticarette, sanayide ve kültürde ilerlemeler kaydettiler. Bizim yerleşikliğe ilk geçişte ’at, silah ve demircilik’ büyük bir etken olmuştur. Öyle ki; Çinliler ata binmeyi ve koşum takımlarını Türklerden öğrenmişler. Tükler göçebeliğin vermiş olduğu dinamizmi yerleşik hayata dönüştürünce medeniyette büyük ilerlemeler kaydettiler. Ne yazık ki; Cengiz Han Moğol ordularının başında, bir güneş gibi doğan bu medeniyetin gelişmesine meydan vermeden, adeta her şeyi yakıp yıkarak bu medeniyeti sekteye uğratmıştır. Dolayısıyla, Cengiz Han doğmak üzere olan Türk- İslam medeniyetini yıkan biri olarak tarihe geçti. Nitekim Cengiz Han, Hülagular gibilerin her biri medeniyet yıkıcılarıdır. Onlar belki büyük komutan, büyük asker olabilirler, ama deha olamazlar. Çünkü dehalar yıkıcı değil yapıcı ve imar edici kahramanlardır. Medeniyet muştucuları dünyaya yıkmak için değil, bilakis yapmak için, yani medeniyet inşası için gelirler yeryüzüne.
Fizik ötesi, mistik yapı ise Hint medeniyetinin idealizmidir.
Peki ya biz? Hiç şüphesiz bizim medeniyetimizin ilham kaynağı vahiydir.
Belli ki Medeniyetler oluşmadan önce bir duygu, bir ruh ve bir romantizm seli devreye girmiş ve o ülkenin kültürünü harekete geçirmiştir. Demek ki medeniyetlerin temelinde sübjektif gerçekler daha çok ağır basıyor...
Hâsılı,
Bugünkü batı medeniyetinin köklerinde Roma’nın cihan hâkimiyeti mefkûresi ile Yunan’ın yaşama arzusunun izdivacı vardır. Bu izdivaçtan Roma ve Yunan hamuru aynı potada mayalanıp keşfe ve tekniğe dönüşünce yeni duygular ve İzmler sahne aldı. Şöyle ki:
—Siyasette Makyavelizm,
—Dinde Kilise sultaları,
—Felsefede pragmatizm,
—Ekonomide kapitalizm,
—İdeolojide komünizm, faşizm gibi akımlar türedi. Şu da bir gerçek, ideolojilerin ömrü kısa da olsa ilhamını batı diyalektiğinden almışlardır.
Batı medeniyeti bugünkü manzarasıyla çelişkileri bağrında taşıyor hala. Sürekli kendi iç hesaplaşması ile savaşır durumda sanki. Ve farkına varmadan intihara sürükleniyor her geçen gün. Batı medeniyeti dıştan kaynaklanmayan, fakat kendi içinde tehlike sinyalleri vermeye başladı bile. Çöküş kaçınılmaz gibi. Üstelik İslam’ın dünyadaki gelişme seyrine bakılırsa yeniden medeniyet olarak dirileceği endişesi, Batıyı hepten kara kara düşündürmektedir. Batı bir zamanlar sömürgeci anlayışla doğu insanının zihni yapısını fethetmişti, ama bu sefer doğu batı’yı fethedeceğe benziyor. Said-i Nursi; Osmanlı Batı’ya gebe, batı Osmanlı’ya gebe derken belki de bu noktaya işaret etmiştir.
Dünya sathında teknik ilerlemeler kaydeden Batı, bir türlü özlediği mutluluğu yakalayamadı. Teknolojik ilerlemelerde batı insanın ruh yapısında barış ahlakı kuramadı. Kilisenin sultasından kurtaran batı, bu sefer makinenin esaretine giriverdi. Tüm bunlara ilaveten insan eliyle inşa edilen izm’lerin tutsağına düşüverdiler. Oysa insan ruhunun susuzluğunu giderecek reçete konusunda batı’nın rehberi doğu’dur, bu yüzden başka yerlerde umut aramalarına gerek yoktur. Şayet doğuya yüz çevirmezlerse, işte o zaman aradıkları gerçek özgürlüğü bulmaları an mesele. Çünkü Müslümanlar hürriyeti Allah’a abd olmakta buluyorlar. İslam’da eşyaya ve metaya kul olmak yok, bilakis Allah’a kul olmak vardır her daim.
