BİTKİ EKOLOJİSİ

BİTKİ EKOLOJİSİ

ALPEREN GÜRBÜZER

Bilindiği üzere bitki âlemi ilgili bölüm botanik bilimidir. Biyolojinin önemli kolu olan botanik bile kendi içerisinde genel botanik, sistematik botanik ve uygulamalı botanik diye üç başlıkta incelenmektedir. Konumuzun gereği biz daha çok sistematik botanik ile ilgileneceğiz. Çünkü bitkilerin iç ve dış yapısını, bir takım fiziksel ve kimyasal özelliklerini, üreme organları ve orjinleri itibariyle kendi aralarındaki benzerlik ve farklılıklara göre tasnifleyip sonra da bitki kataloğu şeklinde ortaya çıkan bilim dalı olarak şimdilik “sistematik botanik” gözükmektedir. İşte bu sistematik botanik sayesinde bitki topluluklarına ait en küçük temel birimin tür olduğunu ve birbirine yakın duran aynı türdeki bitki cinslerin benzer cins familyaları, benzer familyaların takımları, benzer takımların sınıfları, benzer sınıfların ise kolları meydana getirdiğini anlamış oluyoruz. Nasıl ki maddenin en temel birimi atom bile kendi içerisinde en küçük birimlere ayrılabiliyorsa, bitki toplulukların en alt kademesinde yer alan türlerde, kendi iç âleminde alt tür, ırk, varyete ve forma tarzında bir sistematik zincire tabii tutulurlar. Şöyle ki; türler Carl Von Linne’nin 1753 itibariyle ortaya koyduğu cinsiyet sistemi adı altında iki kelimelik bir tanımlamayla tasniflenmiştir. Yani iki kelimeden ilk olanı cinsi, ikincisi ise türü temsil etmektedir. Mesela tek başına Pinus derken tüm çam türlerini anlarız, ikinci kelimenin ekinde ki ‘...aceae’ ise çama benzeyen diğer iğne yapraklıları da kapsadığı manasınadır. Nitekim ‘Pinus nigreae’ derken sınıflama yapıp ister istemez karaçam olduğunun farkına varmış oluruz. Hakeza ‘Pinus pinaceae’ gibi diğer çam türleri de öyledir. Hatta çiçekler içinde aynı durum söz konusudur. Zira ‘Viola’ menekşe cinsini, ‘Tricolar’ üç renk manasına gelmesi hasebiyle “Viola tricolar” ikisi birarada üç renkli menekşe diye isim alırlar. Bu arada Uluslararası Botanik kongrelerinde bitki sistematiğinde kullanılan tanımların ve isimlendirilmesi noktasında ortak bir dil kullanılması gerektiğine dair alınan karar gereği bitkilerin Latince olarak telaffuz edilmesi oy birliği ile kabul gördüğünü belirtmekte yarar var.
Bitkilerin karmaşık yapısı incelendiğinde onlar sıradan ve tesadüfî olarak meydana gelen varlıklar olmayıp, bilakis koskocaman sistematik bir âlem karşısında Yaratıcının kudretinin bilincine varıyoruz. Dahası Linne sistemindeki biyolojik taksonomi, aslında Yaratılış gerçeğini ortaya koymaktadır. Çünkü sınıflandırma sistematik düzen demektir. Bu düzende evrimcilerin iddialarını karşılayacak bir nizamsız yapıdan ansızın tesadüfü olarak düzenli yapıların çıkabileceği tablo gözükmemektedir. Dolayısıyla bu tür düşüncelere kulak verilseydi taksonomik sınıflandırmada hangi tür bitkinin nerde sonlanacağını veya hangi bitki türünün nerde başlayacağını önceden tespit etmek mümkün olmayacaktı. Belli ki Yaratıcı diğer canlılarda olduğu gibi bitkilere has benzer işlevleri benzer yapılarla, hakeza farklı işlevleri ise farklı tasarımlarla donatmıştır. Asla en küçük benzerlik tüm bitki türlerinin aynı ortak bir atadan evrimle türediğini ispatlamaya yetmez. Tam aksine bitkiler için tabi seleksiyon çok önceden tasarlanıp canlı âlemin hizmetine sunulduktan itibaren o gün bugündür mevcut durumun elenmeye fırsat verilmeyecek şekilde (doğal seleksiyon) korunmaya alınmıştır. O halde genel itibarıyla bitki âlemini şöyle şematize edebiliriz:

BİTKİ ÂLEMİ
ALT ÂLEM KOL ALT KOL SINIF
Bir hücreli bitkiler Bakteriler
Su yosunları
TALLI
BİTKİLER Algler
Cıvık mantarlar
Gerçek mantarlar
Likenler
YÜKSEK
BİTKİLER Kara yosunları
Damarlı çiçeksizler
Tohumlu Bitkiler Açık tohumlular
Kapalı tohumlular Bir çenekliler
Çift çenekliler

Tohumlu bitki türlerinin yeryüzünde takriben sayıca 250.000’i bulduğu tahmin edilmektedir. Bu bitki türleri daha çok kara parçalarının hâkim olduğu bölgelerde neşvünema bulup, tümünün ortak paydada buluşturan tek yegâne unsur tohumdan üremiş olmalarıdır. Ayrıca tohumlu bitkileri diğerlerinden farklı kılan gerçek; üreme organlarını çevreleyen kısımlarının rengârenk çiçeklerle donatılmış olmalarıdır. Aynı zamanda tohumlu bitkilerin kendi aralarında kapalı tohumlular ve açık tohumlular diye iki ana başlıkta incelenmesi bu türlerin önemini ortaya koymaktadır.
Kapalı tohumlulara ait tohum bir zar kafesinde muhafaza edilirken, açık tohumlular da böyle bir koruyucu şemsiyeden eser görülmez. Bu yüzden açık tohumlularda tohum yaprağı (çenek) iki veya fazla sayıda sahne almaktadır. Kapalı tohumlularda ise korundukları kafes içerisinde çenekler ya tek ya da çift çenekli olarak bulunurlar. Örneğin bahçe bitkileri, tahıllar, geniş yapraklı ağaçlar, çimenler bu türdendirler. Dahası kapalı tohumlular ile bir kısım damarlı bitkiler kök, gövde ve yapraklardan oluşan bir sisteme sahiptirler. Bu sistemin temelini elbette ki diğer canlılarda olduğu gibi bitki hücreleri oluşturmakta olup, hücrelerin bir araya gelmesiyle de dokular meydana gelmektedir. Dolayısıyla bitki dokularının parankima, kollankima, sklerankima, epiderma, endoderma ve taş hücreleri gibi hücrelerden meydana geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu yüzden bitki dokularına umumiyetle meristem denmektedir. Mesela bitkinin gövde ve dalları apikal meristem hücrelerinin bir araya gelmesiyle vücut bulmaktadır. Yani apikal meristem hücrelerinin farklılaşmasıyla primer (ilk) doku oluşup, bu dokunun gelişmesi tamamlandıktan sonra kök ve gövdenin yüzeyine yakın kısımlarında yer alan lateral hücrelerin (kambiyum) devreye girmesiyle birlikte sekonder (ikinci) doku aşamasına geçilir. Hatta doku bu aşamada odunsu (ksilem) hale geldiğinden dolayı su ve minarellerin kendi (doku) içerisinde iletim kanalları vasıtasıyla iletimi rahatlıkla gerçekleşebilmektedir. Böylece soymuk (floem) dokusu ve ksilem işbirliği sayesinde bitki için gerekli olan besin ve mineral aktarımı temin edilmiş olmaktadır.
Yeryüzünde canlıların dağılışını inceleyen bilim dalına canlı coğrafyası denmekte olup, iki kısma ayrılır:
—Bitki coğrafyası(flora),
—Hayvan coğrafyası (fauna) diye. Yani bitkilerin yaşadığı ortam flora, hayvanların ise fauna olarak isim almaktadır.
Bitki ekolojisi
Bitki ekolojisi küçük bitki gruplarından büyük bitki gruplarına kadar tüm bitkilerin çevre ile olan ilişkilerini inceleyen bir bilim dalıdır. Bitki ekolojistleri tarafından yüksek bitkilerle hayvanlar arasındaki bariz farkı görmek kolay olsa da tek hücrelilere inildikçe bu farklılıkları ayırt etmekte güçlük yaşandığı bir gerçek. Zira tek hücreli bitkiler de hayvanlar gibi hareket kabiliyeti gösterebilmektedirler. Nitekim Euglena ve diğer bir hücreli canlılarda tüy ve kamçı benzeri hareket organları mevcuttur. Hakeza mantarlar da hayvanlar gibi beslenme tarzı ortaya koymalarına rağmen bitki grubuna dâhildirler. Bilindiği üzere mantarlar klorofil maddesinden yoksun olduklarından kendi gıdalarını üretemezler. Bu yüzden bitki kökleri tarafından salgılanan organik asitler, amino asitler, şeker ve vitaminler üzerine hazır konaklayıp parazit veya saprofit olarak hayatını devam ettirmek mecburiyetindedirler. Bu arada sakın ola ki parazit yaşamalarına aldanıp ta onlara işe yaramaz varlıklar gözüyle bakmayalım. Çünkü mantarlar nitrojen ve karbon döngüsünde çok mühim rol oynamaktadırlar. Özellikle karayosunları ve tohumlu bitkilerin köklerinde bakterilerle ortaklaşa kurdukları işbirliği sonucunda topraktaki mineralleri ve elementleri ayrıştırıp, böylece beslendikleri bitki köklerine karşı şükran borcunu ödemiş olmaktadırlar. Bir başka ifadeyle toprağın bağrında sessiz sandığımız birtakım bakteri ve mantarlar, ölmüş bitki artıklarını silip süpürerek ekolojik dengeye hizmet etmektedirler. Bilhassa mantarların ürettikleri diyastaz fermenti sayesinde sözkonusu artıkların odun maddesindeki bileşikleri su, karbonik asit ve amonyak gibi unsurlara ayrılarak adeta mıntıka temizliği eylemi gerçekleşmektedir. Bu arada mıntıka temizliğine iştirak eden bakterilerde boş durmayıp hem selülozu glikoz moleküllerine dönüştürmekteler, hem proteinleri daha basit azot bileşiklerine ayrıştırıp parçalamaktalar, hem gıdalalanmaktalar hem de hayatta kalan bitkilerin köklerini besleyerek çevrenin temizlenmesine yardımcı olmaktadırlar. Demek ki bakterilerin en öncelikli işi selülozu şeker moleküllerine parçalaması sonucunda humus hale gelen toprağı bitki için faydalı bir beslenme vasat ortamı haline getirmektir. Anlaşılan o ki sonbahar da birçok bitki küçük bir kıyamet arafesi yaşayarak adeta vedalaşırcasına yapraklarını tel tel dökmektedirler. Neyse ki cenazeleri ortada kalmamakta. Çünkü mantar ve bazı bakteri türlerine ait birtakım saprofitlerin devreye girmesiyle birlikte gerçekleşen temizlik hareketi imdada yetişmektedir. Zaten bu temizlik hareketi olmasaydı çevremiz pis kokulardan geçilmeyecekti. Bir başka gerçekte bakterilerin ortalama her 20 dakikada bölünerek iki yeni hücre halinde çoğalmaları hadisesidir. Bu mantıktan hareket edersek yeryüzü sathının bakterilerle kaplı olması gerekirdi. İşte bu noktada ekolojik denge olayı imdadımıza koşmaktadır. Mesela karasinekler bakterilerden beslenerek ekolojik denge ayarına katkı yapmaktadırlar. Yani her şey bir plan dahilinde kontrol edilerek ekolojik nizam sağlanmaktadır. Belki de karasinekleri yok etmeye kalkışsaydık etrafımız pis kokulardan geçilmeyeceği gibi birçok hastalıklara kapı aralamanın sonucu olarakta toplu ölümlerden yakamızı kurtaramayacaktık. Hakeza bir zamanlar Avustralya’nın keşfiyle birlikte göçmen akınına uğrayan yerlerde Amerika’dan sipariş edilen kaktüslerden sınır boylarına çitler oluşturuldu, ama gel gör ki bu bitki hiçbir sınır tanımadan hızla her tarafa yayılıverdi. Bu durum karşısında çareyi kaktüsle beslenen böceği getirmekte buldular. Böylece kaktüsler bir anda böcekler tarafından tükeniverdi. Fakat bu seferde ortada kaktüs kalmayınca böcekler açlıktan dolayı duman oluverdiler. İşte tabiat dengesinin alabora olması olayı nedir sorusunun cevabı bu tip örnekler olsa gerektir.
Şurası bir gerçek hayvanların birçok eyleminde içgüdü denilen iradi bir davranış söz konusudur, ama bu iradi davranış bitki için asla geçerli değildir, onlar için söylenebilecek tek söz, gizli bir ilahi gücün yüklediği program dâhilinde belli bir gayeye yönelik seferber oldukları gerçeğidir. Elbette ki havada uçan bir kuş ile rüzgâr vasıtasıyla bitkiden salınan tohumların havada uçması aynı değildir. Birinde iradi bir refleks var, diğerinde ise dış tesirlerin etkisi var. Bu yüzden bitkilere daha çok gıda imalathanesi gözüyle bakmak daha uygun düşer. İşte bu gıda âlemi sayesinde tüm canlılar kâinat ağacının altında hem nefes alıp gölgeleniyorlar hem de binbir lezzette olan taamlarla beslenmektedirler. Her şeyden öte bu kâinat ağacı daha çok Yüce Allah tarafından eşrefi mahlûkat olarak ilan edilmiş insana hizmet için adeta birbirleriyle yarışır haldedirler.
Bitki Coğrafyanın Tarihçesi
Madem yeryüzü her türden bitki ile donatılmış, o halde bitki âleminin de bir coğrafi tarihi olması gayet tabiidir. Şöyle ki; Bitki coğrafyası üzerinde ilk ciddi manada çalışma şerefi Alman Alexander Von Humboid’e ait olup, bilim dünyasına “Bitkilerin coğrafyası üzerine düşünceler” adlı bir kitap yazmakla damgasını vurmuştur. Özellikle bu eser daha çok bitki yayılışlarından bahsetmektedir.
1822’de Danimarkalı Schouw Bitki coğrafyasını ana hatlarını izah eden bir kitap neşredip, yeryüzünü 22 flora bölgesine ayırmıştır.
De Condelle; “Gerekçeli Bitki Coğrafyası” adlı eseri neşretmiştir.
Gribach; “Yeryüzünün Vejetasyonu” adlı eseriyle de yeryüzünü 24 vejatasyon bölgesine ayırmıştır.
1875’ ten sonra bitki coğrafyası üzerinde çalışmalar 4 yönde gelişme gösterip, bunlar:
“ —Floristik Bitki Coğrafyası(Engler, Viels),
—Ekolojik Fizyolojik Bitki Coğrafyası(Dıude, Waıning, Schimper Walter),
—Sosyolojik Bitki Coğrafyası:
a-İskandinav ekolü
b-Alman ekolü
c- Zürih ekolü
—Tarihi Genetik Bitki Coğrafyası” tarzında kategorize edilirler.
Yeryüzü bitki örtüsü ve bunların yayılışını inceleyen bilim kolu floristik coğrafya olarak bilinmektedir.
Bitki toplulukların yapısı ve meydana gelişlerine tesir eden faktörleri sosyolojik bitki coğrafyası incelemektedir.
Yeryüzünü kaplayan bitki örtüsünün jeolojik devirler boyunca geçirdiği değişiklikleri ise genetik bitki coğrafyası incelemektedir.
Florostik bitki coğrafyası
Florostik bitki coğrafya, bir bölgenin hangi taksonlardan meydana geldiğini tespit edip hangi alanlara yayıldığını belirleyen bir bilim dalı olarak damgasını vurmaktadır. Bu sayede bir bütünün belli bir sınırlar içerisinde bulunduğu yere o türün yayılış alanı (areal) olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Yani bir haritada yer alan en dış noktaların birleştirilmesiyle ortaya çıkan sınırlı bölge o bitkinin yayılış alanını göstermektedir. Şayet bitkinin yayılış alanına insanların etkisi olmuşsa bu yayılış alanına suni areal, insanların etkisi olmamışsa tabii areal adı verilir. Ya da bir taksonun arealı tam örtülü ve birbirine bağlı olduğu durumlarda kapalı veya sürekli areal tanımıyla karşılaşırız. Ancak birbirinden çok uzakta iki veya daha fazla sayılı taksonlar halinde ise dağınık veya süreksiz areal olarak ifade edilmektedir.
Bitkilerin yayılmasına etki eden faktörler
Bitkilerin yayılışını bir benzetmeden hareketle ancak şöyle diyebiliriz: Türkler tarihi Ergenekondan çıkış yapıp dünya sathına yayılırda, bitkiler bir noktadan çıkış yapıp yayılmazlar mı, elbette yayılırlar. Dolayısıyla bir taksonun yeryüzünde genellikle tek bir yerden etrafa yayıldığı (monofiletik) ve farklı noktalardan başlayarak gelişme gösteren potansiyel taksonların bulunduğu artık bir sır değil. Bu yüzden bir taksonun belli bir yerden çıkış yapmasıyla birlikte neşvünema bulduğu gelişme merkezlerine gen merkezi denmektedir. Nitekim Verbascum cinsinin 400’e yakın türünden 225’i Anadolu’da yayılmıştır. Bu yüzden Anadolu verbascun cinsinin merkezi sayılmaktadır.
Bir arealin sınırları genellikle 2 şarta bağlıdır:
1- Bitkinin yayılma kabiliyetine, yani bir bitkinin diasporalarına (saçılma, tohum saçma, zerreler halinde dağılma, tohumla üreme, vejetasyon çoğalma) bağlıdır.
2-Diasporaların çimlenme, köklenme ve diğer bitkilerle rekabet ederek çiçek ve tohum hâsıl etme kuvvetine bağlıdır. Mesela Diaspora’ların çok kolay yayılma kabiliyetinde olan mikroorganizma ve spor bitkileri bakteri ve küf mantarları hava içerisinde toz ile karışmış halde bulunmaktadırlar.
Bitkiler ya dış kuvvetlerin etkisiyle ya da kendiliğinden yayılırlar. Dış kuvvetlere su, hayvan, insan ve rüzgâr vs. faktörleri örnek verebiliriz. Hatta bazı bitkiler kuşları kendilerine çekme becerisi sergileyebilmektedirler. Böylece hayvan farkına bile varmadan tohumları, polenleri ve birtakım parçaları başka coğrafyalara taşıma görevi üstlenmektedir. Hatta sadece tohumlar değil tıpkı Amerika’da bir kaktüsün ters diken kancaları vasıtasıyla hayvanın derisine tutunmasında olduğu gibi kendini ötelere taşıttıran bitkiler de söz konusudur. Örnek-Meksika’da yaşayan Jumping Colla (Atlayan kaktüs).
Kendiliğinden yayılan bitkiler, adı üzerinde hiçbir vasıtaya ihtiyaç duymayan bitkiler demektir. Böylece kendi beceri ve kabiliyetleri doğrultusunda tohumlarını çevreye fırlatarak yayılmaktalar. Örnek- Ecballium elaterium (eşek hıyarı), Fragarıa vesca (çilek)
Bazı bitkilerin arealleri ise stabil kalmaktadır. Sanki öz vatanından çıkmak istemeyen bir tutum sergilemeyi yeğlemektedirler. Mesela esas yayılma alanı kuzey kutup bölgesi olan Arabis alpina’nın halen orta Avrupada ki tek tek arealleri 400 yıldan beri hiç değişikliğe uğramadığı gözlemlenmiştir.
AREAL TİPLER
Areal tipler; kozmopolitler ve endemikler olarak iki kategoride tasnif edilirler. Endemikler ise kendi içerisinde Paleoendemik ve Neoendemik diye ikiye ayrılır. Malum olduğu üzere tür arealleri cinslerden daha dar kapalı alana yerleşmiş durumda olup, cins arealleri de familya areallerinden daha dar kapalı alanda manevra yapmaktadır. Tabii ki beş parmağın beşi bir olmaz, kimi daha açık, kimi daha kapalı olması gayet tabiidir. Şurası muhakkak bir bitki alanı genişledikçe kozmopolitlik oranı da o ölçüde artmaktadır. Bu yüzden geniş yayılış gösteren bitkilere kozmopolit bitki denilip, bunlar daha çok edatif ve klimatif yönden fazla seçicilik göstermeyen tipler olarak bilinmektedir. Kozmopolit bitkilere örnek olarak;
“—Planktonların büyük bir kısmı ve likenler.
—Su bataklık bitkileri
—Ruderal tarla bitkileri
—Halefit bitkiler” gösterilebilir.
Hazır su bitkilerinin adını anmışken bu arada fitoplanktonlardan söz edebiliriz pekâlâ. Evet onlar denizlerin yeşil renkli ve tek hücreli bitkileridirler. Siz siz olun yine de fitoplanktonların öyle bir hücreli olmasına bakıp ta onlara basit bir gözle değerlendirmeyin. Çünkü fitoplanktonlar atmosfer oksijenin yarısından çoğunu karşılayacak derecede hayati öneme haiz bitkiler olarak sahne almaktadırlar.
Kırsal alanda yaşayanlar iyi bilir, şöyle insan evinden çıkıp kendini araziye koyulduğunda gerek yol kenarlarında gerekse yol kenarları boyunca dizilmiş tarlaların etrafında bizleri içten içe selamlayan bitki topluluklarıyla karşılaşırız. Onlarla öylesine hemhal olmuşuz ki yol ve tarla kenar boyunca karşılaştığımız, hatta şehir ve istasyon çevrelerinde her an görebileceğimiz türden bitkiler olup, bunlar daha çok tarla bitkileri anlamına gelen Ruderal bitkiler olarak bilinmektedir. Örnek: Chenopodium album (sirgen), Cynodon dactylon (Ayrık otu), Polygonum aviculare (madımak), Plantagomajor (sinir otu), Taraxacum officinale (Arslan dişi).
Tabii ki kırsal alanlarda yaşayanlar kadar tuzlu su yatakları ve deniz kıyısında yaşayanları da selamlayan bitkiler var ki, bu tür yayılan bitkiler halefit bitkiler (tuzcul bitkiler) diye tarif edilmektedir. Örnek: Salicornia herbacea, Suaeda maritima
Endemikler
Yukarda da bahsettiğimiz üzere dar ve kapalı areala sahip bitkilere endemik bitkiler adı verilmektedir. Bu bitkiler yönünden özellikle Hawai adaları, Himalaya dağları, Güneydoğu ve Doğuanadolu florası endemik bakımdan zengindirler. Bu yüzden Endemik bitkiler; Paleoendemikler ve Neoendemikler diye iki grupta mütalaa edilirler:
—Paleo endemikler
Bunlar jeolojik devirlerde geniş yayılış alanına sahip olup fakat günümüzde dar bir sahaya haps olmuş, aynı zamanda kalıntı halinde yayılan bitkilerdir. Yani yayılma kabiliyetini yitirmişlerdir.
Örnek–1 Üçüncü zamanda teşekkül eden Liguidamber Orientalis (Güney batı Anadolu –Muğla, Burdur).
Örnek–2 Ginkgo bilabo- Jura devri, Chekiang eyaletinde görülür.
Örnek–3 Weltwitschia mirabilis- Güney Angola’da Namib çölünde yaygın görülür.
—Neoendemikler
Bunlar dar alanda hâsıl olurlar. Mesela Türkiye florası 9000’i aşkın sayıda neoendemikler bakımdan zengin olduğu belirlenmiştir. Özellikle bu alanla ilgili Verbascum, Astragalus, Asylum, Isatis ve Salvia türleri örnek gösterilebilir.
VİKARİYANTLAR
Aralarında sistematik bakımdan yakınlık bulunan taksonların farklı bölgelerde veya ekolojik ortamlarda birbirlerini temsil etmelerine Vikariyants denmektedir. Dolayısıyla vikaryant familyalarına örnek olarak;
“-Kuzey yarımkürede Conifera (Kozalaklılar) sınıfından Pinacea familyası,
— Güney yarımkürede Araucarıaceae familyasından olanlar,
—Abies Nordmanniana (Kuzey Göknarı- Kuzey Anadolu),
—A.Cilicia (Toros Göknarı- Güney Anadolu),
—Erica arborea (Kuzey Anadolu),
—E. Verticillata (Güney Anadolu) vs.” verilebilir.
Yukarı da verilen örneklerden anlaşılan o ki; Abies ve Erica türleri Anadolu’nun Kuzey ve Güneyde aynı cinsi temsil eden Vikaryant türleridir.
Ekolojik türlere ise Alp dağlarındaki kireçli ve silisli topraklarda bulunan bitkiler örnek verilebilir. Örnek–1 Kireçli topraklar- Ranunculus alpestris, Primula auricula ve Rhodendron hirsutum. Örnek–2 Silisli topraklar-Ranunculus gracilis, Primula hirsuta ve Rhodendron ferrugineum.