Ortaçağ medeniyeti aynı zamanda bir Hıristiyan medeniyetidir. İnancın yerini kan almaya başlayınca 14. asırda çözülme ile birlikte beraberinde Hıristiyan medeniyetini getirmiştir. Aslına bakılırsa Rönesans’a kadar her yönüyle dünyayı idare eden din gerçeğidir zaten. Rönesans bir anlamda aynı medeniyet içinde bir değişmenin adıdır. Rönesans kiliseye tepki olarak yerine aklı oturtmuş ama, bu seferde Batı aklın köleliği sarmalına yakasını kaptırmıştır. Bakalım bu girdaptan nasıl kurtulacaklar. Oysa biz biliyoruz ki akıl bir yere kadar dost, aklında giremediği sahalar var.
Batı şu sıralar daha yeni yeni anlamaya başlamıştır her şeyin ruhta olduğunu. Batı; Grek, Roma ve Hıristiyanlık evreleri derken bugünkü halini almıştır. Yani Greko-Roma-Hıristiyanlık üçgeni bugünkü batı medeniyetinin sacayağını oluşturur. Batı bu üçlü sentezin aynı noktada tekrarıyla inşa edilmiş değil, sadece kaynağını ve ilhamını oradan alarak medeniyet olabilmişlerdir. Kısaca Batı medeniyetinin duygu eksenini Hıristiyanlık, Yunan felsefesi ve Roma hukuku teşkil eder. Şurası da unutulmamalı ki her medeniyet din’e dayanır, mesela:
—Çin(Uzak doğu medeniyeti); Konfüçyüs, Budizm,
—Hint Medeniyeti; Brahman-Hinduizm,
—Yunan ve Roma ikilisi: Politeizm,
—Hıristiyan ve Batı; Hıristiyanlık,
—İslam Medeniyeti; İslam,
Zaten dinsiz medeniyet eşyanın tabiatına aykırıdır. İlimsiz ve dinsiz medeniyet düşünülemez de. Çünkü medeniyetlerin temelinde din vardır. Bu yüzden tekrardan din’e dönüş bugün de batının gündemindedir. Rönesans’la akıl tek reel kabul edilmiş. Fakat kısa zamanda batı tekrar kilise teşkilatlarıyla, partileriyle ve eğitim kurumlarıyla dinini yaşatma çabasına girmiştir.
Günümüz medeniyetinin özelliğini Cemil Meriç Faurler’in dilinden şöyle tanımlar:
‘’.. Medeniyet iki sütun üzerinde yükselir: süngü ve açlık. Dolandırıcılarla namussuzların gönlüne göre bir düzen: hâkim-i mutlak para. Medeni insan nezaket ve terbiye icabı yalancı olmak zorunda. Oysa medeniyet bir nass uğruna boğazlaşmak hem de manasını ve ne işe yaradığını anlamadan. Delilimi isterseniz insan hakları ve hürriyetleri için yapılan katliamlar ortada. Medeniyet üçkâğıtçılara saraylar yaptırır dâhilere kümes…’’
Akif’in; medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar sözleri medeniyet düşmanlığı değil günümüzde de var olan yozlaşmış medeniyete olan tepkinin ifadesidir. Değerler alt üst olmuş saygı yerine madde vatan yerine toprak değerler yerine para, halk yerine yığın, annelik yerine cinsel meta, iman yerine ateizm bugünkü medeniyetin meyveleridir maalesef, şayet buna da medeniyet dersek...
Akif’in sözleri medeniyet karşıtlığı anlaşılmasın sakın. Biz medeniyete değil medeniyetsizliğe karşıyız. Türk-İslam medeniyetimiz medeniyetsizlere en büyük cevaptır, bu böyle biline. Haddi zatında Türk, Arap, Fars ve Hint Medeniyetlerin kaynağı da İslam’dır. Öyle ki bu medeniyetler İslam medeniyetinin alt medeniyetleri olarak meydana gelmiş ve uzun yıllar insanlığa ışık saçmışlardır. İslam’ın medeniyet misyonunu görmezlikten gelen sözde çağdaşlık özlemlerine öteden beri karşıyız, karşı olmaya da devam edeceğiz. Bugün İslam dünyasındaki perişanlığın temelinde, gerçek manada medeniyete talip olmamak, kültür ve medeniyet mirasımıza umursamazlık ve ideolojik eğilimlere kanalize olmak gibi bir dizi sebepler yatar.
Yeniden medeniyet hamlesi dirilişimiz olacaktır. Nasıl ki, Peygamberimizin yeryüzünü şereflendirmesini müteakip Mekke ve Medine ye doğan güneşle birlikte üç kıtayı kapsayacak göz kamaştırıcı medeniyet gerçekleştiyse, bugünde pekâlâ İslam’a yönelerek o eski ihtişamlı dönemlerimizin değişik örneğini yaşayabiliriz, niçin olmasın ki. Bir elde Kuran diğer elde bilgisayar sözünü hayata yansıtarak yeniden göz kamaştıran medeniyetle insanlığın yüzünü aydınlatabiliriz yeniden.
İslam’ın çöle inen nur tecellisiyle kabileci yapılar yavaş yavaş çözülerek medeniyet olmaya taşınmıştı, ama kolay olmadı, birtakım tepkiler yüzünden tarih kana boyanmıştı adeta... Kolay değil alışılmış küçük toplum biriminden daha gelişmiş ve müesseseleşmiş toplum olmaya adapte olmak. Öyle ki Medeniyetsiz toplum olmakta ısrar edenler İslam’ın getirdiği medeniyete tepkileri acımasız, bir o kadarda sert oldu. Hatta medeniyetsizlik Arap ruhunu o kadar istila etmişti ki önceleri Emevi halifelerinin ’mülk’ tarzında inşa etmiş oldukları saraylardan sıkılarak yeniden çöle dönüş özlemlerinin nüksetmesi, birçok Emevi hükümdarını Şam’ı terk etmeye kadar götürmüş bile. Böylece çöl alanlarında mahalleler kurmuşlar, hatta daha aşırıya kaçanlar da çadırı tercih etmişlerdir. Anti medeniyet tutumlarındaki ısrarcılık onları medeniyetten uzak kılıyordu böylece. Meselenin temelinde medeniyetsizliğin medeniyete meydan okuyuşu vardı. İliklerine kadar işlemiş olan medeniyetsizlik ruhu İslam’ın medeniyet olarak gelişmesini geciktiriyor ve kanlı çatışmaların meydana gelmesini sağlıyordu. Uzun bir aradan sonra kazanan medeniyet kurucu ruh oldu, ama çok kanlar döküldükten sonra. Medeniyetsizler yüzünden bir türlü yumuşak geçiş sağlanamamıştı o özlenen medeniyete.
Bu büyük medeniyet davasında harici ve bedevi güruhuna karşı Hz. Ali(k.v) hilafet içtihadıyla, Hz. Muaviye(r.a)’da mülk(saltanat) içtihadıyla mücadele vererek medeniyetsizliklerini ayyuka çıkarmışlardır. Özellikle tarihte Hz. Ali ve Ehli Beytin harici militanların kılıçlarına maruz kalmaları gerçekten düşündürücüdür.
Bizde de Hz. Mevlana’nın göçebe Türkmenlerin fevri davranışlarını eleştirmesi gerçeği vardır. Aslında Hz. Mevlana’nın eleştirisi anti- medeniyet tutumlarınadır, asla kimliklerine değil. İddia edildiği gibi Türklüğe değil. Hem Hz. Mevlana hem de İbn-i Haldun içinde bulunduğu toplumun anormal gördükleri davranışları tenkit etmesi medeniyete verdikleri öneme binaendir. Her ikisi de yanlış anlaşılmalarına rağmen sonunda kazanan medeniyet olmuştur. Nitekim uzun soluklu bu yürüyüşte göçebeliği bırakan Türkler, ‘Göçebeliği bırakın medeni olun’ Peygamber buyruğunu yerine getirerek, nihayet üç kıtaya yayılan Türk-İslam medeniyetini kurmuşlardır.
Velhasıl Peygamber buyruğu medeniyete çağrıdır.