BİTKİ EKOLOJİSİ-2

ALPEREN GÜRBÜZER

TARİHİ GENETİK BİTKİ COĞRAFYASI
Tarihi bitki genetik coğrafya genelde geçmişten bugüne kadar değişikliğe uğramış bitkiler üzerinde incelemeye dayalı bir bölüm olarak dikkat çekmektedir. Bu bilim dalının ortaya koyduğu verilerden hareketle yeryüzü bitki örtüsünün esas itibariyle jeolojik ve iklim değişiklikleri sonucu ortaya çıktığını öğrenmiş oluyoruz. Aynı zamanda yeryüzünde ilk bitki hayatının başlamasının üzerinden 3 milyar geçtiği tahmin edilmektedir. Bu yüzden bu dönem Afitik dönem olarak bilinmektedir.
Yeryüzü bitki hayatı bakımdan ise 4 döneme ayrılmaktadır, bunlar:
—Paleofitik(3 milyar- 250 milyon)
—Mezofitik(250 milyon- 120 milyon)
—Kenofitik(120 milyon günümüze kadar)
1-)Paleofitik- Antekambrien(ilkel vakit)’den alt permiana kadar olan devredir ve üç döneme ayrılır.
—Alg dönemi (Arkaenden alt süliyene 3 milyar–400 milyar)
Alg dönemi devresinde yalnız tek hücreli algler yer alır.
—Psilophyta dönemi (Üst silüen-ortadevoniyene 400–340 milyar)
Psilophyta döneminin ilk başlangıcında ilk kara bitkileri ortaya çıkar.
—Pteridophyta dönemi (Üst devoniyen-alt permiana 340–250 milyar)
Pteridophyta döneminde tohumlu bitkilerden Pteridospermae (Tohumlu eğreltiler) ve iğne yaprakları andıran Coordinates ortaya çıkmıştır. Hatta kömür yatakları bu dönemde çıkmıştır.
2-)Mezofitik dönemde Gymnospermaea’lar hâkimdir.
3-Kenofitik dönemini üç devreye ayırabiliriz;
—Üst kretase (120 milyon–70 milyar)
—Tersiyer dönemi (70 milyon –1 milyar)
—Kuvaterner dönemi (1 milyar gün)
Üst kretase
Üst kretase devresinde angiospermae ve alt tohumlular yayılış göstermektedirler. Zira bu dönemde ağaçlar içerisinden özellikle Abies (göknar-köknar) ve iğne yapraklılar görülmeye başlanmıştır. Sadece ağaçlar mı, tabiiki hayır, çok yıllık otlar ve çalılar ne güne duruyor. Onlarda ortaya çıkmış olup, bunlar arasından özellikle dikotiledon olanlar daha hâkim durumda yerini almıştır. Hatta bu devrede Kuzey ve Güney Amerika birbirinden ayrılmıştır.
Bu arada üst kretase’ye örnek olarak;
Gymnospermealardan; Cycas, callitris, cephalotaxus, Ginkgo, Pinus, Podocarpus ve Sequoia ile Angiospermealardan ise Sterculia, Smilax, Eucalphytus, Nerium, Cinnamomun ve Liriodendion, Ficus ve Magnolia’yı verebiliriz.
Tersiyer dönemi
Tersiyer döneminde yeryüzünün şekli bugünkü durumuna çok yaklaşmıştır diyebiliriz. Zira Amerika kıtası Miyosen dönemine kadar hep iki parça halinde kalmış ve bu dönemde Grollend florası daha çok Kuzey Amerika florasına benzemekteydi. Hakeza holoarktik dönemde ise karalar kuzey yarımküreyi kaplamış ve böylece bölgenin tamamını kapsayan çok yönlü değişiklikler olmuş, hatta buna paralel olarak Picea, Pinus, Palatanus, Carpinus (gürgen), Corylus, Quercus, Tilia, Magnolia, Acer, Vitis (üzüm), Smilax ve Taxodium gibi bitkiler holoarktik florasının elemanları olarak sahne almışlardır. Yani bunların hemen ve hepsi arkto-tersiyer florayı teşkil etmektedirler. Dahası var, aynı zamanda bu devrede Kuzey Amerika’nın doğusu ile Doğu Asya arasındaki floristik benzerliklerin belirlenmesiyle birlikte bu buna benzer birçok konular aydınlanıp gün yüzüne çıkmıştır. Nitekim Liriodendron, Hamamelis, Catalba gibi cinslerin sadece Doğu Asya ile Kuzey Amerika’nın Atlas okyanusu çevrelerinde ortaya çıkması bu devrenin mahsülüdür. Ayrıca bu cinslerin Afrika Madagaskar adaları ve Mikronezya adaları ile floristik bağlantısı olduğu gibi kap florasının da bu dönemde bulunması apayrı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Kuvaterner
Kuaterner devrenin en önemli özelliği Kuzey Yarımkürede buzul çağının başlamasıdır. Bu yüzden buzul hareketi bitkiler üzerinde verimli olmuştur. Tersiyer sonunda Avrupa ve Kuzey Amerika’da bugünkü Doğu Asya florasını andıran zengin bir flora hâkimdir. Günümüzde sadece otların izleri kalmıştır. Buzul döneminde ise bu bölge floraları güneye çevrilmiş, derken buzul sonrası tekrar kuzeye ilerlemiştir.
Anlaşılan o ki; buzul dönemlerine ait floralar devamlı ilerleme ve gerilemelerden zarar görmüş olmasına rağmen bugün Kuzey Anadolu’da rastlanan Rhodendron pontıcum (mor orman gülü) bitkisi yıkılmadım ayaktayım dercesine son buzul dönemlerine ait alglerin birçok yerlerinde yaygın halde hayatına devam etmektedir. Hatta birçok bitki türü Alpler, Grolland, Norveç, İskoçya gibi kuzey bölgelerde buzulların ulaşamadığı kıyı sahalarına ve dağ zirvelerine sığınmışlardır. Netice itibariyle bu tip Anadolu florası pozisyonunda olan bitkiler buzullar yönünden etkilenmediğinden tür yönünden hep zengin kalabilmiştir.
Ekolojik Bitki Coğrafyası
Bilindiği üzere ekolojik bitki coğrafyası bitkilerle ve bunların yetiştikleri ortam arasındaki münasebeti inceler. Ekolojik faktörler;
— İklim elemanları (klimatif faktörler)
—Toprak faktörleri (edatif faktörler)
— Biyotik faktörler (canlı faktörler)
—İklim elemanları (sıcaklık, su, ışık, rüzgâr ve su olarak)” diye unsurlara ayrılırlar.
Sıcaklık
Ağaçlar ısı sayesinde çiçeklerini açmakta ve meyveler olgunlaşmaktadır. Bilindiği üzere sonbaharla birlikte düşük sıcaklıklarda asimilasyon olayı durmakta olup, genellikle birçok bitki için 0 santigrat derece kritik nokta olarak kabül edilmektedir. Nitekim sıcaklık bir uygun bir dereceye yükselince bitkinin canlılık kazandığı gözlemlenmiştir. Böylece güneşin ısı ve ışınları her canlıya ulaşarak sebze ve meyveler vücut bulmaktadırlar. Örnek: Abies Sibirica, Larix Sibirica ve Pinus Cembra - 40 santigrat derece ila -70 santigrat derece arasında seyreden soğuklara dayanabilmektedirler. Hatta kaplıcaların 90 santigrat derecelik sularında yaşayan Diatomerler bile vardır.
Bitkiler uygun olmayan şartlarda hayatlarını devam ettirebilmek için belirli zamanlarda çeşitli formlara kavuşmaktadırlar. Bu formlar bilim adamı Raunker tarafından 5 tipe ayrılmıştır:
1-Fanerofitler
Fanerofitler kışı toprak dışında kalan ve uçlarında tomurcuk taşıyan sürgünleri ile geçirirler. Bunlar tamamen odunsu bitkileri içerip;
“a-Mega fenorofitler
b-Nano fenorofitler” diye iki grupta kategorize edilirler.
Mega fenorofitler tomurcukları yerden 2 m yukarda olan bitkilerden olup, bütün ağaçlar
bu gruba girer. Nano fenorofitler ise tomurcukları yerden 0,25–2 m üstünde olup, bütün çalılar bu gruba girerler. Örnek: Juniperus Commınus(ardıç), Corylus avellena (fındık), Buxus semperuirens(şimşir) ve Erica verticillata (fındık).
2-Kamofitler (bodur bitkiler)
Kamofitler yüzey bitkileridir. Tomurcukları yerden 30 santimetreye kadar olan bodur çalılar, yastık oluşturan bitkiler, yarı çalılar, sürünücü gövdeli tüm bitkiler bodur bitkiler gurubuna girerler. Örnek: Astragalus microcephalus, Acantholimon Corypyllaceum, Onobrychis cornuta ve Helienthemum nummularium, Thymus kotschyanus.
3-Hemikriptofitler (otsu bitkiler)
Hemikriptofitler tomurcukları kışın toprak üzerinde canlı ya da ölü yapraklar tarafından korunan bitkilerdir. Daha çok ılıman bölgelerde yaygındırlar. Bunlar aynı zamanda kök sistemi devamlı canlı tutularak depo organ görevi gören bitkilerdir. Örnek: Taraxacum officinale, Ranunculus majör, Fragaria, Convolvulus arvensis.
4-Geofitler (toprak altında soğanlı yumrulu çiçekli bitkiler)
Geofitler kışın toprak altında kök, rizom, soğan yumru gibi organlar yardımıyla geçiren bitkilerdir. Örnek: Cyclamen, Crocus, Colchicum, Galanthus, Orchis, Merendera trygina, Solenum tuberosum ve İris.
5-Terofitler (tomurcukları tohum içerisinde korunan tek yıllık bitkiler)
Terofitler tek yıllık bitkilerdir. Uygun olmayan devreleri tohum halinde geçirirler. Bunlara Annuel (yıllık ) ya da efemer adı verilir. Örnek: Centaurea depressa (Peygamber çiçeği), Papaver rhoeas (gelincik), Triticum (buğday) ve Hordeum (arpa).
Işık
Tabiatta her canlı bir şekilde güneşten mahrum bırakılmıyor. Zaten mahrum kalsalardı hayvanlar meralarda otlayamayıp telef olurlardı, bitkiler de ısı düşmesiyle birlikte donup çürümeye mahkûm kalırlardı. Bu yüzden günlük ışık alma süresi fotoperiyodizm olarak adlandırılır. Yani güneş bir yerde çakılıp kalmamakta ve bünyesinde taşıdığı sonsuz ısı ve şualarıyla her canlının istifade edebileceği şekilde seyr-i âlem eylemektedir. Hakeza fotoperiyodizm olayı sayesinde bitkiler; “Kısa gün bitkiler, Uzun gün bitkiler ve Nötr bitkiler” diye üç gruba ayrılırlar.
Günlük optimum ışık ihtiyaçları 12 saatten daha az olan bitkiler kısa gün bitkileridir. Örnek: Cannbissativa, Oryza sativa ve Nicotiona tabacum.
Günlük optimum ışık ihtiyaçları 12 saatten fazla olan bitkiler uzun gün bitkileridir. Örnek: Psıum sativum(Bezelye), Hordeum sativum(Arpa) ve Spina cia oleracea(Ispanak).
Günlük optimum ışık ihtiyacı fotoperiyodizme bağlı olmayan bitkiler Nötr bitkiler olarak bilinmektedirler. Örnek: Lycopersicum esculentum, Helianthus annus (Ayçiçeği) ve Zea mays.
Su
Aslına bakarsak bitki alemi su, nemli ve kurak ortam fark etmez, hemen her alanda kendini hissettirip adeta her yerde varım demektedir. Bu yüzden bitkiler bulunduğu ortama göre tanımlanmışlardır. Şöyle ki;
Suda yaşayan bitkiler Hidrofit bitkiler olarak tarif edilmektedir. Örnek: Egeria Densa (Elodea-akvaryum çiçeği)
Nemli yerlerde yaşayan bitkiler higrofit bitkiler olarak bilinmektedir.
Kurak yerlerde yaşayan bitkiler de kserofit bitkiler adı verilmektedir.
Şurası muhakkak suyun azalmasına paralel olarak her hangi bitki türünün dayanma noktasını aşarsa o bitki için artık yaşama imkânı kalmadığının bir göstergesi demektir. Mesela step sahalarda ormanın yetişmesini imkânsız kılan asıl neden yıllık yağışın 250–300 milimetrenin altına düşmesidir. Bu yüzden yağış azlığından ileri gelen kuraklığa Fiziki kuraklık, yeteri yağış olmasına rağmen bitkilerin aşırı soğuk dolayısıyla bünyelerinde taşıdıkları suyun donmuş olması, fazla asitli ya da fazla tuzlu olması gibi birtakım sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan kuraklığa ise fizyolojik kuraklık denmektedir. Zira bir coğrafi alanda bitkilerin yağıştan istifade edebileceği su miktarı buharlaşmaya, terlemeye, don olaylarına, yağışların karekterine, araziyi teşkil eden taşların tabiatına bağlıdır. Mesela dağlar görünüşte susuz gibi görünseler de onun üzerini kaplayan kar veya bazı ağaçların varlığı hiçte öyle olmadıklarının bir delili zaten. Nitekim insanların yağmur yağmadığı zamanlarda dağlarda biriken su topluluklarının bulunduğu yerlerden yararlandıkları artık bir sır değil. Aslında dağların meziyetlerini sıralamakla bitmez. Bir bakarsın dağ sığınacak in olur, bir bakarsın savaş zamanında siper, bir bakarsın Musa’nın Tur-i Sinas-ı, bir bakarsın adı güzel muhammed’e ikra olur.
Hakeza dağlara has mobilyacılıkta kullanılan adına akakir denen bir ağaç gibi nice başka yerlerde izine rastlanılmayan ağaçların bulunması da bir başka gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
SOSYOLOJİK BİTKİ COĞRAFYASI
Sosyolojik bitki coğrafyası hem bitki topluluklarını inceler hem de bir bitkiyi diğer bitki ile karşılaştırmasını yapan bir bölümdür. Nitekim bitki topluluklarının analizi ve sınıflandırılması fizyolojik çevreyle ilgili esaslar ve floristik esaslar diye incelenirler. Bu bakımdan fizyo-ekolojik esaslar, yetişme yerine bağlı birçok bitki topluluklarını göz önünde tutarak (assosyon) inceler. Zira coğrafyacılar daha çok formasyonları, botanikçiler ise assasyonları esas alarak incelemektedirler.
FORMASYONLAR
1-Orman formasyonları:
a-Yağmur ormanları
b-Muson ormanları
c-Kurak ormanları
d-Kış ormanları
e-İğne yapraklı ormanları
f-Sert yapraklı ormanları
2-Maki formasyonları
3-Carig formasyonları.
4-Ot formasyonları.
5-Çöl formasyonları.
6-Tundra formasyonları.
Bir alanı kapsayacak yağışların buharlaşma ve terleme olayları ile ilgili münasebetleri ortaya koymak için araştırıcılar birtakım metotlar ortaya koymuşlardır. İşte bu metotlar sayesinde bir takım bitki toplulukları ile bir takım vejatasyon tiplerinin birbirinden ayırt edilebilme fırsatı yakalanmıştır. Mesela Yağmur ormanları tropik bölge ormanları olup yıllık yağış 200–400 cm civarı arasında değişim göstermesinden dolayı bu ismi almıştır. Nitekim bu formda büyümeyi engelleyen herhangi bir kurak devre bulunmamaktadır. O halde Tropik yağmur ormanları 3 grupta açıklayabiliriz:
1-GüneyAmerikada Hemozon havzası ile Ant dağlarının doğu yamacındaki bölge.
2-Batı Afrikada Guinea körfezi çevresi arasında kalan bölge ve Kongo havzasına kadar uzanan bölge.
3-Asyada Hint-Malezya bölgesi.
Evet, her zaman yaşlı insanlardan duyduğumuz bir ses var ki; o “Yağmur berekettir, yağmur rahmettir” diye gönlümüzde ve kulağımızda yankılanan sesten başkası değildir. Öyle ki yağmurun rahmeti bizleri sardığı gibi yağmur ormanlarının da yüzünü güldürüp bütün yıl boyunca görünüş bakımdan aynı kalmasını sağlamaktadır. Genel itibariyle bu ormanlar 2–4 ağaç katı, çalı katı, orman altı örtüsü, yosun katı ve ot katı diye birkaç dala ayrılırlar. Hatta ağaçlar, yüksek boylu çalılar, liyanlar ve epifitler bu ormanın belli başlı elemanları arasına dâhil olmaktadırlar.
Muson ormanları tropik kurak bir dönemin bulunduğu ormanlar olup, mevsim olarak senenin 7–9 ayı nemli veya yağışlı geçmekte, geriye kalan kısım ise kurak geçmektedir. Sonrası malum, her fani gibi bu ormanlara ait her bir ağacın yaprakları da yeni bir mevsimde dirilmek üzere tel tel döküldükleri görülmektedir. Zira muson ormanlarına ait bitkilerin hayat süreleri yağmur ormanına nispeten kısa olup, yaprak taç kısımlarının ise geniş olduğu gözlemlenmiştir.
Nasıl ki insanlar arasında zengin, orta halli ve fakir diye sosyal kesimler varsa, aynen öyle de bitki âleminde de zengin, orta ve kurak bitki örtüsü diyebileceğimiz alanlar mevcuttur. Bu alanlar daha çok suyun eksik olduğu sahalar olup, buraları yer yer kurak ormanlar kaplamaktadır. Yani genel itibariyle bu sahalar da ağaçlar seyrek olarak dağılmıştır. Örnek: Avustralya’nın Eucalpytus ormanları ve Brezilyanın dikenli çalıları.
Bediüzzaman Hz.lerinin Risalei Nur külliyatını okuyanlar iyi bilirler ki; ilkbahar yaza, yaz sonbahara, sonbahar da kışa dönüp mevsimler tamamlanırken, insanoğlu da tıpkı mevsim dönüşümleri gibi çocukluğu gençliğe, gençlik ihtiyarlığa, ihtiyarlıkta bir gün elbet yerini ebedi hayatta dirilmek üzere ölüme terkedecektir. O halde yağmur ormanları dedik, kurak ormanlar dedik, şimdi ise kış ormanlarından kısa da olsa pekâlâ bahsedebiliriz. Kış ormanları malum olduğu üzere ağır kış mevsiminin kendine has zorlu şartları yeterli suyun alınmasına imkân vermediğinden ister istemez bu ormanların herbir üyesinin yaprakları dökülmek zorunda kalıp bize kar beyaz ölümü hatırlatmaktadırlar. Bu yüzden bilge âlimler ölüme “kar beyaz” demişler. İşte bu karbeyaz ormanlar daha çok ılıman iklim kuşağında ki denizlerin etkisi altında kalan bölgeler ile kuzey yarımkürede kıtaların kıyılarında yayılmış halde karşımıza çıkmaktadırlar. Hatta bunların karbeyaz orman olmalarından olsa gerek yağmur ormanlarına göre daha az tür ihtiva ederler. Örnek: Fagus ulmus, Carpinus, Quecus, Tilia.
İğne yapraklı ormanlar sert kaya ikliminin hâkim olduğu bölgelerde yaygındırlar. Örnek: Cedrus, abies, Picea, pinus.
Sert yapraklı ormanlar yazları sıcak ve kurak, kışları yağışlı ve ılıman geçen bölgelerde görülüp, genel itibariyle 2– 4 m boyunda ağaç ve çalılardan ibarettirler. Her ne kadar biz insanlar sert yapraklı tanımlasakta, şurası bir gerçek gülü seven dikenine katlanır gerçeğini değiştiremiyecektir. Öyle ki onlar her mevsim yeşil ve küçük derimsi yapraklara sahip olmanın yanısıra daha çok Akdeniz bölgesinde rastlanan maki, şibilyak ve garig formasyonuna giren bitkiler olarak dikkat çekip, aynı zamanda kapladığı alanları rengârenk donatabilmektedirler. Üstelik bu formasyon sadece Akdenizle sınırlı kalmayıp Güneybatı kap bölgesi, Güney Avustralya, Kalefornia ve Şili kıyılarında da mevcuttur. Yani bu bölgeler Akdeniz bölgesine yakın veya benzer iklime sahiptirler. Anlaşılan o ki ağaç formasyonların varlığı çok büyük bir nimet, zaten onlar olmasa canlı hayatından bahsetmek mümkün olmayacaktı.
Maki Formasyonu
Yaş kesenler baş kesip ormanları katletseler de, bitki âlemi bir şekilde direnç gösterip bir başka tarzda yüzünü gösterebilmektedir. Şöyle ki köken olarak orman örtüsünün tahribinden sonra ortaya çıkan ve bilhassa kıyı bölgelerinde gelişmiş 1–2 m yüksekliğinde ince gövdeli derimsi yeşil yapraklardan meydana gelmiş bitki örtüsüne maki formasyonu adı verilmektedir. Değim yerindeyse maki formasyonu Akdeniz bölgesinin bir baştan diğer başa kadar süsleyen bitki topluluklarıdır. Örnek: Arbutus Unedo, Arbutus andrachne, Calluna vulgaris, Ceratonia ciliegia (keçiboynuzu), Cercis siliguastrum, Cistus, Quercus ilex (pırnal meşesi), Quercus coccifera, Olea oleaster, Pistacia lentiscus (Sakız), Pistacia terebinthus, Spartium junceum, Styrax officinalis, Juniperus oxycedrus, Nerium oleander, Laurus nobilis ve Myrtus comminus (Mersin), Erica arborea. Hatta bu türler içerisinde sakız, keçiboynuzu, Mersin ve pırnal meşesi hakiki Akdeniz ikliminin karakteristik olup diğer iklimlerde pek yetişmezler.
Hakiki Akdeniz ikliminden uzaklaştıkça maki toplulukları hem türce azalır, hem de boydan (yükseklik) kaybederler. Nitekim Akdeniz kıyılarından uzak alanlarda 18–20 tür, Ege kıyılarında 13–14, Marmara kıyılarında 8–10, Karadeniz kıyılarında 4–5 türe indiği gözlemlenmiştir. Hakeza Akdeniz kıyılarında maki topluluklarının yükseklik bakımdan 800–900 metreye eriştiği, Egede 500–600, Marmarada 300–400 metre ve Karadenizde ise 150–200 metre seviyelerde olduğu tespit edilmiştir. Bazı araştırıcılar maki elemanlarının maki ormanlarının tahribi neticesinde ortaya çıktığını, bazı araştırıcılar makinin silisli arazide yetiştiğini (kaya tabiatına bağlıyor), bazıları ise makinin bozulmuş şekli olan Garig formasyonun da kalkerli arazide gelişebileceğini ileri sürmüşlerdir. Hâlbuki tabiatta mesela Akdenizde genelde maki toplulukları kalkerli arazide yayılmışlardır. Garig ise silisli arazide yayılmıştır. Anlaşılan o ki maki bitkisi kaya tabiatından çok Akdeniz iklimini gösteren bir bitki formasyonudur.
Şurası bir gerçek maki formasyonun tahrip edilmesiyle birlikte hem toprak örtüsünün süpürülmesine hem de zayıflamasına sebep olmuş ve bunun neticesinde maki elemanların birçoğu ortadan kalkmasına yol açmıştır. Sözkonusu orman sahalarını acımasızca tahribatından kala kala en az zayiat verdiğini düşündüğümüz pesent (seçicilik göstermeyen) denen bazı maki türleri ayakta kalabilmişlerdir.
Garig formasyonu
İnsanlar arasında zayıflar genel itibariyle garip olarak nitelenir. Varsın bitki âlemini de temsilen garip topluluklar olsun ki bir takım farklılıkları kıyas etme imkânımız olabilsin. İşte temsil noktasında sonderece kurakcıl karakter kazanmış fakir veya cılız sözkonusu bitki formasyonunu Garig formasyonu diye tarif edebiliriz pekâlâ. Örnek: Philleyrea latifolia, Phyllirea latifolia, Poterium spınosum, Quercus coccifera, Juniperus oxycedrus, Cistus ve Thymus türleri.
Psödomaki
Akdeniz dalgasını taşıyan maki elemanları ile Karadeniz tesirini aksettiren nemcil ve kışın yapraklarını döken ağaçların birarada bulunan bitki topluluklarına psödomaki formasyonu denmektedir. Yani bu durum yaz-kış yapraklarını dökmeyen maki elemanları arasına kışın yapraklarını döken maki elemanlarının karışması olayı olarak tanımlanmaktadır. Mesela Marmara bölgesinde Akdeniz ikliminin sirayet edebileceği maki elemanlarının arasında Karadeniz ikliminin sebep olduğu veya yoğun yaz yağmurlarının etkisiyle kışın yapraklarını döken ve daha nemcil karakterde diyebileceğimiz bazı bitki türleri yetişme imkânı bulabilmektedirler. Özellikle maki sahalarında belirli bir kış mevsimi olmadığından bitkiler hayati faaliyetlerini her mevsim sürdürmeye devam etmektedirler. Fakat psödomaki formasyonuna mensup bitkiler için kış mevsimi dinlenme devresi olup, aynı zamanda bu tür bitkilerde yaprak dökümü bile görülebilmektedir. O halde Psödomaki formasyonunu oluşturan elemanlardan bazıları için örnek verebiliriz. Örnekler- Arbutus unedo, A. andrachne, Qercus coccifera, Olea oleaster, Philleyrea latifolia, Pistacia terebinthus, Juniperus oxycedrus, Cercis siliquastrum, Cistus, Erica.
İkinci sunacağımız örnek ise bu maki türleri içine karışan ve kışın yapraklarını döken elamanlardır. Örnekler- Cornus Mas, Crataegu monogyna, Coryllus avellana, Fraxinus
ornus, Rubus fruticosus, Sorbus torminalis ve Ligustum vulgare, Bromus tomentellus.
Ot formasyonları
İklim, toprak ve rölyef gibi yetişme şartlarının ağaç yetişmesine imkân vermediği yerlerde, belirli zamanlarda yağış durumu veya toprağın derinliklerine sızmayacak derecede suyla beslenip yetişen bitkilerin meydana getirdiği topluluğa ot formasyonu denmektedir. Ot formasyonları; savan, step ve çöl formasyonları olarak üç grupta mütalaa edilirler.
Savan
Tropikal bölgelerin kurak mevsimi bulunan bölgelerde gelişen ve içlerinde seyrek olarak ağaçların da yer aldığı yüksek boylu otlardan meydana gelmiş bitki topluluğuna savan adı verilir. Anlaşılan o ki orman formasyonu buralarda yerini yüksek boylu otlara vermiştir. Yine de bu demek değildir ki savan sahaları tamamen ağaçtan mahrum yerlerdir. Bilakis Tropikal bölgelerin yıllık yağışı 1000 mm’nin üstünde olan ve kısa kurak devresi bulunan yerlerde nemli savanlar gelişmiş halde bulunup, bunlar arasında yapraklarını döken ağaçlar da bulunur.
Yıllık yağışı, 500 mm arasında olan ve 5–7 ay kuraklık geçiren kuraklık geçiren tropikal bölgelerde ise kurak savanlar yer alıp, ister istemez bu durumda ağaç nadiren bulunacaktır. Dolayısıyla buraları daha çok yüksek boylu otlar kuşatmıştır.
Tropikal bölgelerin 8–10 ayı kurak geçen ve yıllık yağışı 500 mm’nin altında olan yerlerde dikenli bir hal alır ki savanların bu türüne dikenli savan denmektedir.
Stepler (Bozkır formasyonu-preri)
Bozkır formasyonu denilince ister istemez orta asya akla gelmekte. Sonuçta Ortaasyadan Anadoluya gelip, oradan da Balkanlara uzanmışız. Anlaşılan o ki bozkır kültürümüzü hatırlatacak step formasyonumuz var. Bilindiği üzere orta kuşakta yağışların ağaç yetişmesine yetmiyecek kadar az olan yerlerde yaz kuraklığına dayanamıyarak güz mevsimine yakın bir dönemde solan ve aynı zamanda ortadan ansızın kaybolan ot formasyonuna step formasyonu denmektedir. Dolayısıyla yağış miktarının 250 –300 mm’yi aşamadığı steplerde umumiyetle ağacın olmadığı belirlenmiş olmakla birlikte zemini nispeten nemli yerlerde tek tekte olsa nispeten ağaç görülebilmektedir.
Bozkır formasyonunun başlıca yayılış alanları Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika kıtalarıdır. Memleketimizde doğal step sahaları olup, özellikle İç Anadolu, Tuz gölü çevresi, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Trakya’da ki bazı step sahalar ormanların tahribi neticesinde meydana gelmiş sekonder step sahaları olarak bilinmektedirler. Örnek: Stipa, Artemisia, Festuca ovina, Bromus tomentellus, Peganum harmala.
Flora âlemleri
Madem yeryüzü bitki örtüsü flora âlemlerine ayrılmakta, o halde flora âlemleri de flora bölgelerine ayrılacaktır elbet. Dolayısıyla yeryüzünü saran bitki örtüsü Avustralya, Antartika, Holoarktik, Paleotropik, Neotropik ve Kap florası olmak üzere 6 flora âlemini diye tasnif edilirler.
Holoarktik Flora âlemi
Holoarktik flora âlemi kuzey yarımkürenin soğuk ve ılıman bölgelerini içine alan bir flora âlemi olup, bu sözkonusu âlem Akdeniz, Avrosibirya, Doğu Asya ve Kuzey Amerika diye 5 bölgeye ayrılmaktadır.
Doğu Asya Bölgesi
—Yağışı bol bir bölge olup, yıllık yağışı ortalama 500 mm’ye tekabül etmektedir. Bu arada kışlar ise kurak geçip, yaz mevsiminde yerini yağışa terketmektedir.
—Bölgenin güneyinde subtropik karakterde yağmur ormanları olup kuzeye gidildikçe bu ormana has bir takım karakteristik özellikteki bitkileri ortadan kalktığı gözlemlenmiştir.
—Kuzeye çıkıldıkça yağmur ormanları yerine yaprak dökümünün belirgin hale geldiği ağaç toplulukların hâkim olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle yağmur ormanları Himalaya’nın doğu etekleri, Orta Çin, Formoza ve Güney Japonya’ya kadar uzanmaktadır. Örnek: Lauraceae, Quercus, Magnoliaceae ve Theaceae bitkiler.
—Doğu Asyanın yazlık ormanları Avrupadaki yazlık ormanlardan floristik bakımdan zengin olduğu gözlemlenmiştir. Yani Doğu Asya’nın yarısı Juglandeceae familyası mensuplarının teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Örnek: Alnus, Acer, Betula, Prunus ve Qercus türleri.
Orta Asya Bölgesi
— Orta Asya bölgesi doğuda Gobi çölünü (1000–1500 m), Kuzeyde Tibet yaylasını (4000–5000 m) içerisine alır. Zaten Batı Türkistan’ın dışında kalan bir kısım bölge ise çöldür.
— Ormanca yağış alan yüksek kısımlarda yer alır (300–350 mm).
— Bölgenin batısı çayır stepleri halindedir.
—Doğuya doğru gidildikçe astragalus stepleri hâkim hale geçer. Bunun yanısıra Artemisia stepleri de yer alır.
—Su kenarlarında Salix, Populus, Tamarix cinslere mensup türler hâkimdir.
—Tuzlu topraklarda Chenopodiacea familyasına mensup türler gelişir.
Akdeniz Bölgesi
—Ilıman ve yağışlı kışlarla geçen ve aynı zamanda sıcak ve kurak yazlarla karakterize edilen alanlar Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü bölgeler olarak tanımlanır.
—Bu bölge uzun medeniyetlere sahne olduğundan bu arada ister istemez bitki örtüsü tahrip edilmesi neticesinde tipik form olarak maki topluluğu meydana gelmiştir.
—Akdeniz bölgesinde Pinus Brutia (Kızılçam), Pinus Pinea (Fıstık çam), Pinus Sılyvestris (Sarıçam), Fagus Slyvatica, Fraxinus (Avrupa kayısı), Abies (Göknar), Cedrus Akdeniz ikliminin hâkim olduğu bölgelerde görülür.
—Akdeniz ikliminin etkisi altına giren bölgeler: İberik yarımadasının bir kısmı (İspanya tarafı), Güney Fransanın kıyı bölgesi, İtalya yarımadasının alçak kısımları, Yunanistanın kıyıya yakın alçak kısımları, Batı Güney Anadolu kıyı bölgesi, Doğu Asyanın kıyı şeridi ve Afrikanın kuzey batısı diye sıralanırlar.
Avro-sibirya Bölgesi
— Avro-Sibirya bölgesi Islanda’dan Kamçatski’ye kadar uzanıp, bu ormanlar Doğu Asya’da oldukça fakir oldukları tespit edilmiştir.
— En fazla yağış yaz aylarında görülür.
— Kuzeyi iğne yapraklı ormanlarla kaplıdır. Örnek- Conifera türlerinden; Larix, Abies, Pinus ve Picea teşkil eder.
Conifera arasına geniş yapraklılarda karışarak Kuzey Rusya’dan Sibirya’ya kadar uzanan Tayga ormanlarını hâsıl eder. Tayga’nın kserofit karakteri yerin donmasının sebep olduğu susuzluktan (fizyolojik kuraklık) ileri gelir. Mesela Tayga’nın belli başlı kozalakları; Pinus Sıylvestris, Pinus Cembra, Picea ovata, Abies Sibirica, Larix Sibirica ve Larix dahurica’dır. Yayvan yapraklılara i Sibirya’dan Betula, Alnus, Salix ve Populus, Balkan yarımadasının kuzeyinden ise Carpınus, Fagus, Quercus gibi bitkileri örnek gösterebiliriz.
—Avro-Sibirya otsu formasyonlarından en yaygın olanı çayır olduğu belirlenmiştir. Ayrıca yaz ayları yağışlı olması dolayısıyla bütün bölge bataklık ve fundalık bakımdan zengin olduğu gözlemlenmiştir. Dolayısıyla bataklık çayırlarda Phragmites ve Carex yaygındır.
—Ilıman kuşağın kuzeyinden kutuplara doğru Tundra formasyonu teşkil eder. Örnek-Bryophyta, Liken, Carex. Aynı zamanda Tundaralar yılın ¾ ü karla örtülü olup Cladonia rangiferina (rengidiken) hâkim bitki topluluklarını oluştururlar.
Kuzey Amerika Bölgesi
1-Kuzey Amerika bölgesi fizyonomik bakımdan Avro-Sibirya bölgesine dâhil olup, floristik bakımdanda Doğu Asya flora yapısı gösterirler.
2-İklim ve floristik yapısı bakımdan Kuzey Amerika üçe ayrılmakta olup,
“a-Pasifik kıyı şeridi
b-Atlas okyanus kıyıları
c-İç kesimler” diye tasnif edilirler.
3-Kuzey Amerikan bölgesinin güney doğusunda Virjinya ile Texas arasında kalan kesimde subtropik yağmur ormanları yer almaktadır. Özellikle bunlar arasında Quercus, Magnolia, Liyan’lar zengin ormanaltı vejatasyon oluştururlar.
Pasifik kıyı Şeridi
Özellikle iğne yapraklı ormanlar gelişme gösterir. Örnek- Tsuga, Pseudotsuga, Thuja, Sequoıadendron, Gıganteum (mahmut ağacı), Conifera ormanlarını teşkil eder.
Atlas okyanusu kıyıları
Kurak bölgelerinde pinus türleri, bataklık yerlerde ise Taxodium disticum bulunmaktadır.
İç kesimler
İç kısımlarda Preri adı verilen vejatasyon yer alır. Preriler’in yapısına Astragalus, Aster, Andropogon, Achillea, Koeleria, Stipa’lar teşkil eder. Preri’ler kserofit bitkiler ile örtülüdür.
Paleotropik Bitkiler
Paleotropik flora âlemi;
—Orta ve Güney Afrika
—Tropik Asyayı içine alır.
Paleotropik flora âlemi aynı zamanda Malezya ve Hint-Afrika alanını da kapsar.
Malezya Bölgesi
—Yağmur ormanları Malezya bölgesinin en tipik formasyonudur. Örnek: Moraceae, Annonaceae ve Dipterocarpaceae formasyonlarına ait bitkiler ile odun ihtiyacını karşılayan liyanlar yer alır. Aynı zamanda dalları sis altında kalan Bryophyta, Orchida ve Pteridophyta bitkileri bakımdan zengindirler.
—Malezya Bölgesinin kuşak kısımda muson ormanları yer alır. Sava adasının doğusunda ve K.Hindistan’ın doğusunda ki muson ormanlarını ise Tectona grandis temsil eder.
—Bölgenin güneyine gidildikçe antarktik flora âleminin etkisi görülmektedir.
Hint Afrika Bölgesi
Hint- Afrika bölgesinde kuzeyden ekvatora yaklaştıkça yağış oranı artmaktadır. Dolayısıyla bitki örtüsü şu şekilde sıralama gösterir:
—Bitki örtüsü çöl, savan, galeriye ormanı ve yağmur ormanı şeklinde birbirini takip eder. Yağmur ormanları Gine kıyılarından Güney Havzasına kadar uzandığı gibi yer yer gök galeri ormanları ile çevrili olduğu gözlemlenmiştir. Genelde bu ormanlar devamlı su bulunan yerlerde bulunurlar. Anlaşılan o ki Afrika’nın en tipik ormanlarını Savanlar oluşturmaktadır. Savanlar; Asclepidaceae, Amaranthaceae, Acanthaceae, Scrophulariaceae, Composıtae, Malvaceae ve Legumunaceae türleri savanların tipik bitkileri arasında yer almaktadır.
—Hint Afrika bölgesi, Afrika sahasının Güneyi ile Madagaskar çevresindeki odaları içine alıp, özellikle bunlar içerisinden Madagaskar adası endemikler bakımdan zengin bir alanı kaplamaktadır. Hatta seyyahların ağacı ismiyle anılan ve güneşe karşı dik duran Ravnala Madagascariensis burada yer almaktadır. İlginçtir bu ağaç güneşin kavurucu sıcaklığına aldırmadan daha çok kendi kendini gölgelendirmesiyle dikkat çekmektedir. Belli ki gövdelerinin üstünde simetrik olarak her iki yana yayılmış vaziyette bulunan yaprak demetleri bu iş için seferber olmuşlar. Böylece ışık nereden gelirse gelsin bünyelerinde var olan gölgeleme tertibatları sayesinde bunaltıcı sıcakların zararlarından korunabilmektedirler.
Neotropik Flora âlemi
—Neotropik flora âlemi Orta Amerika ve Güney Amerika bölgesini içine alır.
—Yeryüzünün en geniş yağmur ormanı bu bölgede, özellikle Amazon çevresinde bulunmaktadır. Orta Amerikanın batı kısımlarında ise (Venezualla, Kolombia ve Brezilyanın iç kısımları) yaprak döken muson ormanları ile kserofil çalılar yer almaktadır.
—Neotropik flora âlemi içerisinde savanlar da geniş yer kaplamaktadır. Hatta Uruguay ve Kuzey Arjantinin otluk halde step haline geçmiş savanlarına pampa adı verilir (prerileri andırır).
—Bölgenin güneyi (Patagonya) ise dikenli ağaçlar, kserofil çalılar, seyrek yapılı step ve otlaklarla örtülü yarı çöl halindedir.
— And dağlarında ki (orman ve çalı kuşağından yukarıda kalan kısım) sert yapılı otlar, yastık halinde bitkiler, bodur çalılarla örtülü otlaklar halindeki bitki örtüsüne Paramo denilmektedir.
—Bu flora bölgesinde bilhassa Cactaceae, Cannaceae, Bromeliaceae familyaları daha yaygın haldedirler.
Kap Flora âlemi
—Küçük flora âlemidir.
—Yağışın 2/3’ü kışın düşer.
—Maki formasyonu çalılardan meydana gelmiştir.
—Orman florası sadece güney kıyıların nemli kısımlarında vardır.
—Zengin bir floraya sahiptir. Özellikle Proteaceae familyası zengin formu oluşturmaktadır.
—Arazi yapısının değişik oluşu dolayısıyla yağışa bağlı olarak bitki örtüsünde değişik olarak kademelenmiştir.
Avustralya flora âlemi
—Avustralya büyük kara parçalarından ayrılması sonucu izole olmuş bir kıta olup, aynı zamanda bitki örtüsü % 85 endemik olan bir flora âlemidir. Yani 10.000 türden 8600’den fazlası endemiktir.
— Kıyı bölgeleri yağış aldığından daha çok yağmur ormanları yer alır. Yağış ormanları Eucalyptus ormanları ile çevrilip, bu türler Australya bölgesinde 500 türden fazlasıyla temsil edilirler. Kuzeyin yaz yağmuru alan vejatasyon kısmında ise savanlar damgasını vurmaktadır.
—Bu flora âlemin büyük bir bölümü kurak haldedir.
Antartika Flora âlemi
Güney Amerika’nın güney batı ucunu içine almaktadır. Bu floranın iki ana özelliği sürekli yağışlı sisli ve bulutlu olmanın yanısıra bitki örtüsünün ılıman yağmur ormanı niteliğine sahip olmasıdır. Ayrıca yağmur ormanı fagaceae (kayıngiller) familyasından Nothofagus tarafından temsil edilir. Hatta bu ormanlar lianlar ve epifitlerle örtülüdür. Aynı zamanda bölgede bataklık ve turbalıklar da mevcuttur.
Antartika bölge
Güney Georgia adaları, Kerguelen adaları ve Macquarie adalarını içine alır. Söz konusu adaların florası oldukça fakir olup, yer yer ot formasyonlarına da rastlanır. Dahası bölgenin büyük bir kısmı buz gölü halindedir.
TÜRKİYE VEJETASYON’UN GENEL GÖRÜNÜŞÜ
Türkiye’nin bulunduğu vejetasyon konum Holoarktik flora âlemine girmektedir. Hatta Holoarktis flora âlemi de kendi içerisinde; Akdeniz havzası ve Turan – Önasya flora bölgesi diye tasnif edilip, başta Ege, Akdeniz’in büyük bir bölümü ve Güney Marmara büyük ölçüde Akdeniz havzasına dâhil olup, geriye kalan Kuzey Anadolu, Trakya, Paleoboreal Avrupa, Orta ve Doğu Anadolu ise Turan – Önasya flora bölgesine girmektedirler. Şayet fitocoğrafya yönünden değerlendirme yapacak olursak; Kuzey Anadolu ve Kuzey Trakya, Avrupa – Sibirya flora bölgesine dâhil olup, diğer Ege ve Akdenizin büyük bir bölümü, Biga yarımadası, Akdeniz, Güney Doğu Anadolunun güneyindeki plato ve ovalar Mezopotamya rejyonu içerisinde kalmaktadır.
Kısaca Türkiye florası:
”1-İran-Turan
2-Avro-Sibirya
a-Öksin flora sektörü
b-Kolşik flora sektörü
3-Akdeniz
4-Mezopotamya” diye tasnif edilmektedir. Görüldüğü üzere Türkiye dört mevsim ve 7 bölgesi ile belki de dünyada hiçbir ülkeye nasip olmayacak derecede birçok özelliklere sahip tek ülkeyiz. Bu yüzden ülkemize cennet vatan Türkiye dersek yeğdir. Fakat cennet vatan Türkiyemizin kiymetini bilmediğimizden olsa gerek zengin flora yapısını acımasızca kıymaktayız. Acı ama gerçek, dolayısıyla bu gerçeklerden hareketle Türkiye’de hem vejatasyon formasyonunun değişmesine neden olan faktörleri hem de ormanların önemli ölçüde ortadan kalkmasına neden olan unsurları;
“—Ülkemizde değişik rejyonal iklim şartlarının hüküm sürmesi,
—Türkiye topoğrafyasının yükseklik, eğim ve bakı şartlarının kısa mesafeler dâhilinde sık sık değişmesi,
—Özellikle kuvaterner (dördüncü zaman)’de meydana gelen iklim değişmeleri (ekolojik şartlar) ve Avro-Sibirya, Akdeniz subtropikal, İran-Turan flora bölgesine ait vejatasyon alanlarının devamlı olarak parçalanması,
—Kurak ve yarı kurak bölgelerimizde insanın tabii vejatasyon üzerinde önemli ölçüde müdahaleleri” şeklinde sıralayabiliriz. Nitekim bu tip müdahaleler klimaks türlerin azalmasına, kuru ormanların ortadan kalkmasına ve antropojen steplerin yaygınlaşmasına neden olmuştur.
Demek ki herhangi bir alanda bitki örtüsünün tutunması ve gelişmesi o alanın iklim, toprak, topoğrafya, beşeri faktörler, ekolojik şartlara bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Hatta ortamda veya ekosistem dâhilinde normal denge oluştuğunda, o ortama uyan yeni bir klimaks bitki topluluğu bile yerleşebilmektedir.
Bitki örtüsü ve iklim faktörleri arasında ilişkiler:
1-Sıcaklık
Bilindiği üzere Türkiye vejatasyon için en ideal eşik sıcaklık değeri 8 santigrat derecedir. Zira araştırmacılar tarafından; 8 santigrat dereceyi başlangıç noktası olarak kabül edip esas aldıklarından, başlangıçla sona eriş tarih arasındaki ortaya çıkan rakama tekabül eden devreye vejatasyon süresi veya vejatasyon devresi olarak değerlendirirler. Bu kıstaslardan hareketle yurdumuzda vejatasyon devresinin en uzun olanının Güney kıyılarımız olduğunu, yani bu kıyılarımızda vejatasyon süresinin 260 günden fazla olduğu belirlenmiştir. Hatta Alanya, Anamur ve Antalya gibi bölgeler de vejatasyon süresi yıl boyunca konumunu koruyabildikleri gözlemlenmiştir.
2-Yağış
Türkiye’nin kuzeyinde nemli ılıman, nemli soğuk ormanlar ve su isteği fazla olan higrofitler yaygın durumdadır. Fakat yine de kuzey kıyı şeridi hariç Türkiye genelinde Akdeniz ve Ege kıyı kuşağı boyunca yaprağını dökmeyen, ağaç ve çalıların hâkim olduğu kserofitler ile Orta ve Doğu Anadolu’da kışın soğuğa yazın kuraklığa dayanan meşe, ardıç, yer yer karaçam ve orman sınırının altında ilkbaharda yeşeren yazın kurak devre sonucu meydana gelen step vejetasyonunun hâkim durumda olduğu tespit edilmiştir.
3-Bulutluluk ve bağıl nem
Vejetasyon devresinde bulutluluğun ve nisbi nemin düşmesi, evapotransprasyonun artırmakta ve dolayısıyla kuraklığın kuvvetlenmesine neden olmaktadır.
Sıcaklık, yağış, bulutluluk ve bağıl nem durumu birlikte dikkatte alındığında ülkemizde bitki örtüsü ve iklim faktörleri arasındaki ilişkiler şu şekilde ortaya çıkar. Şöyle ki;
—Ülkemizde Kuzey Anadolu ve özellikle Karadenize bakan yamaçlarda yağış, bulutluluk, bağıl nem değerleri yüksektir. Nitekim Karadeniz kıyı kesimi higrofil karakterde bitkilerin yetiştiği bölge olup, bu bölgesinin yüksek kesimlerinde daha çok soğuk şartlara uymuş ibre yapraklı ormanlar yer almaktadır. Örnek: Kızılağaç, ladin, göknarı, ihlamur gürgen, kayın vs. Ayrıca Kuzey Anadolu fitocoğrafyada dağların yüksek ve güneye bakan yamaçlarında ise soğuğa dayanıklı ışık isteği fazla olan sarıçam ve karaçam ormanları vardır.
—Sıcaklığın nispeten fazla, bulutluluğun düşük olduğu Ege ve Akdeniz kıyılarında kuraklığa dayanıklı maki, frigana, kızılçam, fıstık çamı, servi (selvi-cupressus), palmiya ve turunçgiller gibi sıcaklık bitkileri vardır.
— Kışlar soğuk, yağışların az düştüğü Orta Anadolu ve Doğu Anadoluda step vejatasyonu bulunmaktadır.
—Vejetasyon süresinin birkaç ayı kapsadığı, düşük sıcaklıkların yüksek olduğu alanlarımızda (dağlarda) subalpin –alpin denilen çayır formasyonu yer almaktadır.
— Yarı kurak- yarı nemli bölgelerimizde park görünümlü kuru ormanlar, ardıç, meşe, karaçam ve bunların karışık olduğu topluluklar bulunmaktadır.
Bakı ve eğim
Karadeniz bölgesinin arka ve iç kesimlerin kuzeye bakan yamaçlarında sarıçam, güneye bakan yamaçlarında meşe ve ardıç toplulukları ile antropojen stepler hâkim durumdadır. Örnek: Sarıkamış ve Hopa.
Karadeniz sahil rejiyonunun kuzeye bakan yamaçlarında ise ardıç, sarıçam ve meşeler baskın duruma geçmektedir.
İç Anadolu’da bakı durumuna baktığımızda kuzey yamaçlar ardıç ve meşeler, güney yamaçların ise step ve antropojen steplerle kaplı olduğu gözlemlenmiştir.
Genel bir bakı tanımı yaptığımızda; Akdeniz bölgesi hariç diğer bölgelerimizde kuzey yamaçlar nemli olmaktadır. Yani buralar yarı nemli lokal ortamlar ve rejiyonlar olması nedeniyle higrofil- mezofil karakterde vejatasyon formasyonlarını bağrında taşımaktadır. Güneye bakan yamaçlar malum, kurak ve yarı kurak ortamlar oluşturduğundan dolayı daha çok kserofik karakterde ağaç, çalı ve ot toplulukları ile kaplıdır.
Bitki örtüsü ile Biyotik (beşeri) faktörler arasında ilişkiler:
—Tabi bitki örtüsünün sürekli tahribi neticesinde eğimli yamaçlar erozyona uğramış, derken ana materyal yüzeye çıkmıştır. Anlaşılan o ki ortam bozulmasına paralel olarak ortamda klimaks türlerin sahadan çekilmesini beraberinde getirmiş ve böylece geriye bitki örtüsü olarak kala kala birkaç kanaatkâr ağaç, çalı ve ekseriya otsu türler kalmıştır.
—Step ormanlarının çeşitli yollardan tahribi step alanların genişlemesini sağlamıştır. Karadeniz kıyı kuşağında ise yer yer psödomaki (yalancı maki) topluluklar gelişmiştir.
—Vejetasyon örtüsünün tahrip edildiği alanlarda klimaks türler azalmış veya tamamen yok olmuş ve bunun neticesinde yerini kurakçıl bitki toplulukları ana kayaya bağlı türler yaygınlaşmıştır. Hatta bitki ortamı bir veya birkaç türün yayıldığı saha haline gelmiştir.
—Genelde memleketimizde klimaks türler önemli derecede değişmiş onun yerine ortama yabancı türler denilen kozmopolit türler ön plana geçmiştir.
— Ülkemizde aşırı hayvan otlaması, tarıma uygun olmayan alanlarda tarım yapılması, eğimli alanların sürekli traşlama yapılması ve orman bakımın sağlanamaması gibi etkenlere bağlı olarak vejatasyon örtüsünün büyük ölçüde kan kaybına uğradığı belirlenmiştir.

TÜRKİYEDE BİTKİ ÖRTÜSÜNÜN GEÇİRDİĞİ SÜREÇ
Flora –Biyocoğrafya alanlarında değişmeler
Ülkemiz Pleistosen’de ve hatta Holosen’de önemli iklim değişmelerine uğramıştır. Bu yüzden etkileri pedojenez ve jeomorfolojik yönden çok önemlidir. Bu arada Glasiyal devrelerde (buzul devre) hüküm süren nemli iklim şartlarına bağlı olarak ormanlar geniş alanlara doğru yayılmış, hatta bugün kuzey bölgelerimizde bulunan nemli ormanlar güneye doğru ilerlemiştir. Böylece step alanları daralmış ve bunun sonucu olarakta Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’daki yüksek alanların kuzeyine düşen soğuk bölgelerde kendine has bitkilerin yer almasına yol açmıştır.
Amanos dağlarında (Adana-Antakya) bulunan oksin kaynaklı elementler
Amanos dağlarında özellikle kuzeye bakan yamaçlarında Akdeniz fitocoğrafya bölgesi dışında diyebileceğimiz Güney ponto, Sibirya, öksin veya kolşik elemanları bulunmaktadır. Mesela bir öksin ağacı olan Fagus oriantalis (kayın) Amanos dağların da 1100–1500 m arasında, Antakya ve Musa dağının güney ve batı yamaçlarında ise 1900 m’ye kadar çıkabilmektedir. Örnek- Acer platanoides, Alnus glutinosa (Adi Kızılağaç), Fagus oriantalis Lipsky (doğu kayını), Evonymus latifolus, Quercus pantraea, Taxus baccata (Porsuk), Tilia argentea (Ihlamur), Ulmus glabra (Karaağaç), İlx clchica.
Belgrad ormanlarında yer alan Akdeniz bitkileri
Belgrad ormanlarında yer alan Akdeniz florasına ait elemanlar şunlardır:
Arbutus Unedo, Erica verticillata, Poterium spinosum, Spartium junceum, Quercus Coccifera, Quercus infetoria, Juniperus oxycedrus, Calluna vulgaris, Cistus villosus.
Ağrı dağı üzerinde ise Munzur, Erciyes, Nemrutda olduğu gibi Betula (Huş) ormanı bulunmaktadır. Hakeza Tortum doğu bölgesinden olmasına rağmen Tortum Havzasında Akdeniz kökenli bitkiler mevcuttur. Örnek- Arbutus Unedo, Arbutus andrachne, Jasminum fruticans(Yasemin), Capparis spinosa ve Cotinus coogyria’dır.
Türkiye için Holosende meydana gelen iklim değişmeleri konusunda şu şekilde genel sonuçlara ulaşılmıştır. Şöyle ki;
— Günümüzden 8–9 bin yıl önce Anadoluda hissedilir bir kurak ve nispeten ılık bir dönem meydana gelmiştir.
— 5–7 bin yıl önce hissedilir derecede sıcak ve oldukça nemli bir dönemin bulunduğu uygun bir klimatik değer dönemi meydana gelmiştir.
— 3000 yıl önce serin bir dönem geçmiştir. Fakat Postglasiyal dönemde (1500–1700 yıl önce) kurak bir dönemin başladığı ve böylece orman formasyonunun yavaş yavaş yerlerini stepe terk ettiği görülmüştür. Örnek: Orta Anadolu ve Doğu Anadolu bölgesi.
1-Kuzey Anadolu Fitocoğrafya Bölgesi
Bu bölge Ordu’dan doğuya doğru uzanan kolşik ve Istranca dağlarına, hatta Bulgaristan’a kadar uzanan öksin bölgesini içine almaktadır.
Çoğunlukla öksin bölgesine ait olan ağaç ve çalılar şunlardır:
Abies bornmülleriana (Uludağ göknarı), Alnus glutinosa (Adi kızılağaç), Abies nordmanniana (Kafkas-Doğu Karadeniz göknarı), Acer Campestre(Ova akçaağacı), Carpınus oriantalis (doğu gürgeni), Coryllus avellana(kuzu fındığı), Coryllus colurna (ayı fındığı), Castanea sativa(Avrupa kestanesi), Fagus orientalis (Doğu kayını), Pinus Silvestris, Quercus dischorochensis(Çoruh meşesi).
Kolşik sektörde bulunan ağaç ve çalılar ise şunlardır:
Alnus barbata, Philleyrea decora, Picea excelsa, Picea orientalis, Quercus pontica, Rhodendron cauca sicum, Rhodendron smirnovi, Rhdendron ungerni.
2-Akdeniz (Ege-Akdeniz) Fitocoğrafya Bölgesi
Kuzeyde Marmara kıyılarından başlayarak (Gelibolu ve Biga Yarımadası), Ege (Uşak ve Denizli bölgesine kadar sokulan), Toros dağlarının güneye bakan yamaçları boyunca yükselen kısımlar ve Amanos dağlarından güneye doğru devam eden bölgeler ve Doğu Akdeniz flora bölgesine dâhil edilir. Bu bölgede Sclerophyll (ışığı seven sert yapraklı bitkiler) vejatasyon hâkim olup, bunun yanısıra Geofitler, Terofitler ve Kamefitler gibi bölgeye has karakteristik bitkiler de mevcuttur. Bunlar dahası Akdeniz bölgesinin ormanın tahribi ile yerleşmiş olan maki bölgesinin önemli vejatasyonu olarak bilinmektedir. Zira bölgedeki önemli ağaççık ve çalı türleri şöyledir:
Arbutus andrachne, Ceratonia Siliqua, Cotinus Cogygria, Daphne Sericea, Erica verticillata, Juniperus oxycedrus, Myrtus comminus, Olea europea, Philleyrea Media, Pistacia lentiscus, Quercus coccifera, Quercus haas, Quercus libani, Styrax officinalis.
3-İran -Turan Fitocoğrafya Bölgesi
İran-Turanian kökenli karakteristik bitkiler bulunmaktadır. Örnek: Acantholimon, Acanthophyllum, Calligonum, Ferula, Alyssum, Isatis. Türkiye ise İran-Turan Bölgesi iki ana vejatasyon sahasına ayrılmaktadır. Birincisi yaprağını döken çalı ve park görünümündeki ormanların oluşturduğu dış kuşaktır. İkincisi de Orta Anadolu’nun ağaçsız alanı “gerçek step” diye anılan Orta Anadolu stepidir. Orta Anadolu ağaçsız steplerinde Artemisia fragans, Euphorbia tinctoria, Globularia orientalis, Isatis glauca, Poa bulbosa, Astragalus, Peganum harmala.
Şurası da bir gerçek Türkiye’de floristik alanların yayılışını kesin çizgilerle sınırlandırmak mümkün değildir. Bu durumun iki ana sebebi vardır. Şöyle ki;
—Pleistosende ve Holosende meydana gelen iklim değişmelerinden kaynaklanmaktadır. Nitekim soğuk- glasiyal dönemlerde(Pleistosen Epoch glacials pleyistosen buzul dönemler) güneyli ve kserofitler kuzeye doğru ilerlemiştir.
—Orografik uzanışlar bakı lokal ortamları yaratmış ve bunun sonucu olarak ortamda değişik flora bölgelerine ait bitkiler tutunmuşlardır. Mesela Kuzey Anadolu dağların güneye bakan yamaçları kserofit ve ışığı seven bitkilere, Akdeniz bölgesinde kuzeye bakan yamaçlar ise kuzeyli higrofil bitkilerin tutunmasına yataklık yapmıştır. Hakeza Amanos dağlarında çok sayıda öksin toplulukları kuzeye bakan nemli yamaçlarda toplanmaktadır.
TÜRKİYE’DE VEJETASYON FORMASYONLARI
Bilindiği üzere minicik ağaç kök hücreleri toprağa basınç yaparak sert kayaları bile delip durmak yok yola devam demekteler. Dolayısıyla kök hücresi deyip geçemeyiz. Hücrelerin içerisinden çıkan kaygan sıvı kökün yol boyunca ilerlemesine yeter artar bile. Kökler kayaları delip parçalayarak toprağın derinliklerine ilerler de ağaç gövdesi üzerindeki sürgünler ilerlemez mi? Elbette ki onlarda gökyüzüne doğru yönelerek gelişme kaydederler. Öyle ki ağaçların sürgünlerin uç kısımlarında bulunan tomurcuklar sürekli yenilerek yeni hücreler oluşturup gövdenin dal budak salınmasını sağlarlar. Hakeza ağaçların genelinde büyümenin gerçekleştiği kambiyum denilen hücre tabakaları da mevcuttur. Nitekim her yıl kambiyum tabakası yaşlı ağaca bir halka daha ilave etmek için can siparane çalışmaktadır. Hatta bu halkalar sayesinde birçok ağacın yaşını da öğrenmiş oluruz. Kambiyum tabakası sadece ağacın yaş tespitine yönelik bir halkalar kuşağı olmayıp, aynı zamanda kökler tarafından su ve suda erimiş maddelerin alınarak kambiyuma ulaştığında, bu durumda kambiyum bünyesinde mevcut bulunan iletim borularını kullanarak suyun yapraklara taşınmasına vesile olurlar. Bu arada ağaç büyüdükçe kambiyumun içerisinde borularda sertleşip ağacın gövdesini oluştururlar. Gövde artık bir noktadan sonra yapraklarla bağlılıklarını kesip mevcut suyu depolarında saklı tutarlar. Yapraklar ise köklerden erimiş halden gelen minarelleri bünyelerinde var olan klorofil maddesi sayesinde havadan aldıkları karbondioksitle birleştirerek şeker ve nişasta haline dönüştürüp ağaç dokularının hem beslenmesini hem de yeni dokuların oluşmasını temin ederler. Anlaşılan o ki bir ağaçta gerçekleşen akıl dolusu faaliyetler ormanlarda kat be kat daha artarak koro halinde topyekûn cereyan etmektedir. Dolayısıyla ağaç veya orman deyip geçmemeli. Çünkü kauçuk, katran, reçine sakız, boya ve kibrit gibi maddeler ağaçlardan elde edilmektedir. Hatta kullandığımız birtakım hapların birçoğu da ağaçlardan temin edilmektedir. O halde ormanlarımızın kıymetini bilip “Yaş kesen baş keser” düsturundan hareketle onlara gözümüz gibi bakmak boynumuzun borcu olmalı. Bu bilgilerden sonra orman konusuna geçip alt başlıklar altında şöyle izah edebiliriz:
1-Trakya antropojen step formasyonu
Trakya gibi yarı-kurak- yarı nemli şartlara haiz alanlarda antropojen stepler ve yarı kuşak şartların hüküm sürdüğü alanlarda kuru ormanlar yer almakatdır. Mesela Vertisollerin görüldüğü, aynı zamanda antropojen step alanının orman kalıntıları olarak kabul edilen sahalarda Quercus infectoria, Quercus pubescens, Quercus cerris, Juniperus oxycedrus, Carpinus oriantalis gibi bitkiler bulunmaktadır. Özelllikle Trakya antropojen step sahası içerisinde yer alan vejatasyon örtüsü tipik kurak ve karasal iklim şartlarını en iyi şekilde yansıtmaktadır. Örnek- Quercus pubescens, Jasminium fruticans, Stipa pennata, Koeleria cristata ve Festuca ovina yaygındır.
Trakyada otlak vejatasyonun en önemli temsilcileri; buğdaygiller familyasından Cynodon dactylon, Dactylis glomerata, Poa bulbosa, Festuca ovina, Koeleria cristata olup, Baklagillerden ise Trifolium campestre, Trifolium arvense, Trifolium incarnatum gibi türler temsil etmektedir.
2-Psodomaki Formasyonu (çalı)
Doğuda Hopa’dan başlayarak Trakya kıyılarını takiben bir şerit boyunca çoğu kez
ağaçcık veya çalılardan ibaret bir kuşak uzanmaktadır. Bu kuşak aynı zamanda plantasyon kültür kuşağı olup insan tahribatının en yoğun olduğu alana tekabül etmektedir.
Bilindiği üzere Trakya’nın Karadeniz kıyıları boyunca psödomaki hâkim durumda olup, ancak Karadeniz kıyılarından iç kısımlara gidildikçe psödomaki içindeki maki elemanlarının tedricen ortadan kalktıkları görülecektir.
Genel itibariyle Psödomaki formasyonu bu kesimde şu elemanlardan müteşekkildir:
Philleyra latifolia (akçakesme), Laurus nobilis (defne), Arbutus unedo(koya yemiş), Cistus salvifolius (Laden), Rubus fruticosus (böğürtlen), Corylus avellana (fındık).
Daha doğuda karaboğaz iskelesi ile kerpe burnu arasındaki kıyı bölgesi içerisinden yer alan maki elemanlarına ise; Phillyrea latifolia (akçakesme), Laurus nobilis(defne), Arbutus unedoe (kocayemiş), Cistus salvifolius(Laden), Corylus avellana, Rubus fruticosus, Erica arborea, Cornus mas, Crataegus monogyna, Mespilus germenica gibi bitkileri örnek verebiliriz
3-Orman Formasyonu
Bu formasyon Trakya, Batı ve Orta Karadeniz (Öksin sektör- Meşe kayın ormanları) bölgesinde bulunmakta olup, aynı zamanda yapraklarını döken esas itibarı ile meşe ve kayından ibaret orman kuşağına uzanmaktadır. Hatta kıyıdan yüksek kesimlere gidildikçe daha çok kayın ormanları, kıyıya doğru saha dâhilinde ise meşe ormanlarının yaygın olduğu görülmektedir.
Trakya alanı Istranca dağlarının 1000 metre yüksekliğinde ki kuzey yamaçlar ile 500–600 m yüksekliğinde güney yamaçlarda Fagus oriantalis (Doğu kayını) ormanlar yer alır. Çoruh meşesi ise odacıklar halinde bulunmaktadır.
Kayın florasının alt florasını Rhododendron Ponticum, İlex aquifolium teşkil eder.
Istranca nemli orman alanının orta bölümü ise sık bir orman altı florasına sahiptir. Bu kesimde Rhododendron ponticum, Daphane pontica, Hypericum trifolium bulunmaktadır. Trakyanın doğu nihayetinde önemli ağaç topluluklarının bulunduğu alan Belgrad ormanı olarak bilinmektedir. Belgrad ormanı esas itibarı ile meşe ağaçlarından meydana gelmiştir. Örnek: Q. Frainetto, Q. Cerris, Q. Hartwissiana, Tilia tomen, Carpinus betulus, Acer cam poster.
Orman formasyonun güneye bakan kısımlarda meşe toplulukları ağırlıkta olup, kuzeye bakan yamaçlarda da kayın yaygın haldedir. Dere tabanlarında ise gürgen bulunur.
Kocaeli nemli ormanların batı kesimi (meşe kayın sahası): Quercus Pedunculiflora, Castane sativa, Crataegus monogyna, Phillyrea latifolia, Daphne pontica gibi türler sahne almaktadır.
Kocaeli nemli ormanlarının doğu kesiminde yer alan kayın sahasına bir öksin elemanı olan orman gülü de (Rhododendron Ponticum) refakat etmektedir. Örnek- Castane sativa, Carpınus betulus, Q.Bademli flora, Q. Frainetto, Rhododendron Ponticum, Fagus orientalis, Mespilus germanica, Crateagus monogyna, Erica arborea.
4-Orta ve Batı Karadeniz Bölümü (Kayın-Göknar ormanları)
Sakarya nehrinin doğusundan başlayıp Ordu’ya kadar uzanan Kuzey Anadolu dağlarının kuzey yamaçları boyunca veya nemli-ılıman kuşağın hâkim kısımlarında kayın ormanları yoğunlukta olup, yüksek yerlerde ise kayın-göknar karışımı ormanlar ağırlıklı olarak yerini almaktadırlar. Mesela İnebolu- Cide arasındaki Batı Köroğlu dağları alan dâhilindeki orman formasyonu şu birliklere ayrılmaktadır:
—Gürgen(Carpınus betulus) ve Şimşir (Buxus sempervirens)
—Kayın (Fagus oriantalis) ve orman gülü (Rhododendron Ponticum)
—Göknar (Abies nord. Sub. Bornmülleriana) saf olarak 1200–1500 m arasında bulunur.
—Pinus sılvestris-Yüksek alanlarda Göknarla birlikte bulunur.
—Pinus nigra ve Geven (Astragalus anthylloides)-
Batı karadeniz bölümünün Orta Anadoluya bakan güney yamaçlarında (Kayın –Gökpınar) yer alan 1000–1100 m arasında ki bitki ve orman kuşakları ise şöyledir:
1-Maki vejetasyon kuşağı
Bu kuşak akarsuların vadileri boyunca birkaç kilometre içerisine sokulmuş olan ve yüksekliği 200 metreyi bulan dar kıyı şeridini oluşturur.
2-Kestane- ıhlamur- gürgen-meşe ormanları- kayın kuşağı
Bu kuşakta yer alan bitkiler 500 m yükseklikler dâhilinde karışık ve ayrı (farklı) birlikler oluşturarak uzanmaktadırlar.
3-Saf kayın ormanları(fagetum kuşağı) kuşağı
Bu kuşakta yer alan bitkiler 500–900 m yükseklikler dâhilinde aynı (benzer) birlikler oluşturarak uzanmaktadırlar.
4-Kayın- Göknar karışık ormanları (fagetum – Abietum) kuşağı
Bu kuşakta yer alan bitkiler 900–1500 mm yükseklikler dâhilinde karışık(kompleks) birlikler oluşturarak uzanmaktadırlar.
5-Saf Göknar orman (Abietum) kuşağı
Kızılağaç ormanları
Bu tür ormanlar Doğu Karadeniz bölümünde dere kenarlarında ki alanları işgal edip ormanın üst sınırına kadar uzanırlar. Derken kızılağaçlar 5–6 yıl sonra 7–8 m boyunda kızılağaç ormanları ile kaplanmaktadır. Örnek- Buxus sempervirens(şimşir), Prunus lauro cerasus (karayemiş)
Kayın- kestane- meşe – gürgen ormanları
Bu tür orman formasyonlarının 100 metreye kadar uzanan etek kuşağı geniş ölçüde tahrip edilmiş durumdadır. Hatta çeşitli ağaç toplulukları birbirine karışmış durumdadır. Mesela bunlar arasında bir kestane ağacı var ki, onun hakkında bir Rize’liye kestane nedir diye sorarsanız vereceği cevap; o şehittir der. Gerçekten her türlü bitkinin kabuğu çürür, fakat kestane kabuğu çürümez. İşte bu yüzden o bizim nezdimizde şehit unvanını çoktan hak etti bile.
NEMLİ-YARI NEMLİ SOĞUK ORMANLAR
Ladin ormanları
Bu ormanlar Ordu’nun doğusundan başlayıp Doğu Karadeniz dağları boyunca yüksekliği 2300 metreye kadar çıkabilmektedir. Mesela daha çok sahil zonunda bulunan kayın ile ladin karışık halde bulunup, yüksek kesimlerde ise göknar ve sarıçam beraberce bulunmaktadırlar
Trabzon civarında saf Ladin ormanları 90–100 metreleri bulup, özellikle Meryem ana yörelerinde 1400–1500 metre olduğu gözlemlenmiştir. Trabzon dolaylarında Ladin ile birlikte bulunan diğer önemli ağaç ve çalılar şunlardır: Fagus orientalis, abies nordmanniana, Tilia rubra, Rhododendron Ponticum.
Rize’nin doğu kesimlerinde Ladin ormanlarında yer alan elamanlar: Acer platanoides, Ulmus montana, Rhododendron Ponticum, Rhododendron Luteum, Viburnum orientale, Carpinus betulus, Sorbus aucuparia’dır.
Göknar (Abies nordm) karışım ormanları
Göknarlar Ladine nazaran soğuğa karşı dayanıklı olup ladin-sarıçam arasında yer almaktadırlar. Bunlar daha çok 1000 metreden yüksek ortamlarda ve soğuk iklimde yetişmektedirler. Hatta Karadenizin iç kesimlerinde 1500–2000 metre yüksek rakımlarda bu tür ormanlar görülebilmektedir. Fakat yüksek kesimlerde daha çok Rhododendron Ponticum ve Rhododendron Smirnovi türleri baskın durumdadır.
Sarıçam ormanları
Bilindiği üzere çam ve köknar ağaçlarına ait yaprakların dar ve iğnemsi olması, aynı zamanda yapışkanımsı yapraklarla çevrili olması dolayısıyla bu yapraklar buharlaşmaya geçit vermemektedir. Bu yüzden kışta olsa yaprakları dökülmemektedirler. Bunlar arasında dalları hiçbir zaman çıplak kalmayan çamlardan biri de hiç kuşkusuz sarıçamdır. Sarıçam ormanları daha çok karadeniz etkisinin azaldığı Sarıkamış gibi bölgelerde yaygın duruma geçip, hatta Kuzey Doğu Anadolu’nun 2700 metrelik rakımlı tepelerde yetişen çamlarda vardır.
Kuru Ormanlar
Genellikle meşelerin hâkim olduğu bu ormanlar güney kesimlerde bulunur. Fakat bu ormanlarda altı adet flora fakir durumda gözükmektedir. Yani buralarda genellikle kserofit karakterde ağaçlar yaygın durumdadır.
Istranca ve Çatalca yarımadası üzerinde kuru ormanların karakteristik en bariz özelliği ağaç meşesi olmasıdır. Önemli meşe türleri: Quercus dschorochensis, Quercus pedunculiflora, Quercus frainetto, Quercus infectoria, Quercus cerris, Quercus dalechampii, Quercus pubescens.
Kuru saha ormanda yer yer gürgenler bulunmaktadır. Örnek: Carpınus orıantalis, Carpınıus betulus.
Kuru orman topluluklarına kızılçam, sarıçam, Macar meşesi girmektedir.
Ot formasyonu
Orman sınırının üzerindeki subalpin ve alpin çayırlar oluşturmaktadır. Ormanın üst sınırında başlayan bu çayır alanlar özellikle Bolu Ala dağları, Ilgaz dağları ve Doğu Karadeniz dağlarında yaygındır.
Belli başlı subalpin- alpin otsu türler şunlardır: Geranium Cinerum, Festuca alpina, Geranium slyvaticum, Astragalus viciifolius, Ranunculus caucasicus.
Bu otsu vejatasyon 2000 metrenin üzerinde karla kaplı kar örtüsünün çekilmesinin ardından yeşillenmekte olup, daha çok Haziran ve Temmuz aylarında rengârenk çiçeklerin bir anda sarardığı müşahade edilmiştir.
AKDENİZ FİTOCOĞRAFYA BÖLGESİNİN VEJETASYON FORMASYONLARI
Bu formasyon Ege ve Akdeniz bölgelerini içine almakta olup, iklim olarak kışları ılık ve nemli, yazları sıcak ve kurak geçmektedir.
Maki-Garig Formasyonları (Çalı)
Maki formasyonun tahribi sonucu oluşan, daha kurak, daha fakir, aynı zamanda radyasyonun şiddetli olduğu ortamlarda yetişen ve boyları 50 cm - 1 m arasında değişen bodur çalı topluluklarına Garig veya frigana denilmektedir.
Bu formasyon Marmara denizi çevresinde 300 –350 metre, Ege sahilinde 600 metre, Akdeniz kıyıları boyunca 800–1000 metre arası yüksek alanlarda bulunmaktadır.
Orman Formasyonları
Akdeniz fitocoğrafya bölgesinin sahilden başlayıp alpin zona kadar çıkan iğne yapraklı ağaçlardan ibaret orman formasyonları;
“—Kızılçam
—Fıstık çam
—Karaçam
—Sedir
—Göknar” olarak kategorize edilirler.
Kızılçam (Pinus brutia) Ormanları
Kızılçam ormanları Marmara ve Karadeniz sahillerinde 100–200 metreden başlayıp 700 metreye kadar yüksekliği bulan rakımlı alanlarda, Ege bölgesinde 110–1150 metreye kadar çıkabilen alanlarda ve Torosların güneye bakan yamaçlar boyunca sahilden 110–1200 metre yüksekliği bulan alanlarda yetişen formlardır.
Fıstık Çam (Pinus pinea) ormanları
Aydın, Muğla, Maraş yakınlarında, Marmara denizi çevresinde, Gemlik körfezi kıyılarında bulunmaktadır. Ayrıca bu ormanlar Kozak yaylasında 700–900 metre yüksekliği bulan alanda da yaygın haldedir.
Meşe (Quercus coccifera) ormanları
Q. coccifera ve Q. İlex gibi meşe ormanları Ege-Marmara kıyı şeridinde ve Toroslarda yer almaktadır.
Q. aegilops (palamut meşesi) güneyde 700 metreden başlayarak 900–1000 metreye çıkan alanlarda bulunmaktadır. Mesela Afyon batısında 1300–1400 metre yüksekliğe sahip Ahır dağı ile Murat dağın 1300 metre yüksekliği bulan yamacında bu ormanları görmek pekâlâ mümkündür.
Akdeniz bölgesi yarı nemli dağ ormanları
Özellikle Eğridir havalesinde endemik meşe türü olan Q. Vulcanica, Q. Libani, Q. Nigra, Q. Cerris, Abies cilicia, J. Oxycedrus, J.excelsa orman topluluğu oluştururlar. Kasnak ormanlarında meşe ardıç karışımı ormanlar ilk sırayı almakla beraber bunu sırasıyla saf ardıç, sedir ardıç, saf karaçam, meşe, sedir, kızılçam, karaçam ardıç, göknar ardıç ormanları takip etmektedir.
Karaçam ormanları (Pinus nigrea)
Doğu Karadeniz hariç Türkiyenin hemen hemen her yerinde yayılış gösteren ormanlardır. Özellikle Kuzey Anadolu şeridinde 400–1400 metre yükseklikte, Toros dağlarının 1200–2100 metre arasında ve ayrıca Anadolunun batıdan doğuya doğru uzanan Köroğlu, Bolu, Ilgaz ve Canik dağlarında görülmektedir. Ayrıca Karaçam ormanları ortalama 1000 metre yüksekliği bulan dağlık alanlarda ve kuzeye bakan yamaçlarında yaygındır.
Sedir (Cedrus libani) ormanları
Akdeniz bölgesinin Toroslar üzerinde ki karaçam ormanlarından sonra sedir ormanları gelmektedir. Sedir daha çok denize yakın kısımlarda 1200–1250 metre rakımlı alanlar ile Torosların kireçtaşı ve ana kayalar üzerinde ve 1000–2000 metre arasında ki denize bakan güney yamaçları tercih etmektedir. Amanos dağlarında ise sedir 1400–1800 metre arası yüksek alanlarda gelişme gösterdiği belirlenmiştir.
Bundan başka sedir topluluklarına Sultan dağları, Dere sinek- aka sinek köyleri arasında kireç taşları üzerinde ve Erbaa çatalan mevkinde rastlanılmaktadır.
Sedir ormanlarına yer yer A. cilicia, J. Oxycedrus, J. excelsa, Pinus nigra, Pinus brutia, Q. Libani türleri de karışmaktadır.
Göknar (Abies cilicia) ormanları
Antakya’nın kuzeyinde Bucak dolaylarında başlayıp, Andırın’a kadar uzanan ormanlardır. Hatta Orta Toroslarda Abies cilicia (Toros Göknarı) 1300–1500 metre arası yüksek alanlarda orman halinde yer almaktadırlar. Örnek- Q.Cerris, Ostrya Carpinifolia.

ORTA ANADOLU FİTOCOĞRAFYA BÖLGESİNİN VEJETASYON FORMASYONLARI

Bu vejatasyona sahip formasyonların bulunduğu bölgede yıllık ortalama yağış 400 mm’nin altında seyretmekte olup, bu formasyon daha çok yüksekliği 600 metre bulan alanlarda görülmektedir.
Bilindiği üzere Orta Anadolu’nun büyük bir kısmı yarı kurak iklime sahip olup, çevresinde ise yarı nemli iklim şartları hüküm sürmesine paralel olarak yılın 3–4 ayı kurak geçmektedir. Fakat yüksek alanlarda kuraklık 2–3 ay ile sınırlı kalmaktadır.
Tuz gölü çevresinde çorak bitkilerin hüküm sürmesi daha çok toprak durumuyla alakalı bir durum olup, yaylalarına çıkıldığında kestane renkli toprak örtüsüne bağlı olarak nükseden step toplulukları, yükseklerde ise bozulmuş yarı olgun kahverengi orman toplulukları yer almaktadır. Anlaşılan o ki toprak oluşumunda genellikle kalsifikasyon (kireçlenme) süreci hâkim olup, bu durum alkalen reaksiyon gösteren toprakların daha baskın konumda olduğunu göstermektedir.
Bölgenin orta bölümünde yüksekliğin 1200 metreye kadar olan orta bölümünde step ve daha yüksekte ise karasal ve soğuk ve yarı kurak – yarı nemli şartların oluşturduğu kurakcıl-kuru orman örtüsünün olacağı söylenebilir. Orta Anadolu’da 1000 –1200 metreleri arasında alçak dağ stebi ve daha yüksek kesimlerde ise meşe, karaçam toplulukları ve ormanları görülmektedir.
Orta Anadolu step formasyonu (Ot formasyonu)
Orta Anadoluda Tuz gölü çevresinde ve Konya–Ereğli arasında uzanan bataklıkların kenarlarında çorak topraklarda halofil (tuzcul) karakterde zayıf bir örtü mevcuttur.
Tuz gölü çevresinde yer alan çorakcıl bitkilerin oluşturduğu birlikler genellikle Salsola; Frankenia, Atropis, Petrosimonia, Halocnemum olarak bilinmektedir.
Konya, Eskişehir, Kayseri, Ankara gibi derin topraklı düz ve az eğimli alanlarda Artemisia fragans, Thymus squarrosus, Astragalus microcephalus, Festuca valesiaca, Koeleria cristata, Stipa lagacea gibi türler birlikler oluştururlar.
Orta Anadolu’da belli başlı çalılar şunlardır: Prunus spinosa, Jasminum fruticosus, Crataegus orientalis, Lonicera etrusca, Clematis vitalba, Amygdalus orientalis, Atraphaxis bardier, Rhus coriaria, Capparis sicula.
Hayvanların iltifat etmediği otlara ise Eyquem campestre, Peganum harmala, Euphorbia tinctoria, Centaurea squarrosa gibi türleri örnek verebiliriz.
Antropojen/ağaçlı step formasyonu
Orta Anadolu’da vaktiyle park görünümlü ormanların katledilmesi neticesinde şimdilerde 1000 metreden yüksek alanlarda step vejetasyonuyla karşı karşıya kalmış durumdayız.. Nitekim asırlar boyu süre gelen tahribata rağmen en sonunda Orta Anadolu’daki karaçam, meşe, hatta ardıç ormanları direnç göstererek nispeten nemli kuzeye bakan lokal alanlara ve yükseklere çekilip hal lisaniyle adeta yıkılmaktayım ayaktayım diyebilmektedirler.
Orta Anadolu’nun kuzeyinde Beypazarı civarında iki tip step birliği bilinmektedir:
1-Dağ stebi Örnek-Thymus Sipyleus, Astragalus microcephalus ve A. angustifolius.
2-Ova stebi Örnek-Artemisia fragrans. Bu step birliğinde daha çok Q. pubescens, Pinus nigra bulunup genellikle Pallasiana (karaçam) toplulukları tarafından sınırlandırılmıştır.
Ayaş dağının büyük bir kısmında kurakçıl step birlikleri görülmektedir. Dolayısıyla Ayaş dağı yöresinin vejatasyon formasyonu orman ve step vejatasyonu olmak üzere iki farklı tipe ayrılmıştır.
Ankara’nın doğu yakasında ki Elmadağ ve çevresinde J. Oxycedrus, J. Excelsa, Thymus spyleus, Ast microcephalus, Ephedra majör, Genista aucheri, Jasminium fruticans birlikleri mevcuttur.
Subalpin ot formasyonu
Bu kuşakta Hasan dağı Subalpin kuşak 1830 metreden başlamaktadır. Bu formasyon:
“—Astragalus angustifolius,
—Astragalus microcephalus,
—Acantholimon echinusler” denilen dikenli ve yastık şekilli bitkiler bir arada birlikler oluştururlar.
Hasan dağının 2400 metreden başlayan alpin kuşak dağının zirvesine kadar devam eden kuşakta ise Vicia canescens, Onobrychis montana birlikleri tespit edilmiştir.
Orman formasyonu
Kuru ormanlar (Karaçam-meşe-ardıç)
Orta Anadolu’nun antropojen step alanları karaçam ormanları ile karışım yapan meşe ormanları ve saf karaçam ormanları bulunmaktadır.
Bu kuşağın meşe toplulukları step ve orman arasında ki geçiş zonunda yer alıp, karaçam ormanları ise dağların 1200 metreden yüksek kesimlerinde konumlanmıştır. Mesela örnek verecek olursak içerisinde Afyon-Ankara karayolunun geçtiği alanın ekolojik ve sosyolojik etüt çalışmaları sonucunda şu ağaç ve çalı birlikleri tespit edilmiştir:
1-Cistus laurifolius birliği(Defneyapraklı laden) Örnek-Pinus nigra, J. Oxycedrus
2-Populus tremula birliği Örnek-Titrek kavak (Populus tremula)
a-Cistus laurifolius(defne yapraklı laden)
b-Colutea cilicia (patlangaç)
c-Q. Cerris
d-Pinus nigra.
Orta Anadolu ile Karadeniz bölgesi arasındaki geçiş alanı ile Beypazarı civarı dağların güneye bakan yamaçlarında (alt ve üste doğru) kızılçam, sarıçam ve karaçam ormanları sıralanmaktadır. Bu ormanlar içerisinde özellikle J. Oxycedrus, Q. Pubescens, Populus tremula, Cistus laurifolius gibi ağaç ve çalılarda yer almaktadır. Hatta 1600–1200 arasında Göknar ormanları (A. nordmanniana)’da bulunmaktadır.
Tüylü meşe Birliği
Quercus pubescens (Tüylü meşe) yarı klimaks bir meşe türü olup, Orta Anadolu da karaçam ormanların tahrip edilmesi sonucunda doğmuştur. Dolayısıyla bu birlik dâhilinde Prunus domestica, Pyrus eleagnifolia, Vicia cracca, Coronilla varia, Hordeum bulbosum türler bulunmaktadır.
Defneyapraklı Laden (Cistus laurifolius birliği)
Şurası bir gerçek bu çalı birliği karaçamın tahribi ile yerleşmiştir.
Orta Anadolu’nun güneybatı kesiminin Orta Anadolu havzaları ve Torosların kuzeye bakan yamaçları boyunca genellikle meşe, ardıç toplulukları bulunup, üst kısımlara doğru da karaçam ormanları ile yer yer yüksek kısımlarda göknar ve az miktarda sedir görülmektedir. Mesela sığ topraklar üzerinde Juniperus excelsa (Boylu ardıç), yüksek alanlarda Quercus pubescens (Tüylü meşe), derin topraklı yüzeylerde çoğu kez meşeler, boylu ardıç ile birlikte karışık durumda ağaç türleri bulunmaktadır.
DOĞU ANADOLU FİTOCOĞRAFYA BÖLGESİNİN VEJETASYON FORMASYONLARI
Step formasyonu (Ot formasyonu)
Bu formasyon;
a-Alçak dağ stebi
b-Yüksek dağ stebi diye iki alt başlıkta incelenirler.
Antropojen Dağ ve yüksek yayla stepleri
Kuzeydoğu Anadolu’da Sarıkamış, Ardahan, Oltu, Şenkaya, Narman dolaylarında Sarıçam ağaçlarının acımasız tahribi sonucunda yüksek dağ-plato stepleri gelişmiş bulunup, bahsi geçen alanda tespit edilen birlikler Astragalus eriocephalus, Thymus fallax, Poa Longifolia diye adlandırılırlar. Mesela Palandökende bunlar içerisinde Astragalus türü daha baskın haldedir.
Orman formasyonu
Doğu Anadolunun Kuzey doğusunda sarıçam, yüksek ve dağlık alan kısımlarında ise meşe türü ormanlar hâkim durumdadır. Fakat Doğu Anadoluda meşe ormanları birkaç tür meşeden ibarettir. Zira Elazığ, Malatya, Muş, Bingöl dolaylarında Q. İnfectoria, Q. Macrolepis (aegilops), Q. brantii, Q. libani, Q. Cedrorum bulunmaktadır. Avro-sibirya elemanı olan Sarıçam ise Türkiye’de en iyi yetişme ortam bakımdan Kuzeydoğu Anadolu olduğu muhakkak. Özellikle bu formasyon Sarıkamış, Şenkaya, Göle, Akdağ, Köroğlu, Allahüekber gölü yöresinin kuzeye bakan yamaçlarında ve Tortum gölü yöresinde bulunmaktadırlar.
Görüldüğü üzere Türkiye hem iklim bakımdan hem de bitki örtüsü bakımdan zengin durumda, tabii ki kiymetini bilene. Yani önemli olan bu zenginliğin kıymetini bilip ormanlarımızı gözbebeğimiz gibi korumak esastır. Bilindiği üzere ağaçlar çevremize güzellik kattığı gibi üretime de sayısız faydaları var. Zira ağaç parçalarının öğütülmesiyle birlikte adeta bir fırının hamur teknelerinde pişirilmesine benzer bir uygulamayı müteakip koskocaman devasa nitelikteki ağaçlar bir anda hamur haline getirilebilmektedir. Derken hamur haline gelen hammadde birtakım kimyasal muameleler sonucunda beyaz haline getirilip ıslatılmasının ardından arıtılıp kurutularak ortaya ham kâğıt çıkabilmektedir. Mesela tıpkı Giresun SEKA fabrikasında olduğu gibi elde edilen kaba kâğıtlara tutkal ilave edilerek döner bandın üzerinde bembeyaz sayfa halinde tabaka, tabaka hizmetimize sunulabilmektedir.
Velhasıl; ağaçlar Hira mağarasında ilk oku emrini duymuşcasına kıyamete kadar insana hizmet edecektir. Vesselam.

BİTKİ EKOLOJİSİ-2

ALPEREN GÜRBÜZER

TARİHİ GENETİK BİTKİ COĞRAFYASI
Tarihi bitki genetik coğrafya genelde geçmişten bugüne kadar değişikliğe uğramış bitkiler üzerinde incelemeye dayalı bir bölüm olarak dikkat çekmektedir. Bu bilim dalının ortaya koyduğu verilerden hareketle yeryüzü bitki örtüsünün esas itibariyle jeolojik ve iklim değişiklikleri sonucu ortaya çıktığını öğrenmiş oluyoruz. Aynı zamanda yeryüzünde ilk bitki hayatının başlamasının üzerinden 3 milyar geçtiği tahmin edilmektedir. Bu yüzden bu dönem Afitik dönem olarak bilinmektedir.
Yeryüzü bitki hayatı bakımdan ise 4 döneme ayrılmaktadır, bunlar:
—Paleofitik(3 milyar- 250 milyon)
—Mezofitik(250 milyon- 120 milyon)
—Kenofitik(120 milyon günümüze kadar)
1-)Paleofitik- Antekambrien(ilkel vakit)’den alt permiana kadar olan devredir ve üç döneme ayrılır.
—Alg dönemi (Arkaenden alt süliyene 3 milyar–400 milyar)
Alg dönemi devresinde yalnız tek hücreli algler yer alır.
—Psilophyta dönemi (Üst silüen-ortadevoniyene 400–340 milyar)
Psilophyta döneminin ilk başlangıcında ilk kara bitkileri ortaya çıkar.
—Pteridophyta dönemi (Üst devoniyen-alt permiana 340–250 milyar)
Pteridophyta döneminde tohumlu bitkilerden Pteridospermae (Tohumlu eğreltiler) ve iğne yaprakları andıran Coordinates ortaya çıkmıştır. Hatta kömür yatakları bu dönemde çıkmıştır.
2-)Mezofitik dönemde Gymnospermaea’lar hâkimdir.
3-Kenofitik dönemini üç devreye ayırabiliriz;
—Üst kretase (120 milyon–70 milyar)
—Tersiyer dönemi (70 milyon –1 milyar)
—Kuvaterner dönemi (1 milyar gün)
Üst kretase
Üst kretase devresinde angiospermae ve alt tohumlular yayılış göstermektedirler. Zira bu dönemde ağaçlar içerisinden özellikle Abies (göknar-köknar) ve iğne yapraklılar görülmeye başlanmıştır. Sadece ağaçlar mı, tabiiki hayır, çok yıllık otlar ve çalılar ne güne duruyor. Onlarda ortaya çıkmış olup, bunlar arasından özellikle dikotiledon olanlar daha hâkim durumda yerini almıştır. Hatta bu devrede Kuzey ve Güney Amerika birbirinden ayrılmıştır.
Bu arada üst kretase’ye örnek olarak;
Gymnospermealardan; Cycas, callitris, cephalotaxus, Ginkgo, Pinus, Podocarpus ve Sequoia ile Angiospermealardan ise Sterculia, Smilax, Eucalphytus, Nerium, Cinnamomun ve Liriodendion, Ficus ve Magnolia’yı verebiliriz.
Tersiyer dönemi
Tersiyer döneminde yeryüzünün şekli bugünkü durumuna çok yaklaşmıştır diyebiliriz. Zira Amerika kıtası Miyosen dönemine kadar hep iki parça halinde kalmış ve bu dönemde Grollend florası daha çok Kuzey Amerika florasına benzemekteydi. Hakeza holoarktik dönemde ise karalar kuzey yarımküreyi kaplamış ve böylece bölgenin tamamını kapsayan çok yönlü değişiklikler olmuş, hatta buna paralel olarak Picea, Pinus, Palatanus, Carpinus (gürgen), Corylus, Quercus, Tilia, Magnolia, Acer, Vitis (üzüm), Smilax ve Taxodium gibi bitkiler holoarktik florasının elemanları olarak sahne almışlardır. Yani bunların hemen ve hepsi arkto-tersiyer florayı teşkil etmektedirler. Dahası var, aynı zamanda bu devrede Kuzey Amerika’nın doğusu ile Doğu Asya arasındaki floristik benzerliklerin belirlenmesiyle birlikte bu buna benzer birçok konular aydınlanıp gün yüzüne çıkmıştır. Nitekim Liriodendron, Hamamelis, Catalba gibi cinslerin sadece Doğu Asya ile Kuzey Amerika’nın Atlas okyanusu çevrelerinde ortaya çıkması bu devrenin mahsülüdür. Ayrıca bu cinslerin Afrika Madagaskar adaları ve Mikronezya adaları ile floristik bağlantısı olduğu gibi kap florasının da bu dönemde bulunması apayrı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Kuvaterner
Kuaterner devrenin en önemli özelliği Kuzey Yarımkürede buzul çağının başlamasıdır. Bu yüzden buzul hareketi bitkiler üzerinde verimli olmuştur. Tersiyer sonunda Avrupa ve Kuzey Amerika’da bugünkü Doğu Asya florasını andıran zengin bir flora hâkimdir. Günümüzde sadece otların izleri kalmıştır. Buzul döneminde ise bu bölge floraları güneye çevrilmiş, derken buzul sonrası tekrar kuzeye ilerlemiştir.
Anlaşılan o ki; buzul dönemlerine ait floralar devamlı ilerleme ve gerilemelerden zarar görmüş olmasına rağmen bugün Kuzey Anadolu’da rastlanan Rhodendron pontıcum (mor orman gülü) bitkisi yıkılmadım ayaktayım dercesine son buzul dönemlerine ait alglerin birçok yerlerinde yaygın halde hayatına devam etmektedir. Hatta birçok bitki türü Alpler, Grolland, Norveç, İskoçya gibi kuzey bölgelerde buzulların ulaşamadığı kıyı sahalarına ve dağ zirvelerine sığınmışlardır. Netice itibariyle bu tip Anadolu florası pozisyonunda olan bitkiler buzullar yönünden etkilenmediğinden tür yönünden hep zengin kalabilmiştir.
Ekolojik Bitki Coğrafyası
Bilindiği üzere ekolojik bitki coğrafyası bitkilerle ve bunların yetiştikleri ortam arasındaki münasebeti inceler. Ekolojik faktörler;
— İklim elemanları (klimatif faktörler)
—Toprak faktörleri (edatif faktörler)
— Biyotik faktörler (canlı faktörler)
—İklim elemanları (sıcaklık, su, ışık, rüzgâr ve su olarak)” diye unsurlara ayrılırlar.
Sıcaklık
Ağaçlar ısı sayesinde çiçeklerini açmakta ve meyveler olgunlaşmaktadır. Bilindiği üzere sonbaharla birlikte düşük sıcaklıklarda asimilasyon olayı durmakta olup, genellikle birçok bitki için 0 santigrat derece kritik nokta olarak kabül edilmektedir. Nitekim sıcaklık bir uygun bir dereceye yükselince bitkinin canlılık kazandığı gözlemlenmiştir. Böylece güneşin ısı ve ışınları her canlıya ulaşarak sebze ve meyveler vücut bulmaktadırlar. Örnek: Abies Sibirica, Larix Sibirica ve Pinus Cembra - 40 santigrat derece ila -70 santigrat derece arasında seyreden soğuklara dayanabilmektedirler. Hatta kaplıcaların 90 santigrat derecelik sularında yaşayan Diatomerler bile vardır.
Bitkiler uygun olmayan şartlarda hayatlarını devam ettirebilmek için belirli zamanlarda çeşitli formlara kavuşmaktadırlar. Bu formlar bilim adamı Raunker tarafından 5 tipe ayrılmıştır:
1-Fanerofitler
Fanerofitler kışı toprak dışında kalan ve uçlarında tomurcuk taşıyan sürgünleri ile geçirirler. Bunlar tamamen odunsu bitkileri içerip;
“a-Mega fenorofitler
b-Nano fenorofitler” diye iki grupta kategorize edilirler.
Mega fenorofitler tomurcukları yerden 2 m yukarda olan bitkilerden olup, bütün ağaçlar
bu gruba girer. Nano fenorofitler ise tomurcukları yerden 0,25–2 m üstünde olup, bütün çalılar bu gruba girerler. Örnek: Juniperus Commınus(ardıç), Corylus avellena (fındık), Buxus semperuirens(şimşir) ve Erica verticillata (fındık).
2-Kamofitler (bodur bitkiler)
Kamofitler yüzey bitkileridir. Tomurcukları yerden 30 santimetreye kadar olan bodur çalılar, yastık oluşturan bitkiler, yarı çalılar, sürünücü gövdeli tüm bitkiler bodur bitkiler gurubuna girerler. Örnek: Astragalus microcephalus, Acantholimon Corypyllaceum, Onobrychis cornuta ve Helienthemum nummularium, Thymus kotschyanus.
3-Hemikriptofitler (otsu bitkiler)
Hemikriptofitler tomurcukları kışın toprak üzerinde canlı ya da ölü yapraklar tarafından korunan bitkilerdir. Daha çok ılıman bölgelerde yaygındırlar. Bunlar aynı zamanda kök sistemi devamlı canlı tutularak depo organ görevi gören bitkilerdir. Örnek: Taraxacum officinale, Ranunculus majör, Fragaria, Convolvulus arvensis.
4-Geofitler (toprak altında soğanlı yumrulu çiçekli bitkiler)
Geofitler kışın toprak altında kök, rizom, soğan yumru gibi organlar yardımıyla geçiren bitkilerdir. Örnek: Cyclamen, Crocus, Colchicum, Galanthus, Orchis, Merendera trygina, Solenum tuberosum ve İris.
5-Terofitler (tomurcukları tohum içerisinde korunan tek yıllık bitkiler)
Terofitler tek yıllık bitkilerdir. Uygun olmayan devreleri tohum halinde geçirirler. Bunlara Annuel (yıllık ) ya da efemer adı verilir. Örnek: Centaurea depressa (Peygamber çiçeği), Papaver rhoeas (gelincik), Triticum (buğday) ve Hordeum (arpa).
Işık
Tabiatta her canlı bir şekilde güneşten mahrum bırakılmıyor. Zaten mahrum kalsalardı hayvanlar meralarda otlayamayıp telef olurlardı, bitkiler de ısı düşmesiyle birlikte donup çürümeye mahkûm kalırlardı. Bu yüzden günlük ışık alma süresi fotoperiyodizm olarak adlandırılır. Yani güneş bir yerde çakılıp kalmamakta ve bünyesinde taşıdığı sonsuz ısı ve şualarıyla her canlının istifade edebileceği şekilde seyr-i âlem eylemektedir. Hakeza fotoperiyodizm olayı sayesinde bitkiler; “Kısa gün bitkiler, Uzun gün bitkiler ve Nötr bitkiler” diye üç gruba ayrılırlar.
Günlük optimum ışık ihtiyaçları 12 saatten daha az olan bitkiler kısa gün bitkileridir. Örnek: Cannbissativa, Oryza sativa ve Nicotiona tabacum.
Günlük optimum ışık ihtiyaçları 12 saatten fazla olan bitkiler uzun gün bitkileridir. Örnek: Psıum sativum(Bezelye), Hordeum sativum(Arpa) ve Spina cia oleracea(Ispanak).
Günlük optimum ışık ihtiyacı fotoperiyodizme bağlı olmayan bitkiler Nötr bitkiler olarak bilinmektedirler. Örnek: Lycopersicum esculentum, Helianthus annus (Ayçiçeği) ve Zea mays.
Su
Aslına bakarsak bitki alemi su, nemli ve kurak ortam fark etmez, hemen her alanda kendini hissettirip adeta her yerde varım demektedir. Bu yüzden bitkiler bulunduğu ortama göre tanımlanmışlardır. Şöyle ki;
Suda yaşayan bitkiler Hidrofit bitkiler olarak tarif edilmektedir. Örnek: Egeria Densa (Elodea-akvaryum çiçeği)
Nemli yerlerde yaşayan bitkiler higrofit bitkiler olarak bilinmektedir.
Kurak yerlerde yaşayan bitkiler de kserofit bitkiler adı verilmektedir.
Şurası muhakkak suyun azalmasına paralel olarak her hangi bitki türünün dayanma noktasını aşarsa o bitki için artık yaşama imkânı kalmadığının bir göstergesi demektir. Mesela step sahalarda ormanın yetişmesini imkânsız kılan asıl neden yıllık yağışın 250–300 milimetrenin altına düşmesidir. Bu yüzden yağış azlığından ileri gelen kuraklığa Fiziki kuraklık, yeteri yağış olmasına rağmen bitkilerin aşırı soğuk dolayısıyla bünyelerinde taşıdıkları suyun donmuş olması, fazla asitli ya da fazla tuzlu olması gibi birtakım sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan kuraklığa ise fizyolojik kuraklık denmektedir. Zira bir coğrafi alanda bitkilerin yağıştan istifade edebileceği su miktarı buharlaşmaya, terlemeye, don olaylarına, yağışların karekterine, araziyi teşkil eden taşların tabiatına bağlıdır. Mesela dağlar görünüşte susuz gibi görünseler de onun üzerini kaplayan kar veya bazı ağaçların varlığı hiçte öyle olmadıklarının bir delili zaten. Nitekim insanların yağmur yağmadığı zamanlarda dağlarda biriken su topluluklarının bulunduğu yerlerden yararlandıkları artık bir sır değil. Aslında dağların meziyetlerini sıralamakla bitmez. Bir bakarsın dağ sığınacak in olur, bir bakarsın savaş zamanında siper, bir bakarsın Musa’nın Tur-i Sinas-ı, bir bakarsın adı güzel muhammed’e ikra olur.
Hakeza dağlara has mobilyacılıkta kullanılan adına akakir denen bir ağaç gibi nice başka yerlerde izine rastlanılmayan ağaçların bulunması da bir başka gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
SOSYOLOJİK BİTKİ COĞRAFYASI
Sosyolojik bitki coğrafyası hem bitki topluluklarını inceler hem de bir bitkiyi diğer bitki ile karşılaştırmasını yapan bir bölümdür. Nitekim bitki topluluklarının analizi ve sınıflandırılması fizyolojik çevreyle ilgili esaslar ve floristik esaslar diye incelenirler. Bu bakımdan fizyo-ekolojik esaslar, yetişme yerine bağlı birçok bitki topluluklarını göz önünde tutarak (assosyon) inceler. Zira coğrafyacılar daha çok formasyonları, botanikçiler ise assasyonları esas alarak incelemektedirler.
FORMASYONLAR
1-Orman formasyonları:
a-Yağmur ormanları
b-Muson ormanları
c-Kurak ormanları
d-Kış ormanları
e-İğne yapraklı ormanları
f-Sert yapraklı ormanları
2-Maki formasyonları
3-Carig formasyonları.
4-Ot formasyonları.
5-Çöl formasyonları.
6-Tundra formasyonları.
Bir alanı kapsayacak yağışların buharlaşma ve terleme olayları ile ilgili münasebetleri ortaya koymak için araştırıcılar birtakım metotlar ortaya koymuşlardır. İşte bu metotlar sayesinde bir takım bitki toplulukları ile bir takım vejatasyon tiplerinin birbirinden ayırt edilebilme fırsatı yakalanmıştır. Mesela Yağmur ormanları tropik bölge ormanları olup yıllık yağış 200–400 cm civarı arasında değişim göstermesinden dolayı bu ismi almıştır. Nitekim bu formda büyümeyi engelleyen herhangi bir kurak devre bulunmamaktadır. O halde Tropik yağmur ormanları 3 grupta açıklayabiliriz:
1-GüneyAmerikada Hemozon havzası ile Ant dağlarının doğu yamacındaki bölge.
2-Batı Afrikada Guinea körfezi çevresi arasında kalan bölge ve Kongo havzasına kadar uzanan bölge.
3-Asyada Hint-Malezya bölgesi.
Evet, her zaman yaşlı insanlardan duyduğumuz bir ses var ki; o “Yağmur berekettir, yağmur rahmettir” diye gönlümüzde ve kulağımızda yankılanan sesten başkası değildir. Öyle ki yağmurun rahmeti bizleri sardığı gibi yağmur ormanlarının da yüzünü güldürüp bütün yıl boyunca görünüş bakımdan aynı kalmasını sağlamaktadır. Genel itibariyle bu ormanlar 2–4 ağaç katı, çalı katı, orman altı örtüsü, yosun katı ve ot katı diye birkaç dala ayrılırlar. Hatta ağaçlar, yüksek boylu çalılar, liyanlar ve epifitler bu ormanın belli başlı elemanları arasına dâhil olmaktadırlar.
Muson ormanları tropik kurak bir dönemin bulunduğu ormanlar olup, mevsim olarak senenin 7–9 ayı nemli veya yağışlı geçmekte, geriye kalan kısım ise kurak geçmektedir. Sonrası malum, her fani gibi bu ormanlara ait her bir ağacın yaprakları da yeni bir mevsimde dirilmek üzere tel tel döküldükleri görülmektedir. Zira muson ormanlarına ait bitkilerin hayat süreleri yağmur ormanına nispeten kısa olup, yaprak taç kısımlarının ise geniş olduğu gözlemlenmiştir.
Nasıl ki insanlar arasında zengin, orta halli ve fakir diye sosyal kesimler varsa, aynen öyle de bitki âleminde de zengin, orta ve kurak bitki örtüsü diyebileceğimiz alanlar mevcuttur. Bu alanlar daha çok suyun eksik olduğu sahalar olup, buraları yer yer kurak ormanlar kaplamaktadır. Yani genel itibariyle bu sahalar da ağaçlar seyrek olarak dağılmıştır. Örnek: Avustralya’nın Eucalpytus ormanları ve Brezilyanın dikenli çalıları.
Bediüzzaman Hz.lerinin Risalei Nur külliyatını okuyanlar iyi bilirler ki; ilkbahar yaza, yaz sonbahara, sonbahar da kışa dönüp mevsimler tamamlanırken, insanoğlu da tıpkı mevsim dönüşümleri gibi çocukluğu gençliğe, gençlik ihtiyarlığa, ihtiyarlıkta bir gün elbet yerini ebedi hayatta dirilmek üzere ölüme terkedecektir. O halde yağmur ormanları dedik, kurak ormanlar dedik, şimdi ise kış ormanlarından kısa da olsa pekâlâ bahsedebiliriz. Kış ormanları malum olduğu üzere ağır kış mevsiminin kendine has zorlu şartları yeterli suyun alınmasına imkân vermediğinden ister istemez bu ormanların herbir üyesinin yaprakları dökülmek zorunda kalıp bize kar beyaz ölümü hatırlatmaktadırlar. Bu yüzden bilge âlimler ölüme “kar beyaz” demişler. İşte bu karbeyaz ormanlar daha çok ılıman iklim kuşağında ki denizlerin etkisi altında kalan bölgeler ile kuzey yarımkürede kıtaların kıyılarında yayılmış halde karşımıza çıkmaktadırlar. Hatta bunların karbeyaz orman olmalarından olsa gerek yağmur ormanlarına göre daha az tür ihtiva ederler. Örnek: Fagus ulmus, Carpinus, Quecus, Tilia.
İğne yapraklı ormanlar sert kaya ikliminin hâkim olduğu bölgelerde yaygındırlar. Örnek: Cedrus, abies, Picea, pinus.
Sert yapraklı ormanlar yazları sıcak ve kurak, kışları yağışlı ve ılıman geçen bölgelerde görülüp, genel itibariyle 2– 4 m boyunda ağaç ve çalılardan ibarettirler. Her ne kadar biz insanlar sert yapraklı tanımlasakta, şurası bir gerçek gülü seven dikenine katlanır gerçeğini değiştiremiyecektir. Öyle ki onlar her mevsim yeşil ve küçük derimsi yapraklara sahip olmanın yanısıra daha çok Akdeniz bölgesinde rastlanan maki, şibilyak ve garig formasyonuna giren bitkiler olarak dikkat çekip, aynı zamanda kapladığı alanları rengârenk donatabilmektedirler. Üstelik bu formasyon sadece Akdenizle sınırlı kalmayıp Güneybatı kap bölgesi, Güney Avustralya, Kalefornia ve Şili kıyılarında da mevcuttur. Yani bu bölgeler Akdeniz bölgesine yakın veya benzer iklime sahiptirler. Anlaşılan o ki ağaç formasyonların varlığı çok büyük bir nimet, zaten onlar olmasa canlı hayatından bahsetmek mümkün olmayacaktı.
Maki Formasyonu
Yaş kesenler baş kesip ormanları katletseler de, bitki âlemi bir şekilde direnç gösterip bir başka tarzda yüzünü gösterebilmektedir. Şöyle ki köken olarak orman örtüsünün tahribinden sonra ortaya çıkan ve bilhassa kıyı bölgelerinde gelişmiş 1–2 m yüksekliğinde ince gövdeli derimsi yeşil yapraklardan meydana gelmiş bitki örtüsüne maki formasyonu adı verilmektedir. Değim yerindeyse maki formasyonu Akdeniz bölgesinin bir baştan diğer başa kadar süsleyen bitki topluluklarıdır. Örnek: Arbutus Unedo, Arbutus andrachne, Calluna vulgaris, Ceratonia ciliegia (keçiboynuzu), Cercis siliguastrum, Cistus, Quercus ilex (pırnal meşesi), Quercus coccifera, Olea oleaster, Pistacia lentiscus (Sakız), Pistacia terebinthus, Spartium junceum, Styrax officinalis, Juniperus oxycedrus, Nerium oleander, Laurus nobilis ve Myrtus comminus (Mersin), Erica arborea. Hatta bu türler içerisinde sakız, keçiboynuzu, Mersin ve pırnal meşesi hakiki Akdeniz ikliminin karakteristik olup diğer iklimlerde pek yetişmezler.
Hakiki Akdeniz ikliminden uzaklaştıkça maki toplulukları hem türce azalır, hem de boydan (yükseklik) kaybederler. Nitekim Akdeniz kıyılarından uzak alanlarda 18–20 tür, Ege kıyılarında 13–14, Marmara kıyılarında 8–10, Karadeniz kıyılarında 4–5 türe indiği gözlemlenmiştir. Hakeza Akdeniz kıyılarında maki topluluklarının yükseklik bakımdan 800–900 metreye eriştiği, Egede 500–600, Marmarada 300–400 metre ve Karadenizde ise 150–200 metre seviyelerde olduğu tespit edilmiştir. Bazı araştırıcılar maki elemanlarının maki ormanlarının tahribi neticesinde ortaya çıktığını, bazı araştırıcılar makinin silisli arazide yetiştiğini (kaya tabiatına bağlıyor), bazıları ise makinin bozulmuş şekli olan Garig formasyonun da kalkerli arazide gelişebileceğini ileri sürmüşlerdir. Hâlbuki tabiatta mesela Akdenizde genelde maki toplulukları kalkerli arazide yayılmışlardır. Garig ise silisli arazide yayılmıştır. Anlaşılan o ki maki bitkisi kaya tabiatından çok Akdeniz iklimini gösteren bir bitki formasyonudur.
Şurası bir gerçek maki formasyonun tahrip edilmesiyle birlikte hem toprak örtüsünün süpürülmesine hem de zayıflamasına sebep olmuş ve bunun neticesinde maki elemanların birçoğu ortadan kalkmasına yol açmıştır. Sözkonusu orman sahalarını acımasızca tahribatından kala kala en az zayiat verdiğini düşündüğümüz pesent (seçicilik göstermeyen) denen bazı maki türleri ayakta kalabilmişlerdir.
Garig formasyonu
İnsanlar arasında zayıflar genel itibariyle garip olarak nitelenir. Varsın bitki âlemini de temsilen garip topluluklar olsun ki bir takım farklılıkları kıyas etme imkânımız olabilsin. İşte temsil noktasında sonderece kurakcıl karakter kazanmış fakir veya cılız sözkonusu bitki formasyonunu Garig formasyonu diye tarif edebiliriz pekâlâ. Örnek: Philleyrea latifolia, Phyllirea latifolia, Poterium spınosum, Quercus coccifera, Juniperus oxycedrus, Cistus ve Thymus türleri.
Psödomaki
Akdeniz dalgasını taşıyan maki elemanları ile Karadeniz tesirini aksettiren nemcil ve kışın yapraklarını döken ağaçların birarada bulunan bitki topluluklarına psödomaki formasyonu denmektedir. Yani bu durum yaz-kış yapraklarını dökmeyen maki elemanları arasına kışın yapraklarını döken maki elemanlarının karışması olayı olarak tanımlanmaktadır. Mesela Marmara bölgesinde Akdeniz ikliminin sirayet edebileceği maki elemanlarının arasında Karadeniz ikliminin sebep olduğu veya yoğun yaz yağmurlarının etkisiyle kışın yapraklarını döken ve daha nemcil karakterde diyebileceğimiz bazı bitki türleri yetişme imkânı bulabilmektedirler. Özellikle maki sahalarında belirli bir kış mevsimi olmadığından bitkiler hayati faaliyetlerini her mevsim sürdürmeye devam etmektedirler. Fakat psödomaki formasyonuna mensup bitkiler için kış mevsimi dinlenme devresi olup, aynı zamanda bu tür bitkilerde yaprak dökümü bile görülebilmektedir. O halde Psödomaki formasyonunu oluşturan elemanlardan bazıları için örnek verebiliriz. Örnekler- Arbutus unedo, A. andrachne, Qercus coccifera, Olea oleaster, Philleyrea latifolia, Pistacia terebinthus, Juniperus oxycedrus, Cercis siliquastrum, Cistus, Erica.
İkinci sunacağımız örnek ise bu maki türleri içine karışan ve kışın yapraklarını döken elamanlardır. Örnekler- Cornus Mas, Crataegu monogyna, Coryllus avellana, Fraxinus
ornus, Rubus fruticosus, Sorbus torminalis ve Ligustum vulgare, Bromus tomentellus.
Ot formasyonları
İklim, toprak ve rölyef gibi yetişme şartlarının ağaç yetişmesine imkân vermediği yerlerde, belirli zamanlarda yağış durumu veya toprağın derinliklerine sızmayacak derecede suyla beslenip yetişen bitkilerin meydana getirdiği topluluğa ot formasyonu denmektedir. Ot formasyonları; savan, step ve çöl formasyonları olarak üç grupta mütalaa edilirler.
Savan
Tropikal bölgelerin kurak mevsimi bulunan bölgelerde gelişen ve içlerinde seyrek olarak ağaçların da yer aldığı yüksek boylu otlardan meydana gelmiş bitki topluluğuna savan adı verilir. Anlaşılan o ki orman formasyonu buralarda yerini yüksek boylu otlara vermiştir. Yine de bu demek değildir ki savan sahaları tamamen ağaçtan mahrum yerlerdir. Bilakis Tropikal bölgelerin yıllık yağışı 1000 mm’nin üstünde olan ve kısa kurak devresi bulunan yerlerde nemli savanlar gelişmiş halde bulunup, bunlar arasında yapraklarını döken ağaçlar da bulunur.
Yıllık yağışı, 500 mm arasında olan ve 5–7 ay kuraklık geçiren kuraklık geçiren tropikal bölgelerde ise kurak savanlar yer alıp, ister istemez bu durumda ağaç nadiren bulunacaktır. Dolayısıyla buraları daha çok yüksek boylu otlar kuşatmıştır.
Tropikal bölgelerin 8–10 ayı kurak geçen ve yıllık yağışı 500 mm’nin altında olan yerlerde dikenli bir hal alır ki savanların bu türüne dikenli savan denmektedir.
Stepler (Bozkır formasyonu-preri)
Bozkır formasyonu denilince ister istemez orta asya akla gelmekte. Sonuçta Ortaasyadan Anadoluya gelip, oradan da Balkanlara uzanmışız. Anlaşılan o ki bozkır kültürümüzü hatırlatacak step formasyonumuz var. Bilindiği üzere orta kuşakta yağışların ağaç yetişmesine yetmiyecek kadar az olan yerlerde yaz kuraklığına dayanamıyarak güz mevsimine yakın bir dönemde solan ve aynı zamanda ortadan ansızın kaybolan ot formasyonuna step formasyonu denmektedir. Dolayısıyla yağış miktarının 250 –300 mm’yi aşamadığı steplerde umumiyetle ağacın olmadığı belirlenmiş olmakla birlikte zemini nispeten nemli yerlerde tek tekte olsa nispeten ağaç görülebilmektedir.
Bozkır formasyonunun başlıca yayılış alanları Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika kıtalarıdır. Memleketimizde doğal step sahaları olup, özellikle İç Anadolu, Tuz gölü çevresi, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Trakya’da ki bazı step sahalar ormanların tahribi neticesinde meydana gelmiş sekonder step sahaları olarak bilinmektedirler. Örnek: Stipa, Artemisia, Festuca ovina, Bromus tomentellus, Peganum harmala.
Flora âlemleri
Madem yeryüzü bitki örtüsü flora âlemlerine ayrılmakta, o halde flora âlemleri de flora bölgelerine ayrılacaktır elbet. Dolayısıyla yeryüzünü saran bitki örtüsü Avustralya, Antartika, Holoarktik, Paleotropik, Neotropik ve Kap florası olmak üzere 6 flora âlemini diye tasnif edilirler.
Holoarktik Flora âlemi
Holoarktik flora âlemi kuzey yarımkürenin soğuk ve ılıman bölgelerini içine alan bir flora âlemi olup, bu sözkonusu âlem Akdeniz, Avrosibirya, Doğu Asya ve Kuzey Amerika diye 5 bölgeye ayrılmaktadır.
Doğu Asya Bölgesi
—Yağışı bol bir bölge olup, yıllık yağışı ortalama 500 mm’ye tekabül etmektedir. Bu arada kışlar ise kurak geçip, yaz mevsiminde yerini yağışa terketmektedir.
—Bölgenin güneyinde subtropik karakterde yağmur ormanları olup kuzeye gidildikçe bu ormana has bir takım karakteristik özellikteki bitkileri ortadan kalktığı gözlemlenmiştir.
—Kuzeye çıkıldıkça yağmur ormanları yerine yaprak dökümünün belirgin hale geldiği ağaç toplulukların hâkim olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle yağmur ormanları Himalaya’nın doğu etekleri, Orta Çin, Formoza ve Güney Japonya’ya kadar uzanmaktadır. Örnek: Lauraceae, Quercus, Magnoliaceae ve Theaceae bitkiler.
—Doğu Asyanın yazlık ormanları Avrupadaki yazlık ormanlardan floristik bakımdan zengin olduğu gözlemlenmiştir. Yani Doğu Asya’nın yarısı Juglandeceae familyası mensuplarının teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Örnek: Alnus, Acer, Betula, Prunus ve Qercus türleri.
Orta Asya Bölgesi
— Orta Asya bölgesi doğuda Gobi çölünü (1000–1500 m), Kuzeyde Tibet yaylasını (4000–5000 m) içerisine alır. Zaten Batı Türkistan’ın dışında kalan bir kısım bölge ise çöldür.
— Ormanca yağış alan yüksek kısımlarda yer alır (300–350 mm).
— Bölgenin batısı çayır stepleri halindedir.
—Doğuya doğru gidildikçe astragalus stepleri hâkim hale geçer. Bunun yanısıra Artemisia stepleri de yer alır.
—Su kenarlarında Salix, Populus, Tamarix cinslere mensup türler hâkimdir.
—Tuzlu topraklarda Chenopodiacea familyasına mensup türler gelişir.
Akdeniz Bölgesi
—Ilıman ve yağışlı kışlarla geçen ve aynı zamanda sıcak ve kurak yazlarla karakterize edilen alanlar Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü bölgeler olarak tanımlanır.
—Bu bölge uzun medeniyetlere sahne olduğundan bu arada ister istemez bitki örtüsü tahrip edilmesi neticesinde tipik form olarak maki topluluğu meydana gelmiştir.
—Akdeniz bölgesinde Pinus Brutia (Kızılçam), Pinus Pinea (Fıstık çam), Pinus Sılyvestris (Sarıçam), Fagus Slyvatica, Fraxinus (Avrupa kayısı), Abies (Göknar), Cedrus Akdeniz ikliminin hâkim olduğu bölgelerde görülür.
—Akdeniz ikliminin etkisi altına giren bölgeler: İberik yarımadasının bir kısmı (İspanya tarafı), Güney Fransanın kıyı bölgesi, İtalya yarımadasının alçak kısımları, Yunanistanın kıyıya yakın alçak kısımları, Batı Güney Anadolu kıyı bölgesi, Doğu Asyanın kıyı şeridi ve Afrikanın kuzey batısı diye sıralanırlar.
Avro-sibirya Bölgesi
— Avro-Sibirya bölgesi Islanda’dan Kamçatski’ye kadar uzanıp, bu ormanlar Doğu Asya’da oldukça fakir oldukları tespit edilmiştir.
— En fazla yağış yaz aylarında görülür.
— Kuzeyi iğne yapraklı ormanlarla kaplıdır. Örnek- Conifera türlerinden; Larix, Abies, Pinus ve Picea teşkil eder.
Conifera arasına geniş yapraklılarda karışarak Kuzey Rusya’dan Sibirya’ya kadar uzanan Tayga ormanlarını hâsıl eder. Tayga’nın kserofit karakteri yerin donmasının sebep olduğu susuzluktan (fizyolojik kuraklık) ileri gelir. Mesela Tayga’nın belli başlı kozalakları; Pinus Sıylvestris, Pinus Cembra, Picea ovata, Abies Sibirica, Larix Sibirica ve Larix dahurica’dır. Yayvan yapraklılara i Sibirya’dan Betula, Alnus, Salix ve Populus, Balkan yarımadasının kuzeyinden ise Carpınus, Fagus, Quercus gibi bitkileri örnek gösterebiliriz.
—Avro-Sibirya otsu formasyonlarından en yaygın olanı çayır olduğu belirlenmiştir. Ayrıca yaz ayları yağışlı olması dolayısıyla bütün bölge bataklık ve fundalık bakımdan zengin olduğu gözlemlenmiştir. Dolayısıyla bataklık çayırlarda Phragmites ve Carex yaygındır.
—Ilıman kuşağın kuzeyinden kutuplara doğru Tundra formasyonu teşkil eder. Örnek-Bryophyta, Liken, Carex. Aynı zamanda Tundaralar yılın ¾ ü karla örtülü olup Cladonia rangiferina (rengidiken) hâkim bitki topluluklarını oluştururlar.
Kuzey Amerika Bölgesi
1-Kuzey Amerika bölgesi fizyonomik bakımdan Avro-Sibirya bölgesine dâhil olup, floristik bakımdanda Doğu Asya flora yapısı gösterirler.
2-İklim ve floristik yapısı bakımdan Kuzey Amerika üçe ayrılmakta olup,
“a-Pasifik kıyı şeridi
b-Atlas okyanus kıyıları
c-İç kesimler” diye tasnif edilirler.
3-Kuzey Amerikan bölgesinin güney doğusunda Virjinya ile Texas arasında kalan kesimde subtropik yağmur ormanları yer almaktadır. Özellikle bunlar arasında Quercus, Magnolia, Liyan’lar zengin ormanaltı vejatasyon oluştururlar.
Pasifik kıyı Şeridi
Özellikle iğne yapraklı ormanlar gelişme gösterir. Örnek- Tsuga, Pseudotsuga, Thuja, Sequoıadendron, Gıganteum (mahmut ağacı), Conifera ormanlarını teşkil eder.
Atlas okyanusu kıyıları
Kurak bölgelerinde pinus türleri, bataklık yerlerde ise Taxodium disticum bulunmaktadır.
İç kesimler
İç kısımlarda Preri adı verilen vejatasyon yer alır. Preriler’in yapısına Astragalus, Aster, Andropogon, Achillea, Koeleria, Stipa’lar teşkil eder. Preri’ler kserofit bitkiler ile örtülüdür.
Paleotropik Bitkiler
Paleotropik flora âlemi;
—Orta ve Güney Afrika
—Tropik Asyayı içine alır.
Paleotropik flora âlemi aynı zamanda Malezya ve Hint-Afrika alanını da kapsar.
Malezya Bölgesi
—Yağmur ormanları Malezya bölgesinin en tipik formasyonudur. Örnek: Moraceae, Annonaceae ve Dipterocarpaceae formasyonlarına ait bitkiler ile odun ihtiyacını karşılayan liyanlar yer alır. Aynı zamanda dalları sis altında kalan Bryophyta, Orchida ve Pteridophyta bitkileri bakımdan zengindirler.
—Malezya Bölgesinin kuşak kısımda muson ormanları yer alır. Sava adasının doğusunda ve K.Hindistan’ın doğusunda ki muson ormanlarını ise Tectona grandis temsil eder.
—Bölgenin güneyine gidildikçe antarktik flora âleminin etkisi görülmektedir.
Hint Afrika Bölgesi
Hint- Afrika bölgesinde kuzeyden ekvatora yaklaştıkça yağış oranı artmaktadır. Dolayısıyla bitki örtüsü şu şekilde sıralama gösterir:
—Bitki örtüsü çöl, savan, galeriye ormanı ve yağmur ormanı şeklinde birbirini takip eder. Yağmur ormanları Gine kıyılarından Güney Havzasına kadar uzandığı gibi yer yer gök galeri ormanları ile çevrili olduğu gözlemlenmiştir. Genelde bu ormanlar devamlı su bulunan yerlerde bulunurlar. Anlaşılan o ki Afrika’nın en tipik ormanlarını Savanlar oluşturmaktadır. Savanlar; Asclepidaceae, Amaranthaceae, Acanthaceae, Scrophulariaceae, Composıtae, Malvaceae ve Legumunaceae türleri savanların tipik bitkileri arasında yer almaktadır.
—Hint Afrika bölgesi, Afrika sahasının Güneyi ile Madagaskar çevresindeki odaları içine alıp, özellikle bunlar içerisinden Madagaskar adası endemikler bakımdan zengin bir alanı kaplamaktadır. Hatta seyyahların ağacı ismiyle anılan ve güneşe karşı dik duran Ravnala Madagascariensis burada yer almaktadır. İlginçtir bu ağaç güneşin kavurucu sıcaklığına aldırmadan daha çok kendi kendini gölgelendirmesiyle dikkat çekmektedir. Belli ki gövdelerinin üstünde simetrik olarak her iki yana yayılmış vaziyette bulunan yaprak demetleri bu iş için seferber olmuşlar. Böylece ışık nereden gelirse gelsin bünyelerinde var olan gölgeleme tertibatları sayesinde bunaltıcı sıcakların zararlarından korunabilmektedirler.
Neotropik Flora âlemi
—Neotropik flora âlemi Orta Amerika ve Güney Amerika bölgesini içine alır.
—Yeryüzünün en geniş yağmur ormanı bu bölgede, özellikle Amazon çevresinde bulunmaktadır. Orta Amerikanın batı kısımlarında ise (Venezualla, Kolombia ve Brezilyanın iç kısımları) yaprak döken muson ormanları ile kserofil çalılar yer almaktadır.
—Neotropik flora âlemi içerisinde savanlar da geniş yer kaplamaktadır. Hatta Uruguay ve Kuzey Arjantinin otluk halde step haline geçmiş savanlarına pampa adı verilir (prerileri andırır).
—Bölgenin güneyi (Patagonya) ise dikenli ağaçlar, kserofil çalılar, seyrek yapılı step ve otlaklarla örtülü yarı çöl halindedir.
— And dağlarında ki (orman ve çalı kuşağından yukarıda kalan kısım) sert yapılı otlar, yastık halinde bitkiler, bodur çalılarla örtülü otlaklar halindeki bitki örtüsüne Paramo denilmektedir.
—Bu flora bölgesinde bilhassa Cactaceae, Cannaceae, Bromeliaceae familyaları daha yaygın haldedirler.
Kap Flora âlemi
—Küçük flora âlemidir.
—Yağışın 2/3’ü kışın düşer.
—Maki formasyonu çalılardan meydana gelmiştir.
—Orman florası sadece güney kıyıların nemli kısımlarında vardır.
—Zengin bir floraya sahiptir. Özellikle Proteaceae familyası zengin formu oluşturmaktadır.
—Arazi yapısının değişik oluşu dolayısıyla yağışa bağlı olarak bitki örtüsünde değişik olarak kademelenmiştir.
Avustralya flora âlemi
—Avustralya büyük kara parçalarından ayrılması sonucu izole olmuş bir kıta olup, aynı zamanda bitki örtüsü % 85 endemik olan bir flora âlemidir. Yani 10.000 türden 8600’den fazlası endemiktir.
— Kıyı bölgeleri yağış aldığından daha çok yağmur ormanları yer alır. Yağış ormanları Eucalyptus ormanları ile çevrilip, bu türler Australya bölgesinde 500 türden fazlasıyla temsil edilirler. Kuzeyin yaz yağmuru alan vejatasyon kısmında ise savanlar damgasını vurmaktadır.
—Bu flora âlemin büyük bir bölümü kurak haldedir.
Antartika Flora âlemi
Güney Amerika’nın güney batı ucunu içine almaktadır. Bu floranın iki ana özelliği sürekli yağışlı sisli ve bulutlu olmanın yanısıra bitki örtüsünün ılıman yağmur ormanı niteliğine sahip olmasıdır. Ayrıca yağmur ormanı fagaceae (kayıngiller) familyasından Nothofagus tarafından temsil edilir. Hatta bu ormanlar lianlar ve epifitlerle örtülüdür. Aynı zamanda bölgede bataklık ve turbalıklar da mevcuttur.
Antartika bölge
Güney Georgia adaları, Kerguelen adaları ve Macquarie adalarını içine alır. Söz konusu adaların florası oldukça fakir olup, yer yer ot formasyonlarına da rastlanır. Dahası bölgenin büyük bir kısmı buz gölü halindedir.
TÜRKİYE VEJETASYON’UN GENEL GÖRÜNÜŞÜ
Türkiye’nin bulunduğu vejetasyon konum Holoarktik flora âlemine girmektedir. Hatta Holoarktis flora âlemi de kendi içerisinde; Akdeniz havzası ve Turan – Önasya flora bölgesi diye tasnif edilip, başta Ege, Akdeniz’in büyük bir bölümü ve Güney Marmara büyük ölçüde Akdeniz havzasına dâhil olup, geriye kalan Kuzey Anadolu, Trakya, Paleoboreal Avrupa, Orta ve Doğu Anadolu ise Turan – Önasya flora bölgesine girmektedirler. Şayet fitocoğrafya yönünden değerlendirme yapacak olursak; Kuzey Anadolu ve Kuzey Trakya, Avrupa – Sibirya flora bölgesine dâhil olup, diğer Ege ve Akdenizin büyük bir bölümü, Biga yarımadası, Akdeniz, Güney Doğu Anadolunun güneyindeki plato ve ovalar Mezopotamya rejyonu içerisinde kalmaktadır.
Kısaca Türkiye florası:
”1-İran-Turan
2-Avro-Sibirya
a-Öksin flora sektörü
b-Kolşik flora sektörü
3-Akdeniz
4-Mezopotamya” diye tasnif edilmektedir. Görüldüğü üzere Türkiye dört mevsim ve 7 bölgesi ile belki de dünyada hiçbir ülkeye nasip olmayacak derecede birçok özelliklere sahip tek ülkeyiz. Bu yüzden ülkemize cennet vatan Türkiye dersek yeğdir. Fakat cennet vatan Türkiyemizin kiymetini bilmediğimizden olsa gerek zengin flora yapısını acımasızca kıymaktayız. Acı ama gerçek, dolayısıyla bu gerçeklerden hareketle Türkiye’de hem vejatasyon formasyonunun değişmesine neden olan faktörleri hem de ormanların önemli ölçüde ortadan kalkmasına neden olan unsurları;
“—Ülkemizde değişik rejyonal iklim şartlarının hüküm sürmesi,
—Türkiye topoğrafyasının yükseklik, eğim ve bakı şartlarının kısa mesafeler dâhilinde sık sık değişmesi,
—Özellikle kuvaterner (dördüncü zaman)’de meydana gelen iklim değişmeleri (ekolojik şartlar) ve Avro-Sibirya, Akdeniz subtropikal, İran-Turan flora bölgesine ait vejatasyon alanlarının devamlı olarak parçalanması,
—Kurak ve yarı kurak bölgelerimizde insanın tabii vejatasyon üzerinde önemli ölçüde müdahaleleri” şeklinde sıralayabiliriz. Nitekim bu tip müdahaleler klimaks türlerin azalmasına, kuru ormanların ortadan kalkmasına ve antropojen steplerin yaygınlaşmasına neden olmuştur.
Demek ki herhangi bir alanda bitki örtüsünün tutunması ve gelişmesi o alanın iklim, toprak, topoğrafya, beşeri faktörler, ekolojik şartlara bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Hatta ortamda veya ekosistem dâhilinde normal denge oluştuğunda, o ortama uyan yeni bir klimaks bitki topluluğu bile yerleşebilmektedir.
Bitki örtüsü ve iklim faktörleri arasında ilişkiler:
1-Sıcaklık
Bilindiği üzere Türkiye vejatasyon için en ideal eşik sıcaklık değeri 8 santigrat derecedir. Zira araştırmacılar tarafından; 8 santigrat dereceyi başlangıç noktası olarak kabül edip esas aldıklarından, başlangıçla sona eriş tarih arasındaki ortaya çıkan rakama tekabül eden devreye vejatasyon süresi veya vejatasyon devresi olarak değerlendirirler. Bu kıstaslardan hareketle yurdumuzda vejatasyon devresinin en uzun olanının Güney kıyılarımız olduğunu, yani bu kıyılarımızda vejatasyon süresinin 260 günden fazla olduğu belirlenmiştir. Hatta Alanya, Anamur ve Antalya gibi bölgeler de vejatasyon süresi yıl boyunca konumunu koruyabildikleri gözlemlenmiştir.
2-Yağış
Türkiye’nin kuzeyinde nemli ılıman, nemli soğuk ormanlar ve su isteği fazla olan higrofitler yaygın durumdadır. Fakat yine de kuzey kıyı şeridi hariç Türkiye genelinde Akdeniz ve Ege kıyı kuşağı boyunca yaprağını dökmeyen, ağaç ve çalıların hâkim olduğu kserofitler ile Orta ve Doğu Anadolu’da kışın soğuğa yazın kuraklığa dayanan meşe, ardıç, yer yer karaçam ve orman sınırının altında ilkbaharda yeşeren yazın kurak devre sonucu meydana gelen step vejetasyonunun hâkim durumda olduğu tespit edilmiştir.
3-Bulutluluk ve bağıl nem
Vejetasyon devresinde bulutluluğun ve nisbi nemin düşmesi, evapotransprasyonun artırmakta ve dolayısıyla kuraklığın kuvvetlenmesine neden olmaktadır.
Sıcaklık, yağış, bulutluluk ve bağıl nem durumu birlikte dikkatte alındığında ülkemizde bitki örtüsü ve iklim faktörleri arasındaki ilişkiler şu şekilde ortaya çıkar. Şöyle ki;
—Ülkemizde Kuzey Anadolu ve özellikle Karadenize bakan yamaçlarda yağış, bulutluluk, bağıl nem değerleri yüksektir. Nitekim Karadeniz kıyı kesimi higrofil karakterde bitkilerin yetiştiği bölge olup, bu bölgesinin yüksek kesimlerinde daha çok soğuk şartlara uymuş ibre yapraklı ormanlar yer almaktadır. Örnek: Kızılağaç, ladin, göknarı, ihlamur gürgen, kayın vs. Ayrıca Kuzey Anadolu fitocoğrafyada dağların yüksek ve güneye bakan yamaçlarında ise soğuğa dayanıklı ışık isteği fazla olan sarıçam ve karaçam ormanları vardır.
—Sıcaklığın nispeten fazla, bulutluluğun düşük olduğu Ege ve Akdeniz kıyılarında kuraklığa dayanıklı maki, frigana, kızılçam, fıstık çamı, servi (selvi-cupressus), palmiya ve turunçgiller gibi sıcaklık bitkileri vardır.
— Kışlar soğuk, yağışların az düştüğü Orta Anadolu ve Doğu Anadoluda step vejatasyonu bulunmaktadır.
—Vejetasyon süresinin birkaç ayı kapsadığı, düşük sıcaklıkların yüksek olduğu alanlarımızda (dağlarda) subalpin –alpin denilen çayır formasyonu yer almaktadır.
— Yarı kurak- yarı nemli bölgelerimizde park görünümlü kuru ormanlar, ardıç, meşe, karaçam ve bunların karışık olduğu topluluklar bulunmaktadır.
Bakı ve eğim
Karadeniz bölgesinin arka ve iç kesimlerin kuzeye bakan yamaçlarında sarıçam, güneye bakan yamaçlarında meşe ve ardıç toplulukları ile antropojen stepler hâkim durumdadır. Örnek: Sarıkamış ve Hopa.
Karadeniz sahil rejiyonunun kuzeye bakan yamaçlarında ise ardıç, sarıçam ve meşeler baskın duruma geçmektedir.
İç Anadolu’da bakı durumuna baktığımızda kuzey yamaçlar ardıç ve meşeler, güney yamaçların ise step ve antropojen steplerle kaplı olduğu gözlemlenmiştir.
Genel bir bakı tanımı yaptığımızda; Akdeniz bölgesi hariç diğer bölgelerimizde kuzey yamaçlar nemli olmaktadır. Yani buralar yarı nemli lokal ortamlar ve rejiyonlar olması nedeniyle higrofil- mezofil karakterde vejatasyon formasyonlarını bağrında taşımaktadır. Güneye bakan yamaçlar malum, kurak ve yarı kurak ortamlar oluşturduğundan dolayı daha çok kserofik karakterde ağaç, çalı ve ot toplulukları ile kaplıdır.
Bitki örtüsü ile Biyotik (beşeri) faktörler arasında ilişkiler:
—Tabi bitki örtüsünün sürekli tahribi neticesinde eğimli yamaçlar erozyona uğramış, derken ana materyal yüzeye çıkmıştır. Anlaşılan o ki ortam bozulmasına paralel olarak ortamda klimaks türlerin sahadan çekilmesini beraberinde getirmiş ve böylece geriye bitki örtüsü olarak kala kala birkaç kanaatkâr ağaç, çalı ve ekseriya otsu türler kalmıştır.
—Step ormanlarının çeşitli yollardan tahribi step alanların genişlemesini sağlamıştır. Karadeniz kıyı kuşağında ise yer yer psödomaki (yalancı maki) topluluklar gelişmiştir.
—Vejetasyon örtüsünün tahrip edildiği alanlarda klimaks türler azalmış veya tamamen yok olmuş ve bunun neticesinde yerini kurakçıl bitki toplulukları ana kayaya bağlı türler yaygınlaşmıştır. Hatta bitki ortamı bir veya birkaç türün yayıldığı saha haline gelmiştir.
—Genelde memleketimizde klimaks türler önemli derecede değişmiş onun yerine ortama yabancı türler denilen kozmopolit türler ön plana geçmiştir.
— Ülkemizde aşırı hayvan otlaması, tarıma uygun olmayan alanlarda tarım yapılması, eğimli alanların sürekli traşlama yapılması ve orman bakımın sağlanamaması gibi etkenlere bağlı olarak vejatasyon örtüsünün büyük ölçüde kan kaybına uğradığı belirlenmiştir.

TÜRKİYEDE BİTKİ ÖRTÜSÜNÜN GEÇİRDİĞİ SÜREÇ
Flora –Biyocoğrafya alanlarında değişmeler
Ülkemiz Pleistosen’de ve hatta Holosen’de önemli iklim değişmelerine uğramıştır. Bu yüzden etkileri pedojenez ve jeomorfolojik yönden çok önemlidir. Bu arada Glasiyal devrelerde (buzul devre) hüküm süren nemli iklim şartlarına bağlı olarak ormanlar geniş alanlara doğru yayılmış, hatta bugün kuzey bölgelerimizde bulunan nemli ormanlar güneye doğru ilerlemiştir. Böylece step alanları daralmış ve bunun sonucu olarakta Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’daki yüksek alanların kuzeyine düşen soğuk bölgelerde kendine has bitkilerin yer almasına yol açmıştır.
Amanos dağlarında (Adana-Antakya) bulunan oksin kaynaklı elementler
Amanos dağlarında özellikle kuzeye bakan yamaçlarında Akdeniz fitocoğrafya bölgesi dışında diyebileceğimiz Güney ponto, Sibirya, öksin veya kolşik elemanları bulunmaktadır. Mesela bir öksin ağacı olan Fagus oriantalis (kayın) Amanos dağların da 1100–1500 m arasında, Antakya ve Musa dağının güney ve batı yamaçlarında ise 1900 m’ye kadar çıkabilmektedir. Örnek- Acer platanoides, Alnus glutinosa (Adi Kızılağaç), Fagus oriantalis Lipsky (doğu kayını), Evonymus latifolus, Quercus pantraea, Taxus baccata (Porsuk), Tilia argentea (Ihlamur), Ulmus glabra (Karaağaç), İlx clchica.
Belgrad ormanlarında yer alan Akdeniz bitkileri
Belgrad ormanlarında yer alan Akdeniz florasına ait elemanlar şunlardır:
Arbutus Unedo, Erica verticillata, Poterium spinosum, Spartium junceum, Quercus Coccifera, Quercus infetoria, Juniperus oxycedrus, Calluna vulgaris, Cistus villosus.
Ağrı dağı üzerinde ise Munzur, Erciyes, Nemrutda olduğu gibi Betula (Huş) ormanı bulunmaktadır. Hakeza Tortum doğu bölgesinden olmasına rağmen Tortum Havzasında Akdeniz kökenli bitkiler mevcuttur. Örnek- Arbutus Unedo, Arbutus andrachne, Jasminum fruticans(Yasemin), Capparis spinosa ve Cotinus coogyria’dır.
Türkiye için Holosende meydana gelen iklim değişmeleri konusunda şu şekilde genel sonuçlara ulaşılmıştır. Şöyle ki;
— Günümüzden 8–9 bin yıl önce Anadoluda hissedilir bir kurak ve nispeten ılık bir dönem meydana gelmiştir.
— 5–7 bin yıl önce hissedilir derecede sıcak ve oldukça nemli bir dönemin bulunduğu uygun bir klimatik değer dönemi meydana gelmiştir.
— 3000 yıl önce serin bir dönem geçmiştir. Fakat Postglasiyal dönemde (1500–1700 yıl önce) kurak bir dönemin başladığı ve böylece orman formasyonunun yavaş yavaş yerlerini stepe terk ettiği görülmüştür. Örnek: Orta Anadolu ve Doğu Anadolu bölgesi.
1-Kuzey Anadolu Fitocoğrafya Bölgesi
Bu bölge Ordu’dan doğuya doğru uzanan kolşik ve Istranca dağlarına, hatta Bulgaristan’a kadar uzanan öksin bölgesini içine almaktadır.
Çoğunlukla öksin bölgesine ait olan ağaç ve çalılar şunlardır:
Abies bornmülleriana (Uludağ göknarı), Alnus glutinosa (Adi kızılağaç), Abies nordmanniana (Kafkas-Doğu Karadeniz göknarı), Acer Campestre(Ova akçaağacı), Carpınus oriantalis (doğu gürgeni), Coryllus avellana(kuzu fındığı), Coryllus colurna (ayı fındığı), Castanea sativa(Avrupa kestanesi), Fagus orientalis (Doğu kayını), Pinus Silvestris, Quercus dischorochensis(Çoruh meşesi).
Kolşik sektörde bulunan ağaç ve çalılar ise şunlardır:
Alnus barbata, Philleyrea decora, Picea excelsa, Picea orientalis, Quercus pontica, Rhodendron cauca sicum, Rhodendron smirnovi, Rhdendron ungerni.
2-Akdeniz (Ege-Akdeniz) Fitocoğrafya Bölgesi
Kuzeyde Marmara kıyılarından başlayarak (Gelibolu ve Biga Yarımadası), Ege (Uşak ve Denizli bölgesine kadar sokulan), Toros dağlarının güneye bakan yamaçları boyunca yükselen kısımlar ve Amanos dağlarından güneye doğru devam eden bölgeler ve Doğu Akdeniz flora bölgesine dâhil edilir. Bu bölgede Sclerophyll (ışığı seven sert yapraklı bitkiler) vejatasyon hâkim olup, bunun yanısıra Geofitler, Terofitler ve Kamefitler gibi bölgeye has karakteristik bitkiler de mevcuttur. Bunlar dahası Akdeniz bölgesinin ormanın tahribi ile yerleşmiş olan maki bölgesinin önemli vejatasyonu olarak bilinmektedir. Zira bölgedeki önemli ağaççık ve çalı türleri şöyledir:
Arbutus andrachne, Ceratonia Siliqua, Cotinus Cogygria, Daphne Sericea, Erica verticillata, Juniperus oxycedrus, Myrtus comminus, Olea europea, Philleyrea Media, Pistacia lentiscus, Quercus coccifera, Quercus haas, Quercus libani, Styrax officinalis.
3-İran -Turan Fitocoğrafya Bölgesi
İran-Turanian kökenli karakteristik bitkiler bulunmaktadır. Örnek: Acantholimon, Acanthophyllum, Calligonum, Ferula, Alyssum, Isatis. Türkiye ise İran-Turan Bölgesi iki ana vejatasyon sahasına ayrılmaktadır. Birincisi yaprağını döken çalı ve park görünümündeki ormanların oluşturduğu dış kuşaktır. İkincisi de Orta Anadolu’nun ağaçsız alanı “gerçek step” diye anılan Orta Anadolu stepidir. Orta Anadolu ağaçsız steplerinde Artemisia fragans, Euphorbia tinctoria, Globularia orientalis, Isatis glauca, Poa bulbosa, Astragalus, Peganum harmala.
Şurası da bir gerçek Türkiye’de floristik alanların yayılışını kesin çizgilerle sınırlandırmak mümkün değildir. Bu durumun iki ana sebebi vardır. Şöyle ki;
—Pleistosende ve Holosende meydana gelen iklim değişmelerinden kaynaklanmaktadır. Nitekim soğuk- glasiyal dönemlerde(Pleistosen Epoch glacials pleyistosen buzul dönemler) güneyli ve kserofitler kuzeye doğru ilerlemiştir.
—Orografik uzanışlar bakı lokal ortamları yaratmış ve bunun sonucu olarak ortamda değişik flora bölgelerine ait bitkiler tutunmuşlardır. Mesela Kuzey Anadolu dağların güneye bakan yamaçları kserofit ve ışığı seven bitkilere, Akdeniz bölgesinde kuzeye bakan yamaçlar ise kuzeyli higrofil bitkilerin tutunmasına yataklık yapmıştır. Hakeza Amanos dağlarında çok sayıda öksin toplulukları kuzeye bakan nemli yamaçlarda toplanmaktadır.
TÜRKİYE’DE VEJETASYON FORMASYONLARI
Bilindiği üzere minicik ağaç kök hücreleri toprağa basınç yaparak sert kayaları bile delip durmak yok yola devam demekteler. Dolayısıyla kök hücresi deyip geçemeyiz. Hücrelerin içerisinden çıkan kaygan sıvı kökün yol boyunca ilerlemesine yeter artar bile. Kökler kayaları delip parçalayarak toprağın derinliklerine ilerler de ağaç gövdesi üzerindeki sürgünler ilerlemez mi? Elbette ki onlarda gökyüzüne doğru yönelerek gelişme kaydederler. Öyle ki ağaçların sürgünlerin uç kısımlarında bulunan tomurcuklar sürekli yenilerek yeni hücreler oluşturup gövdenin dal budak salınmasını sağlarlar. Hakeza ağaçların genelinde büyümenin gerçekleştiği kambiyum denilen hücre tabakaları da mevcuttur. Nitekim her yıl kambiyum tabakası yaşlı ağaca bir halka daha ilave etmek için can siparane çalışmaktadır. Hatta bu halkalar sayesinde birçok ağacın yaşını da öğrenmiş oluruz. Kambiyum tabakası sadece ağacın yaş tespitine yönelik bir halkalar kuşağı olmayıp, aynı zamanda kökler tarafından su ve suda erimiş maddelerin alınarak kambiyuma ulaştığında, bu durumda kambiyum bünyesinde mevcut bulunan iletim borularını kullanarak suyun yapraklara taşınmasına vesile olurlar. Bu arada ağaç büyüdükçe kambiyumun içerisinde borularda sertleşip ağacın gövdesini oluştururlar. Gövde artık bir noktadan sonra yapraklarla bağlılıklarını kesip mevcut suyu depolarında saklı tutarlar. Yapraklar ise köklerden erimiş halden gelen minarelleri bünyelerinde var olan klorofil maddesi sayesinde havadan aldıkları karbondioksitle birleştirerek şeker ve nişasta haline dönüştürüp ağaç dokularının hem beslenmesini hem de yeni dokuların oluşmasını temin ederler. Anlaşılan o ki bir ağaçta gerçekleşen akıl dolusu faaliyetler ormanlarda kat be kat daha artarak koro halinde topyekûn cereyan etmektedir. Dolayısıyla ağaç veya orman deyip geçmemeli. Çünkü kauçuk, katran, reçine sakız, boya ve kibrit gibi maddeler ağaçlardan elde edilmektedir. Hatta kullandığımız birtakım hapların birçoğu da ağaçlardan temin edilmektedir. O halde ormanlarımızın kıymetini bilip “Yaş kesen baş keser” düsturundan hareketle onlara gözümüz gibi bakmak boynumuzun borcu olmalı. Bu bilgilerden sonra orman konusuna geçip alt başlıklar altında şöyle izah edebiliriz:
1-Trakya antropojen step formasyonu
Trakya gibi yarı-kurak- yarı nemli şartlara haiz alanlarda antropojen stepler ve yarı kuşak şartların hüküm sürdüğü alanlarda kuru ormanlar yer almakatdır. Mesela Vertisollerin görüldüğü, aynı zamanda antropojen step alanının orman kalıntıları olarak kabul edilen sahalarda Quercus infectoria, Quercus pubescens, Quercus cerris, Juniperus oxycedrus, Carpinus oriantalis gibi bitkiler bulunmaktadır. Özelllikle Trakya antropojen step sahası içerisinde yer alan vejatasyon örtüsü tipik kurak ve karasal iklim şartlarını en iyi şekilde yansıtmaktadır. Örnek- Quercus pubescens, Jasminium fruticans, Stipa pennata, Koeleria cristata ve Festuca ovina yaygındır.
Trakyada otlak vejatasyonun en önemli temsilcileri; buğdaygiller familyasından Cynodon dactylon, Dactylis glomerata, Poa bulbosa, Festuca ovina, Koeleria cristata olup, Baklagillerden ise Trifolium campestre, Trifolium arvense, Trifolium incarnatum gibi türler temsil etmektedir.
2-Psodomaki Formasyonu (çalı)
Doğuda Hopa’dan başlayarak Trakya kıyılarını takiben bir şerit boyunca çoğu kez
ağaçcık veya çalılardan ibaret bir kuşak uzanmaktadır. Bu kuşak aynı zamanda plantasyon kültür kuşağı olup insan tahribatının en yoğun olduğu alana tekabül etmektedir.
Bilindiği üzere Trakya’nın Karadeniz kıyıları boyunca psödomaki hâkim durumda olup, ancak Karadeniz kıyılarından iç kısımlara gidildikçe psödomaki içindeki maki elemanlarının tedricen ortadan kalktıkları görülecektir.
Genel itibariyle Psödomaki formasyonu bu kesimde şu elemanlardan müteşekkildir:
Philleyra latifolia (akçakesme), Laurus nobilis (defne), Arbutus unedo(koya yemiş), Cistus salvifolius (Laden), Rubus fruticosus (böğürtlen), Corylus avellana (fındık).
Daha doğuda karaboğaz iskelesi ile kerpe burnu arasındaki kıyı bölgesi içerisinden yer alan maki elemanlarına ise; Phillyrea latifolia (akçakesme), Laurus nobilis(defne), Arbutus unedoe (kocayemiş), Cistus salvifolius(Laden), Corylus avellana, Rubus fruticosus, Erica arborea, Cornus mas, Crataegus monogyna, Mespilus germenica gibi bitkileri örnek verebiliriz
3-Orman Formasyonu
Bu formasyon Trakya, Batı ve Orta Karadeniz (Öksin sektör- Meşe kayın ormanları) bölgesinde bulunmakta olup, aynı zamanda yapraklarını döken esas itibarı ile meşe ve kayından ibaret orman kuşağına uzanmaktadır. Hatta kıyıdan yüksek kesimlere gidildikçe daha çok kayın ormanları, kıyıya doğru saha dâhilinde ise meşe ormanlarının yaygın olduğu görülmektedir.
Trakya alanı Istranca dağlarının 1000 metre yüksekliğinde ki kuzey yamaçlar ile 500–600 m yüksekliğinde güney yamaçlarda Fagus oriantalis (Doğu kayını) ormanlar yer alır. Çoruh meşesi ise odacıklar halinde bulunmaktadır.
Kayın florasının alt florasını Rhododendron Ponticum, İlex aquifolium teşkil eder.
Istranca nemli orman alanının orta bölümü ise sık bir orman altı florasına sahiptir. Bu kesimde Rhododendron ponticum, Daphane pontica, Hypericum trifolium bulunmaktadır. Trakyanın doğu nihayetinde önemli ağaç topluluklarının bulunduğu alan Belgrad ormanı olarak bilinmektedir. Belgrad ormanı esas itibarı ile meşe ağaçlarından meydana gelmiştir. Örnek: Q. Frainetto, Q. Cerris, Q. Hartwissiana, Tilia tomen, Carpinus betulus, Acer cam poster.
Orman formasyonun güneye bakan kısımlarda meşe toplulukları ağırlıkta olup, kuzeye bakan yamaçlarda da kayın yaygın haldedir. Dere tabanlarında ise gürgen bulunur.
Kocaeli nemli ormanların batı kesimi (meşe kayın sahası): Quercus Pedunculiflora, Castane sativa, Crataegus monogyna, Phillyrea latifolia, Daphne pontica gibi türler sahne almaktadır.
Kocaeli nemli ormanlarının doğu kesiminde yer alan kayın sahasına bir öksin elemanı olan orman gülü de (Rhododendron Ponticum) refakat etmektedir. Örnek- Castane sativa, Carpınus betulus, Q.Bademli flora, Q. Frainetto, Rhododendron Ponticum, Fagus orientalis, Mespilus germanica, Crateagus monogyna, Erica arborea.
4-Orta ve Batı Karadeniz Bölümü (Kayın-Göknar ormanları)
Sakarya nehrinin doğusundan başlayıp Ordu’ya kadar uzanan Kuzey Anadolu dağlarının kuzey yamaçları boyunca veya nemli-ılıman kuşağın hâkim kısımlarında kayın ormanları yoğunlukta olup, yüksek yerlerde ise kayın-göknar karışımı ormanlar ağırlıklı olarak yerini almaktadırlar. Mesela İnebolu- Cide arasındaki Batı Köroğlu dağları alan dâhilindeki orman formasyonu şu birliklere ayrılmaktadır:
—Gürgen(Carpınus betulus) ve Şimşir (Buxus sempervirens)
—Kayın (Fagus oriantalis) ve orman gülü (Rhododendron Ponticum)
—Göknar (Abies nord. Sub. Bornmülleriana) saf olarak 1200–1500 m arasında bulunur.
—Pinus sılvestris-Yüksek alanlarda Göknarla birlikte bulunur.
—Pinus nigra ve Geven (Astragalus anthylloides)-
Batı karadeniz bölümünün Orta Anadoluya bakan güney yamaçlarında (Kayın –Gökpınar) yer alan 1000–1100 m arasında ki bitki ve orman kuşakları ise şöyledir:
1-Maki vejetasyon kuşağı
Bu kuşak akarsuların vadileri boyunca birkaç kilometre içerisine sokulmuş olan ve yüksekliği 200 metreyi bulan dar kıyı şeridini oluşturur.
2-Kestane- ıhlamur- gürgen-meşe ormanları- kayın kuşağı
Bu kuşakta yer alan bitkiler 500 m yükseklikler dâhilinde karışık ve ayrı (farklı) birlikler oluşturarak uzanmaktadırlar.
3-Saf kayın ormanları(fagetum kuşağı) kuşağı
Bu kuşakta yer alan bitkiler 500–900 m yükseklikler dâhilinde aynı (benzer) birlikler oluşturarak uzanmaktadırlar.
4-Kayın- Göknar karışık ormanları (fagetum – Abietum) kuşağı
Bu kuşakta yer alan bitkiler 900–1500 mm yükseklikler dâhilinde karışık(kompleks) birlikler oluşturarak uzanmaktadırlar.
5-Saf Göknar orman (Abietum) kuşağı
Kızılağaç ormanları
Bu tür ormanlar Doğu Karadeniz bölümünde dere kenarlarında ki alanları işgal edip ormanın üst sınırına kadar uzanırlar. Derken kızılağaçlar 5–6 yıl sonra 7–8 m boyunda kızılağaç ormanları ile kaplanmaktadır. Örnek- Buxus sempervirens(şimşir), Prunus lauro cerasus (karayemiş)
Kayın- kestane- meşe – gürgen ormanları
Bu tür orman formasyonlarının 100 metreye kadar uzanan etek kuşağı geniş ölçüde tahrip edilmiş durumdadır. Hatta çeşitli ağaç toplulukları birbirine karışmış durumdadır. Mesela bunlar arasında bir kestane ağacı var ki, onun hakkında bir Rize’liye kestane nedir diye sorarsanız vereceği cevap; o şehittir der. Gerçekten her türlü bitkinin kabuğu çürür, fakat kestane kabuğu çürümez. İşte bu yüzden o bizim nezdimizde şehit unvanını çoktan hak etti bile.
NEMLİ-YARI NEMLİ SOĞUK ORMANLAR
Ladin ormanları
Bu ormanlar Ordu’nun doğusundan başlayıp Doğu Karadeniz dağları boyunca yüksekliği 2300 metreye kadar çıkabilmektedir. Mesela daha çok sahil zonunda bulunan kayın ile ladin karışık halde bulunup, yüksek kesimlerde ise göknar ve sarıçam beraberce bulunmaktadırlar
Trabzon civarında saf Ladin ormanları 90–100 metreleri bulup, özellikle Meryem ana yörelerinde 1400–1500 metre olduğu gözlemlenmiştir. Trabzon dolaylarında Ladin ile birlikte bulunan diğer önemli ağaç ve çalılar şunlardır: Fagus orientalis, abies nordmanniana, Tilia rubra, Rhododendron Ponticum.
Rize’nin doğu kesimlerinde Ladin ormanlarında yer alan elamanlar: Acer platanoides, Ulmus montana, Rhododendron Ponticum, Rhododendron Luteum, Viburnum orientale, Carpinus betulus, Sorbus aucuparia’dır.
Göknar (Abies nordm) karışım ormanları
Göknarlar Ladine nazaran soğuğa karşı dayanıklı olup ladin-sarıçam arasında yer almaktadırlar. Bunlar daha çok 1000 metreden yüksek ortamlarda ve soğuk iklimde yetişmektedirler. Hatta Karadenizin iç kesimlerinde 1500–2000 metre yüksek rakımlarda bu tür ormanlar görülebilmektedir. Fakat yüksek kesimlerde daha çok Rhododendron Ponticum ve Rhododendron Smirnovi türleri baskın durumdadır.
Sarıçam ormanları
Bilindiği üzere çam ve köknar ağaçlarına ait yaprakların dar ve iğnemsi olması, aynı zamanda yapışkanımsı yapraklarla çevrili olması dolayısıyla bu yapraklar buharlaşmaya geçit vermemektedir. Bu yüzden kışta olsa yaprakları dökülmemektedirler. Bunlar arasında dalları hiçbir zaman çıplak kalmayan çamlardan biri de hiç kuşkusuz sarıçamdır. Sarıçam ormanları daha çok karadeniz etkisinin azaldığı Sarıkamış gibi bölgelerde yaygın duruma geçip, hatta Kuzey Doğu Anadolu’nun 2700 metrelik rakımlı tepelerde yetişen çamlarda vardır.
Kuru Ormanlar
Genellikle meşelerin hâkim olduğu bu ormanlar güney kesimlerde bulunur. Fakat bu ormanlarda altı adet flora fakir durumda gözükmektedir. Yani buralarda genellikle kserofit karakterde ağaçlar yaygın durumdadır.
Istranca ve Çatalca yarımadası üzerinde kuru ormanların karakteristik en bariz özelliği ağaç meşesi olmasıdır. Önemli meşe türleri: Quercus dschorochensis, Quercus pedunculiflora, Quercus frainetto, Quercus infectoria, Quercus cerris, Quercus dalechampii, Quercus pubescens.
Kuru saha ormanda yer yer gürgenler bulunmaktadır. Örnek: Carpınus orıantalis, Carpınıus betulus.
Kuru orman topluluklarına kızılçam, sarıçam, Macar meşesi girmektedir.
Ot formasyonu
Orman sınırının üzerindeki subalpin ve alpin çayırlar oluşturmaktadır. Ormanın üst sınırında başlayan bu çayır alanlar özellikle Bolu Ala dağları, Ilgaz dağları ve Doğu Karadeniz dağlarında yaygındır.
Belli başlı subalpin- alpin otsu türler şunlardır: Geranium Cinerum, Festuca alpina, Geranium slyvaticum, Astragalus viciifolius, Ranunculus caucasicus.
Bu otsu vejatasyon 2000 metrenin üzerinde karla kaplı kar örtüsünün çekilmesinin ardından yeşillenmekte olup, daha çok Haziran ve Temmuz aylarında rengârenk çiçeklerin bir anda sarardığı müşahade edilmiştir.
AKDENİZ FİTOCOĞRAFYA BÖLGESİNİN VEJETASYON FORMASYONLARI
Bu formasyon Ege ve Akdeniz bölgelerini içine almakta olup, iklim olarak kışları ılık ve nemli, yazları sıcak ve kurak geçmektedir.
Maki-Garig Formasyonları (Çalı)
Maki formasyonun tahribi sonucu oluşan, daha kurak, daha fakir, aynı zamanda radyasyonun şiddetli olduğu ortamlarda yetişen ve boyları 50 cm - 1 m arasında değişen bodur çalı topluluklarına Garig veya frigana denilmektedir.
Bu formasyon Marmara denizi çevresinde 300 –350 metre, Ege sahilinde 600 metre, Akdeniz kıyıları boyunca 800–1000 metre arası yüksek alanlarda bulunmaktadır.
Orman Formasyonları
Akdeniz fitocoğrafya bölgesinin sahilden başlayıp alpin zona kadar çıkan iğne yapraklı ağaçlardan ibaret orman formasyonları;
“—Kızılçam
—Fıstık çam
—Karaçam
—Sedir
—Göknar” olarak kategorize edilirler.
Kızılçam (Pinus brutia) Ormanları
Kızılçam ormanları Marmara ve Karadeniz sahillerinde 100–200 metreden başlayıp 700 metreye kadar yüksekliği bulan rakımlı alanlarda, Ege bölgesinde 110–1150 metreye kadar çıkabilen alanlarda ve Torosların güneye bakan yamaçlar boyunca sahilden 110–1200 metre yüksekliği bulan alanlarda yetişen formlardır.
Fıstık Çam (Pinus pinea) ormanları
Aydın, Muğla, Maraş yakınlarında, Marmara denizi çevresinde, Gemlik körfezi kıyılarında bulunmaktadır. Ayrıca bu ormanlar Kozak yaylasında 700–900 metre yüksekliği bulan alanda da yaygın haldedir.
Meşe (Quercus coccifera) ormanları
Q. coccifera ve Q. İlex gibi meşe ormanları Ege-Marmara kıyı şeridinde ve Toroslarda yer almaktadır.
Q. aegilops (palamut meşesi) güneyde 700 metreden başlayarak 900–1000 metreye çıkan alanlarda bulunmaktadır. Mesela Afyon batısında 1300–1400 metre yüksekliğe sahip Ahır dağı ile Murat dağın 1300 metre yüksekliği bulan yamacında bu ormanları görmek pekâlâ mümkündür.
Akdeniz bölgesi yarı nemli dağ ormanları
Özellikle Eğridir havalesinde endemik meşe türü olan Q. Vulcanica, Q. Libani, Q. Nigra, Q. Cerris, Abies cilicia, J. Oxycedrus, J.excelsa orman topluluğu oluştururlar. Kasnak ormanlarında meşe ardıç karışımı ormanlar ilk sırayı almakla beraber bunu sırasıyla saf ardıç, sedir ardıç, saf karaçam, meşe, sedir, kızılçam, karaçam ardıç, göknar ardıç ormanları takip etmektedir.
Karaçam ormanları (Pinus nigrea)
Doğu Karadeniz hariç Türkiyenin hemen hemen her yerinde yayılış gösteren ormanlardır. Özellikle Kuzey Anadolu şeridinde 400–1400 metre yükseklikte, Toros dağlarının 1200–2100 metre arasında ve ayrıca Anadolunun batıdan doğuya doğru uzanan Köroğlu, Bolu, Ilgaz ve Canik dağlarında görülmektedir. Ayrıca Karaçam ormanları ortalama 1000 metre yüksekliği bulan dağlık alanlarda ve kuzeye bakan yamaçlarında yaygındır.
Sedir (Cedrus libani) ormanları
Akdeniz bölgesinin Toroslar üzerinde ki karaçam ormanlarından sonra sedir ormanları gelmektedir. Sedir daha çok denize yakın kısımlarda 1200–1250 metre rakımlı alanlar ile Torosların kireçtaşı ve ana kayalar üzerinde ve 1000–2000 metre arasında ki denize bakan güney yamaçları tercih etmektedir. Amanos dağlarında ise sedir 1400–1800 metre arası yüksek alanlarda gelişme gösterdiği belirlenmiştir.
Bundan başka sedir topluluklarına Sultan dağları, Dere sinek- aka sinek köyleri arasında kireç taşları üzerinde ve Erbaa çatalan mevkinde rastlanılmaktadır.
Sedir ormanlarına yer yer A. cilicia, J. Oxycedrus, J. excelsa, Pinus nigra, Pinus brutia, Q. Libani türleri de karışmaktadır.
Göknar (Abies cilicia) ormanları
Antakya’nın kuzeyinde Bucak dolaylarında başlayıp, Andırın’a kadar uzanan ormanlardır. Hatta Orta Toroslarda Abies cilicia (Toros Göknarı) 1300–1500 metre arası yüksek alanlarda orman halinde yer almaktadırlar. Örnek- Q.Cerris, Ostrya Carpinifolia.

ORTA ANADOLU FİTOCOĞRAFYA BÖLGESİNİN VEJETASYON FORMASYONLARI

Bu vejatasyona sahip formasyonların bulunduğu bölgede yıllık ortalama yağış 400 mm’nin altında seyretmekte olup, bu formasyon daha çok yüksekliği 600 metre bulan alanlarda görülmektedir.
Bilindiği üzere Orta Anadolu’nun büyük bir kısmı yarı kurak iklime sahip olup, çevresinde ise yarı nemli iklim şartları hüküm sürmesine paralel olarak yılın 3–4 ayı kurak geçmektedir. Fakat yüksek alanlarda kuraklık 2–3 ay ile sınırlı kalmaktadır.
Tuz gölü çevresinde çorak bitkilerin hüküm sürmesi daha çok toprak durumuyla alakalı bir durum olup, yaylalarına çıkıldığında kestane renkli toprak örtüsüne bağlı olarak nükseden step toplulukları, yükseklerde ise bozulmuş yarı olgun kahverengi orman toplulukları yer almaktadır. Anlaşılan o ki toprak oluşumunda genellikle kalsifikasyon (kireçlenme) süreci hâkim olup, bu durum alkalen reaksiyon gösteren toprakların daha baskın konumda olduğunu göstermektedir.
Bölgenin orta bölümünde yüksekliğin 1200 metreye kadar olan orta bölümünde step ve daha yüksekte ise karasal ve soğuk ve yarı kurak – yarı nemli şartların oluşturduğu kurakcıl-kuru orman örtüsünün olacağı söylenebilir. Orta Anadolu’da 1000 –1200 metreleri arasında alçak dağ stebi ve daha yüksek kesimlerde ise meşe, karaçam toplulukları ve ormanları görülmektedir.
Orta Anadolu step formasyonu (Ot formasyonu)
Orta Anadoluda Tuz gölü çevresinde ve Konya–Ereğli arasında uzanan bataklıkların kenarlarında çorak topraklarda halofil (tuzcul) karakterde zayıf bir örtü mevcuttur.
Tuz gölü çevresinde yer alan çorakcıl bitkilerin oluşturduğu birlikler genellikle Salsola; Frankenia, Atropis, Petrosimonia, Halocnemum olarak bilinmektedir.
Konya, Eskişehir, Kayseri, Ankara gibi derin topraklı düz ve az eğimli alanlarda Artemisia fragans, Thymus squarrosus, Astragalus microcephalus, Festuca valesiaca, Koeleria cristata, Stipa lagacea gibi türler birlikler oluştururlar.
Orta Anadolu’da belli başlı çalılar şunlardır: Prunus spinosa, Jasminum fruticosus, Crataegus orientalis, Lonicera etrusca, Clematis vitalba, Amygdalus orientalis, Atraphaxis bardier, Rhus coriaria, Capparis sicula.
Hayvanların iltifat etmediği otlara ise Eyquem campestre, Peganum harmala, Euphorbia tinctoria, Centaurea squarrosa gibi türleri örnek verebiliriz.
Antropojen/ağaçlı step formasyonu
Orta Anadolu’da vaktiyle park görünümlü ormanların katledilmesi neticesinde şimdilerde 1000 metreden yüksek alanlarda step vejetasyonuyla karşı karşıya kalmış durumdayız.. Nitekim asırlar boyu süre gelen tahribata rağmen en sonunda Orta Anadolu’daki karaçam, meşe, hatta ardıç ormanları direnç göstererek nispeten nemli kuzeye bakan lokal alanlara ve yükseklere çekilip hal lisaniyle adeta yıkılmaktayım ayaktayım diyebilmektedirler.
Orta Anadolu’nun kuzeyinde Beypazarı civarında iki tip step birliği bilinmektedir:
1-Dağ stebi Örnek-Thymus Sipyleus, Astragalus microcephalus ve A. angustifolius.
2-Ova stebi Örnek-Artemisia fragrans. Bu step birliğinde daha çok Q. pubescens, Pinus nigra bulunup genellikle Pallasiana (karaçam) toplulukları tarafından sınırlandırılmıştır.
Ayaş dağının büyük bir kısmında kurakçıl step birlikleri görülmektedir. Dolayısıyla Ayaş dağı yöresinin vejatasyon formasyonu orman ve step vejatasyonu olmak üzere iki farklı tipe ayrılmıştır.
Ankara’nın doğu yakasında ki Elmadağ ve çevresinde J. Oxycedrus, J. Excelsa, Thymus spyleus, Ast microcephalus, Ephedra majör, Genista aucheri, Jasminium fruticans birlikleri mevcuttur.
Subalpin ot formasyonu
Bu kuşakta Hasan dağı Subalpin kuşak 1830 metreden başlamaktadır. Bu formasyon:
“—Astragalus angustifolius,
—Astragalus microcephalus,
—Acantholimon echinusler” denilen dikenli ve yastık şekilli bitkiler bir arada birlikler oluştururlar.
Hasan dağının 2400 metreden başlayan alpin kuşak dağının zirvesine kadar devam eden kuşakta ise Vicia canescens, Onobrychis montana birlikleri tespit edilmiştir.
Orman formasyonu
Kuru ormanlar (Karaçam-meşe-ardıç)
Orta Anadolu’nun antropojen step alanları karaçam ormanları ile karışım yapan meşe ormanları ve saf karaçam ormanları bulunmaktadır.
Bu kuşağın meşe toplulukları step ve orman arasında ki geçiş zonunda yer alıp, karaçam ormanları ise dağların 1200 metreden yüksek kesimlerinde konumlanmıştır. Mesela örnek verecek olursak içerisinde Afyon-Ankara karayolunun geçtiği alanın ekolojik ve sosyolojik etüt çalışmaları sonucunda şu ağaç ve çalı birlikleri tespit edilmiştir:
1-Cistus laurifolius birliği(Defneyapraklı laden) Örnek-Pinus nigra, J. Oxycedrus
2-Populus tremula birliği Örnek-Titrek kavak (Populus tremula)
a-Cistus laurifolius(defne yapraklı laden)
b-Colutea cilicia (patlangaç)
c-Q. Cerris
d-Pinus nigra.
Orta Anadolu ile Karadeniz bölgesi arasındaki geçiş alanı ile Beypazarı civarı dağların güneye bakan yamaçlarında (alt ve üste doğru) kızılçam, sarıçam ve karaçam ormanları sıralanmaktadır. Bu ormanlar içerisinde özellikle J. Oxycedrus, Q. Pubescens, Populus tremula, Cistus laurifolius gibi ağaç ve çalılarda yer almaktadır. Hatta 1600–1200 arasında Göknar ormanları (A. nordmanniana)’da bulunmaktadır.
Tüylü meşe Birliği
Quercus pubescens (Tüylü meşe) yarı klimaks bir meşe türü olup, Orta Anadolu da karaçam ormanların tahrip edilmesi sonucunda doğmuştur. Dolayısıyla bu birlik dâhilinde Prunus domestica, Pyrus eleagnifolia, Vicia cracca, Coronilla varia, Hordeum bulbosum türler bulunmaktadır.
Defneyapraklı Laden (Cistus laurifolius birliği)
Şurası bir gerçek bu çalı birliği karaçamın tahribi ile yerleşmiştir.
Orta Anadolu’nun güneybatı kesiminin Orta Anadolu havzaları ve Torosların kuzeye bakan yamaçları boyunca genellikle meşe, ardıç toplulukları bulunup, üst kısımlara doğru da karaçam ormanları ile yer yer yüksek kısımlarda göknar ve az miktarda sedir görülmektedir. Mesela sığ topraklar üzerinde Juniperus excelsa (Boylu ardıç), yüksek alanlarda Quercus pubescens (Tüylü meşe), derin topraklı yüzeylerde çoğu kez meşeler, boylu ardıç ile birlikte karışık durumda ağaç türleri bulunmaktadır.
DOĞU ANADOLU FİTOCOĞRAFYA BÖLGESİNİN VEJETASYON FORMASYONLARI
Step formasyonu (Ot formasyonu)
Bu formasyon;
a-Alçak dağ stebi
b-Yüksek dağ stebi diye iki alt başlıkta incelenirler.
Antropojen Dağ ve yüksek yayla stepleri
Kuzeydoğu Anadolu’da Sarıkamış, Ardahan, Oltu, Şenkaya, Narman dolaylarında Sarıçam ağaçlarının acımasız tahribi sonucunda yüksek dağ-plato stepleri gelişmiş bulunup, bahsi geçen alanda tespit edilen birlikler Astragalus eriocephalus, Thymus fallax, Poa Longifolia diye adlandırılırlar. Mesela Palandökende bunlar içerisinde Astragalus türü daha baskın haldedir.
Orman formasyonu
Doğu Anadolunun Kuzey doğusunda sarıçam, yüksek ve dağlık alan kısımlarında ise meşe türü ormanlar hâkim durumdadır. Fakat Doğu Anadoluda meşe ormanları birkaç tür meşeden ibarettir. Zira Elazığ, Malatya, Muş, Bingöl dolaylarında Q. İnfectoria, Q. Macrolepis (aegilops), Q. brantii, Q. libani, Q. Cedrorum bulunmaktadır. Avro-sibirya elemanı olan Sarıçam ise Türkiye’de en iyi yetişme ortam bakımdan Kuzeydoğu Anadolu olduğu muhakkak. Özellikle bu formasyon Sarıkamış, Şenkaya, Göle, Akdağ, Köroğlu, Allahüekber gölü yöresinin kuzeye bakan yamaçlarında ve Tortum gölü yöresinde bulunmaktadırlar.
Görüldüğü üzere Türkiye hem iklim bakımdan hem de bitki örtüsü bakımdan zengin durumda, tabii ki kiymetini bilene. Yani önemli olan bu zenginliğin kıymetini bilip ormanlarımızı gözbebeğimiz gibi korumak esastır. Bilindiği üzere ağaçlar çevremize güzellik kattığı gibi üretime de sayısız faydaları var. Zira ağaç parçalarının öğütülmesiyle birlikte adeta bir fırının hamur teknelerinde pişirilmesine benzer bir uygulamayı müteakip koskocaman devasa nitelikteki ağaçlar bir anda hamur haline getirilebilmektedir. Derken hamur haline gelen hammadde birtakım kimyasal muameleler sonucunda beyaz haline getirilip ıslatılmasının ardından arıtılıp kurutularak ortaya ham kâğıt çıkabilmektedir. Mesela tıpkı Giresun SEKA fabrikasında olduğu gibi elde edilen kaba kâğıtlara tutkal ilave edilerek döner bandın üzerinde bembeyaz sayfa halinde tabaka, tabaka hizmetimize sunulabilmektedir.
Velhasıl; ağaçlar Hira mağarasında ilk oku emrini duymuşcasına kıyamete kadar insana hizmet edecektir. Vesselam.

bitki ekolojisi-2 Işık
Tabiatta her canlı bir şekilde güneşten mahrum bırakılmıyor. Zaten mahrum kalsalardı hayvanlar meralarda otlayamayıp telef olurlardı, bitkiler de ısı düşmesiyle birlikte donup çürümeye mahkûm kalırlardı. Bu yüzden günlük ışık alma süresi fotoperiyodizm olarak adlandırılır. Yani güneş bir yerde çakılıp kalmamakta ve bünyesinde taşıdığı sonsuz ısı ve şualarıyla her canlının istifade edebileceği şekilde seyr-i âlem eylemektedir. Hakeza fotoperiyodizm olayı sayesinde bitkiler; “Kısa gün bitkiler, Uzun gün bitkiler ve Nötr bitkiler” diye üç gruba ayrılırlar.
Günlük optimum ışık ihtiyaçları 12 saatten daha az olan bitkiler kısa gün bitkileridir. Örnek: Cannbissativa, Oryza sativa ve Nicotiona tabacum.
Günlük optimum ışık ihtiyaçları 12 saatten fazla olan bitkiler uzun gün bitkileridir. Örnek: Psıum sativum(Bezelye), Hordeum sativum(Arpa) ve Spina cia oleracea(Ispanak).
Günlük optimum ışık ihtiyacı fotoperiyodizme bağlı olmayan bitkiler Nötr bitkiler olarak bilinmektedirler. Örnek: Lycopersicum esculentum, Helianthus annus (Ayçiçeği) ve Zea mays.
Su
Aslına bakarsak bitki alemi su, nemli ve kurak ortam fark etmez, hemen her alanda kendini hissettirip adeta her yerde varım demektedir. Bu yüzden bitkiler bulunduğu ortama göre tanımlanmışlardır. Şöyle ki;
Suda yaşayan bitkiler Hidrofit bitkiler olarak tarif edilmektedir. Örnek: Egeria Densa (Elodea-akvaryum çiçeği)
Nemli yerlerde yaşayan bitkiler higrofit bitkiler olarak bilinmektedir.
Kurak yerlerde yaşayan bitkiler de kserofit bitkiler adı verilmektedir.
Şurası muhakkak suyun azalmasına paralel olarak her hangi bitki türünün dayanma noktasını aşarsa o bitki için artık yaşama imkânı kalmadığının bir göstergesi demektir. Mesela step sahalarda ormanın yetişmesini imkânsız kılan asıl neden yıllık yağışın 250–300 milimetrenin altına düşmesidir. Bu yüzden yağış azlığından ileri gelen kuraklığa Fiziki kuraklık, yeteri yağış olmasına rağmen bitkilerin aşırı soğuk dolayısıyla bünyelerinde taşıdıkları suyun donmuş olması, fazla asitli ya da fazla tuzlu olması gibi birtakım sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan kuraklığa ise fizyolojik kuraklık denmektedir. Zira bir coğrafi alanda bitkilerin yağıştan istifade edebileceği su miktarı buharlaşmaya, terlemeye, don olaylarına, yağışların karekterine, araziyi teşkil eden taşların tabiatına bağlıdır. Mesela dağlar görünüşte susuz gibi görünseler de onun üzerini kaplayan kar veya bazı ağaçların varlığı hiçte öyle olmadıklarının bir delili zaten. Nitekim insanların yağmur yağmadığı zamanlarda dağlarda biriken su topluluklarının bulunduğu yerlerden yararlandıkları artık bir sır değil. Aslında dağların meziyetlerini sıralamakla bitmez. Bir bakarsın dağ sığınacak in olur, bir bakarsın savaş zamanında siper, bir bakarsın Musa’nın Tur-i Sinas-ı, bir bakarsın adı güzel muhammed’e ikra olur.
Hakeza dağlara has mobilyacılıkta kullanılan adına akakir denen bir ağaç gibi nice başka yerlerde izine rastlanılmayan ağaçların bulunması da bir başka gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
SOSYOLOJİK BİTKİ COĞRAFYASI
Sosyolojik bitki coğrafyası hem bitki topluluklarını inceler hem de bir bitkiyi diğer bitki ile karşılaştırmasını yapan bir bölümdür. Nitekim bitki topluluklarının analizi ve sınıflandırılması fizyolojik çevreyle ilgili esaslar ve floristik esaslar diye incelenirler. Bu bakımdan fizyo-ekolojik esaslar, yetişme yerine bağlı birçok bitki topluluklarını göz önünde tutarak (assosyon) inceler. Zira coğrafyacılar daha çok formasyonları, botanikçiler ise assasyonları esas alarak incelemektedirler.
FORMASYONLAR
1-Orman formasyonları:
a-Yağmur ormanları
b-Muson ormanları
c-Kurak ormanları
d-Kış ormanları
e-İğne yapraklı ormanları
f-Sert yapraklı ormanları
2-Maki formasyonları
3-Carig formasyonları.
4-Ot formasyonları.
5-Çöl formasyonları.
6-Tundra formasyonları.
Bir alanı kapsayacak yağışların buharlaşma ve terleme olayları ile ilgili münasebetleri ortaya koymak için araştırıcılar birtakım metotlar ortaya koymuşlardır. İşte bu metotlar sayesinde bir takım bitki toplulukları ile bir takım vejatasyon tiplerinin birbirinden ayırt edilebilme fırsatı yakalanmıştır. Mesela Yağmur ormanları tropik bölge ormanları olup yıllık yağış 200–400 cm civarı arasında değişim göstermesinden dolayı bu ismi almıştır. Nitekim bu formda büyümeyi engelleyen herhangi bir kurak devre bulunmamaktadır. O halde Tropik yağmur ormanları 3 grupta açıklayabiliriz:
1-GüneyAmerikada Hemozon havzası ile Ant dağlarının doğu yamacındaki bölge.
2-Batı Afrikada Guinea körfezi çevresi arasında kalan bölge ve Kongo havzasına kadar uzanan bölge.
3-Asyada Hint-Malezya bölgesi.
Evet, her zaman yaşlı insanlardan duyduğumuz bir ses var ki; o “Yağmur berekettir, yağmur rahmettir” diye gönlümüzde ve kulağımızda yankılanan sesten başkası değildir. Öyle ki yağmurun rahmeti bizleri sardığı gibi yağmur ormanlarının da yüzünü güldürüp bütün yıl boyunca görünüş bakımdan aynı kalmasını sağlamaktadır. Genel itibariyle bu ormanlar 2–4 ağaç katı, çalı katı, orman altı örtüsü, yosun katı ve ot katı diye birkaç dala ayrılırlar. Hatta ağaçlar, yüksek boylu çalılar, liyanlar ve epifitler bu ormanın belli başlı elemanları arasına dâhil olmaktadırlar.
Muson ormanları tropik kurak bir dönemin bulunduğu ormanlar olup, mevsim olarak senenin 7–9 ayı nemli veya yağışlı geçmekte, geriye kalan kısım ise kurak geçmektedir. Sonrası malum, her fani gibi bu ormanlara ait her bir ağacın yaprakları da yeni bir mevsimde dirilmek üzere tel tel döküldükleri görülmektedir. Zira muson ormanlarına ait bitkilerin hayat süreleri yağmur ormanına nispeten kısa olup, yaprak taç kısımlarının ise geniş olduğu gözlemlenmiştir.
Nasıl ki insanlar arasında zengin, orta halli ve fakir diye sosyal kesimler varsa, aynen öyle de bitki âleminde de zengin, orta ve kurak bitki örtüsü diyebileceğimiz alanlar mevcuttur. Bu alanlar daha çok suyun eksik olduğu sahalar olup, buraları yer yer kurak ormanlar kaplamaktadır. Yani genel itibariyle bu sahalar da ağaçlar seyrek olarak dağılmıştır. Örnek: Avustralya’nın Eucalpytus ormanları ve Brezilyanın dikenli çalıları.
Bediüzzaman Hz.lerinin Risalei Nur külliyatını okuyanlar iyi bilirler ki; ilkbahar yaza, yaz sonbahara, sonbahar da kışa dönüp mevsimler tamamlanırken, insanoğlu da tıpkı mevsim dönüşümleri gibi çocukluğu gençliğe, gençlik ihtiyarlığa, ihtiyarlıkta bir gün elbet yerini ebedi hayatta dirilmek üzere ölüme terkedecektir. O halde yağmur ormanları dedik, kurak ormanlar dedik, şimdi ise kış ormanlarından kısa da olsa pekâlâ bahsedebiliriz. Kış ormanları malum olduğu üzere ağır kış mevsiminin kendine has zorlu şartları yeterli suyun alınmasına imkân vermediğinden ister istemez bu ormanların herbir üyesinin yaprakları dökülmek zorunda kalıp bize kar beyaz ölümü hatırlatmaktadırlar. Bu yüzden bilge âlimler ölüme “kar beyaz” demişler. İşte bu karbeyaz ormanlar daha çok ılıman iklim kuşağında ki denizlerin etkisi altında kalan bölgeler ile kuzey yarımkürede kıtaların kıyılarında yayılmış halde karşımıza çıkmaktadırlar. Hatta bunların karbeyaz orman olmalarından olsa gerek yağmur ormanlarına göre daha az tür ihtiva ederler. Örnek: Fagus ulmus, Carpinus, Quecus, Tilia.
İğne yapraklı ormanlar sert kaya ikliminin hâkim olduğu bölgelerde yaygındırlar. Örnek: Cedrus, abies, Picea, pinus.
Sert yapraklı ormanlar yazları sıcak ve kurak, kışları yağışlı ve ılıman geçen bölgelerde görülüp, genel itibariyle 2– 4 m boyunda ağaç ve çalılardan ibarettirler. Her ne kadar biz insanlar sert yapraklı tanımlasakta, şurası bir gerçek gülü seven dikenine katlanır gerçeğini değiştiremiyecektir. Öyle ki onlar her mevsim yeşil ve küçük derimsi yapraklara sahip olmanın yanısıra daha çok Akdeniz bölgesinde rastlanan maki, şibilyak ve garig formasyonuna giren bitkiler olarak dikkat çekip, aynı zamanda kapladığı alanları rengârenk donatabilmektedirler. Üstelik bu formasyon sadece Akdenizle sınırlı kalmayıp Güneybatı kap bölgesi, Güney Avustralya, Kalefornia ve Şili kıyılarında da mevcuttur. Yani bu bölgeler Akdeniz bölgesine yakın veya benzer iklime sahiptirler. Anlaşılan o ki ağaç formasyonların varlığı çok büyük bir nimet, zaten onlar olmasa canlı hayatından bahsetmek mümkün olmayacaktı.

BİTKİ EKOLOJİSİ-2

ALPEREN GÜRBÜZER

TARİHİ GENETİK BİTKİ COĞRAFYASI
Tarihi bitki genetik coğrafya genelde geçmişten bugüne kadar değişikliğe uğramış bitkiler üzerinde incelemeye dayalı bir bölüm olarak dikkat çekmektedir. Bu bilim dalının ortaya koyduğu verilerden hareketle yeryüzü bitki örtüsünün esas itibariyle jeolojik ve iklim değişiklikleri sonucu ortaya çıktığını öğrenmiş oluyoruz. Aynı zamanda yeryüzünde ilk bitki hayatının başlamasının üzerinden 3 milyar geçtiği tahmin edilmektedir. Bu yüzden bu dönem Afitik dönem olarak bilinmektedir.
Yeryüzü bitki hayatı bakımdan ise 4 döneme ayrılmaktadır, bunlar:
—Paleofitik(3 milyar- 250 milyon)
—Mezofitik(250 milyon- 120 milyon)
—Kenofitik(120 milyon günümüze kadar)
1-)Paleofitik- Antekambrien(ilkel vakit)’den alt permiana kadar olan devredir ve üç döneme ayrılır.
—Alg dönemi (Arkaenden alt süliyene 3 milyar–400 milyar)
Alg dönemi devresinde yalnız tek hücreli algler yer alır.
—Psilophyta dönemi (Üst silüen-ortadevoniyene 400–340 milyar)
Psilophyta döneminin ilk başlangıcında ilk kara bitkileri ortaya çıkar.
—Pteridophyta dönemi (Üst devoniyen-alt permiana 340–250 milyar)
Pteridophyta döneminde tohumlu bitkilerden Pteridospermae (Tohumlu eğreltiler) ve iğne yaprakları andıran Coordinates ortaya çıkmıştır. Hatta kömür yatakları bu dönemde çıkmıştır.
2-)Mezofitik dönemde Gymnospermaea’lar hâkimdir.
3-Kenofitik dönemini üç devreye ayırabiliriz;
—Üst kretase (120 milyon–70 milyar)
—Tersiyer dönemi (70 milyon –1 milyar)
—Kuvaterner dönemi (1 milyar gün)
Üst kretase
Üst kretase devresinde angiospermae ve alt tohumlular yayılış göstermektedirler. Zira bu dönemde ağaçlar içerisinden özellikle Abies (göknar-köknar) ve iğne yapraklılar görülmeye başlanmıştır. Sadece ağaçlar mı, tabiiki hayır, çok yıllık otlar ve çalılar ne güne duruyor. Onlarda ortaya çıkmış olup, bunlar arasından özellikle dikotiledon olanlar daha hâkim durumda yerini almıştır. Hatta bu devrede Kuzey ve Güney Amerika birbirinden ayrılmıştır.
Bu arada üst kretase’ye örnek olarak;
Gymnospermealardan; Cycas, callitris, cephalotaxus, Ginkgo, Pinus, Podocarpus ve Sequoia ile Angiospermealardan ise Sterculia, Smilax, Eucalphytus, Nerium, Cinnamomun ve Liriodendion, Ficus ve Magnolia’yı verebiliriz.
Tersiyer dönemi
Tersiyer döneminde yeryüzünün şekli bugünkü durumuna çok yaklaşmıştır diyebiliriz. Zira Amerika kıtası Miyosen dönemine kadar hep iki parça halinde kalmış ve bu dönemde Grollend florası daha çok Kuzey Amerika florasına benzemekteydi. Hakeza holoarktik dönemde ise karalar kuzey yarımküreyi kaplamış ve böylece bölgenin tamamını kapsayan çok yönlü değişiklikler olmuş, hatta buna paralel olarak Picea, Pinus, Palatanus, Carpinus (gürgen), Corylus, Quercus, Tilia, Magnolia, Acer, Vitis (üzüm), Smilax ve Taxodium gibi bitkiler holoarktik florasının elemanları olarak sahne almışlardır. Yani bunların hemen ve hepsi arkto-tersiyer florayı teşkil etmektedirler. Dahası var, aynı zamanda bu devrede Kuzey Amerika’nın doğusu ile Doğu Asya arasındaki floristik benzerliklerin belirlenmesiyle birlikte bu buna benzer birçok konular aydınlanıp gün yüzüne çıkmıştır. Nitekim Liriodendron, Hamamelis, Catalba gibi cinslerin sadece Doğu Asya ile Kuzey Amerika’nın Atlas okyanusu çevrelerinde ortaya çıkması bu devrenin mahsülüdür. Ayrıca bu cinslerin Afrika Madagaskar adaları ve Mikronezya adaları ile floristik bağlantısı olduğu gibi kap florasının da bu dönemde bulunması apayrı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Kuvaterner
Kuaterner devrenin en önemli özelliği Kuzey Yarımkürede buzul çağının başlamasıdır. Bu yüzden buzul hareketi bitkiler üzerinde verimli olmuştur. Tersiyer sonunda Avrupa ve Kuzey Amerika’da bugünkü Doğu Asya florasını andıran zengin bir flora hâkimdir. Günümüzde sadece otların izleri kalmıştır. Buzul döneminde ise bu bölge floraları güneye çevrilmiş, derken buzul sonrası tekrar kuzeye ilerlemiştir.
Anlaşılan o ki; buzul dönemlerine ait floralar devamlı ilerleme ve gerilemelerden zarar görmüş olmasına rağmen bugün Kuzey Anadolu’da rastlanan Rhodendron pontıcum (mor orman gülü) bitkisi yıkılmadım ayaktayım dercesine son buzul dönemlerine ait alglerin birçok yerlerinde yaygın halde hayatına devam etmektedir. Hatta birçok bitki türü Alpler, Grolland, Norveç, İskoçya gibi kuzey bölgelerde buzulların ulaşamadığı kıyı sahalarına ve dağ zirvelerine sığınmışlardır. Netice itibariyle bu tip Anadolu florası pozisyonunda olan bitkiler buzullar yönünden etkilenmediğinden tür yönünden hep zengin kalabilmiştir.
Ekolojik Bitki Coğrafyası
Bilindiği üzere ekolojik bitki coğrafyası bitkilerle ve bunların yetiştikleri ortam arasındaki münasebeti inceler. Ekolojik faktörler;
— İklim elemanları (klimatif faktörler)
—Toprak faktörleri (edatif faktörler)
— Biyotik faktörler (canlı faktörler)
—İklim elemanları (sıcaklık, su, ışık, rüzgâr ve su olarak)” diye unsurlara ayrılırlar.
Sıcaklık
Ağaçlar ısı sayesinde çiçeklerini açmakta ve meyveler olgunlaşmaktadır. Bilindiği üzere sonbaharla birlikte düşük sıcaklıklarda asimilasyon olayı durmakta olup, genellikle birçok bitki için 0 santigrat derece kritik nokta olarak kabül edilmektedir. Nitekim sıcaklık bir uygun bir dereceye yükselince bitkinin canlılık kazandığı gözlemlenmiştir. Böylece güneşin ısı ve ışınları her canlıya ulaşarak sebze ve meyveler vücut bulmaktadırlar. Örnek: Abies Sibirica, Larix Sibirica ve Pinus Cembra - 40 santigrat derece ila -70 santigrat derece arasında seyreden soğuklara dayanabilmektedirler. Hatta kaplıcaların 90 santigrat derecelik sularında yaşayan Diatomerler bile vardır.
Bitkiler uygun olmayan şartlarda hayatlarını devam ettirebilmek için belirli zamanlarda çeşitli formlara kavuşmaktadırlar. Bu formlar bilim adamı Raunker tarafından 5 tipe ayrılmıştır:
1-Fanerofitler
Fanerofitler kışı toprak dışında kalan ve uçlarında tomurcuk taşıyan sürgünleri ile geçirirler. Bunlar tamamen odunsu bitkileri içerip;
“a-Mega fenorofitler
b-Nano fenorofitler” diye iki grupta kategorize edilirler.
Mega fenorofitler tomurcukları yerden 2 m yukarda olan bitkilerden olup, bütün ağaçlar
bu gruba girer. Nano fenorofitler ise tomurcukları yerden 0,25–2 m üstünde olup, bütün çalılar bu gruba girerler. Örnek: Juniperus Commınus(ardıç), Corylus avellena (fındık), Buxus semperuirens(şimşir) ve Erica verticillata (fındık).
2-Kamofitler (bodur bitkiler)
Kamofitler yüzey bitkileridir. Tomurcukları yerden 30 santimetreye kadar olan bodur çalılar, yastık oluşturan bitkiler, yarı çalılar, sürünücü gövdeli tüm bitkiler bodur bitkiler gurubuna girerler. Örnek: Astragalus microcephalus, Acantholimon Corypyllaceum, Onobrychis cornuta ve Helienthemum nummularium, Thymus kotschyanus.
3-Hemikriptofitler (otsu bitkiler)
Hemikriptofitler tomurcukları kışın toprak üzerinde canlı ya da ölü yapraklar tarafından korunan bitkilerdir. Daha çok ılıman bölgelerde yaygındırlar. Bunlar aynı zamanda kök sistemi devamlı canlı tutularak depo organ görevi gören bitkilerdir. Örnek: Taraxacum officinale, Ranunculus majör, Fragaria, Convolvulus arvensis.
4-Geofitler (toprak altında soğanlı yumrulu çiçekli bitkiler)
Geofitler kışın toprak altında kök, rizom, soğan yumru gibi organlar yardımıyla geçiren bitkilerdir. Örnek: Cyclamen, Crocus, Colchicum, Galanthus, Orchis, Merendera trygina, Solenum tuberosum ve İris.
5-Terofitler (tomurcukları tohum içerisinde korunan tek yıllık bitkiler)
Terofitler tek yıllık bitkilerdir. Uygun olmayan devreleri tohum halinde geçirirler. Bunlara Annuel (yıllık ) ya da efemer adı verilir. Örnek: Centaurea depressa (Peygamber çiçeği), Papaver rhoeas (gelincik), Triticum (buğday) ve Hordeum (arpa).
Işık
Tabiatta her canlı bir şekilde güneşten mahrum bırakılmıyor. Zaten mahrum kalsalardı hayvanlar meralarda otlayamayıp telef olurlardı, bitkiler de ısı düşmesiyle birlikte donup çürümeye mahkûm kalırlardı. Bu yüzden günlük ışık alma süresi fotoperiyodizm olarak adlandırılır. Yani güneş bir yerde çakılıp kalmamakta ve bünyesinde taşıdığı sonsuz ısı ve şualarıyla her canlının istifade edebileceği şekilde seyr-i âlem eylemektedir. Hakeza fotoperiyodizm olayı sayesinde bitkiler; “Kısa gün bitkiler, Uzun gün bitkiler ve Nötr bitkiler” diye üç gruba ayrılırlar.
Günlük optimum ışık ihtiyaçları 12 saatten daha az olan bitkiler kısa gün bitkileridir. Örnek: Cannbissativa, Oryza sativa ve Nicotiona tabacum.
Günlük optimum ışık ihtiyaçları 12 saatten fazla olan bitkiler uzun gün bitkileridir. Örnek: Psıum sativum(Bezelye), Hordeum sativum(Arpa) ve Spina cia oleracea(Ispanak).
Günlük optimum ışık ihtiyacı fotoperiyodizme bağlı olmayan bitkiler Nötr bitkiler olarak bilinmektedirler. Örnek: Lycopersicum esculentum, Helianthus annus (Ayçiçeği) ve Zea mays.
Su
Aslına bakarsak bitki alemi su, nemli ve kurak ortam fark etmez, hemen her alanda kendini hissettirip adeta her yerde varım demektedir. Bu yüzden bitkiler bulunduğu ortama göre tanımlanmışlardır. Şöyle ki;
Suda yaşayan bitkiler Hidrofit bitkiler olarak tarif edilmektedir. Örnek: Egeria Densa (Elodea-akvaryum çiçeği)
Nemli yerlerde yaşayan bitkiler higrofit bitkiler olarak bilinmektedir.
Kurak yerlerde yaşayan bitkiler de kserofit bitkiler adı verilmektedir.
Şurası muhakkak suyun azalmasına paralel olarak her hangi bitki türünün dayanma noktasını aşarsa o bitki için artık yaşama imkânı kalmadığının bir göstergesi demektir. Mesela step sahalarda ormanın yetişmesini imkânsız kılan asıl neden yıllık yağışın 250–300 milimetrenin altına düşmesidir. Bu yüzden yağış azlığından ileri gelen kuraklığa Fiziki kuraklık, yeteri yağış olmasına rağmen bitkilerin aşırı soğuk dolayısıyla bünyelerinde taşıdıkları suyun donmuş olması, fazla asitli ya da fazla tuzlu olması gibi birtakım sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan kuraklığa ise fizyolojik kuraklık denmektedir. Zira bir coğrafi alanda bitkilerin yağıştan istifade edebileceği su miktarı buharlaşmaya, terlemeye, don olaylarına, yağışların karekterine, araziyi teşkil eden taşların tabiatına bağlıdır. Mesela dağlar görünüşte susuz gibi görünseler de onun üzerini kaplayan kar veya bazı ağaçların varlığı hiçte öyle olmadıklarının bir delili zaten. Nitekim insanların yağmur yağmadığı zamanlarda dağlarda biriken su topluluklarının bulunduğu yerlerden yararlandıkları artık bir sır değil. Aslında dağların meziyetlerini sıralamakla bitmez. Bir bakarsın dağ sığınacak in olur, bir bakarsın savaş zamanında siper, bir bakarsın Musa’nın Tur-i Sinas-ı, bir bakarsın adı güzel muhammed’e ikra olur.
Hakeza dağlara has mobilyacılıkta kullanılan adına akakir denen bir ağaç gibi nice başka yerlerde izine rastlanılmayan ağaçların bulunması da bir başka gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
SOSYOLOJİK BİTKİ COĞRAFYASI
Sosyolojik bitki coğrafyası hem bitki topluluklarını inceler hem de bir bitkiyi diğer bitki ile karşılaştırmasını yapan bir bölümdür. Nitekim bitki topluluklarının analizi ve sınıflandırılması fizyolojik çevreyle ilgili esaslar ve floristik esaslar diye incelenirler. Bu bakımdan fizyo-ekolojik esaslar, yetişme yerine bağlı birçok bitki topluluklarını göz önünde tutarak (assosyon) inceler. Zira coğrafyacılar daha çok formasyonları, botanikçiler ise assasyonları esas alarak incelemektedirler.
FORMASYONLAR
1-Orman formasyonları:
a-Yağmur ormanları
b-Muson ormanları
c-Kurak ormanları
d-Kış ormanları
e-İğne yapraklı ormanları
f-Sert yapraklı ormanları
2-Maki formasyonları
3-Carig formasyonları.
4-Ot formasyonları.
5-Çöl formasyonları.
6-Tundra formasyonları.
Bir alanı kapsayacak yağışların buharlaşma ve terleme olayları ile ilgili münasebetleri ortaya koymak için araştırıcılar birtakım metotlar ortaya koymuşlardır. İşte bu metotlar sayesinde bir takım bitki toplulukları ile bir takım vejatasyon tiplerinin birbirinden ayırt edilebilme fırsatı yakalanmıştır. Mesela Yağmur ormanları tropik bölge ormanları olup yıllık yağış 200–400 cm civarı arasında değişim göstermesinden dolayı bu ismi almıştır. Nitekim bu formda büyümeyi engelleyen herhangi bir kurak devre bulunmamaktadır. O halde Tropik yağmur ormanları 3 grupta açıklayabiliriz:
1-GüneyAmerikada Hemozon havzası ile Ant dağlarının doğu yamacındaki bölge.
2-Batı Afrikada Guinea körfezi çevresi arasında kalan bölge ve Kongo havzasına kadar uzanan bölge.
3-Asyada Hint-Malezya bölgesi.
Evet, her zaman yaşlı insanlardan duyduğumuz bir ses var ki; o “Yağmur berekettir, yağmur rahmettir” diye gönlümüzde ve kulağımızda yankılanan sesten başkası değildir. Öyle ki yağmurun rahmeti bizleri sardığı gibi yağmur ormanlarının da yüzünü güldürüp bütün yıl boyunca görünüş bakımdan aynı kalmasını sağlamaktadır. Genel itibariyle bu ormanlar 2–4 ağaç katı, çalı katı, orman altı örtüsü, yosun katı ve ot katı diye birkaç dala ayrılırlar. Hatta ağaçlar, yüksek boylu çalılar, liyanlar ve epifitler bu ormanın belli başlı elemanları arasına dâhil olmaktadırlar.
Muson ormanları tropik kurak bir dönemin bulunduğu ormanlar olup, mevsim olarak senenin 7–9 ayı nemli veya yağışlı geçmekte, geriye kalan kısım ise kurak geçmektedir. Sonrası malum, her fani gibi bu ormanlara ait her bir ağacın yaprakları da yeni bir mevsimde dirilmek üzere tel tel döküldükleri görülmektedir. Zira muson ormanlarına ait bitkilerin hayat süreleri yağmur ormanına nispeten kısa olup, yaprak taç kısımlarının ise geniş olduğu gözlemlenmiştir.
Nasıl ki insanlar arasında zengin, orta halli ve fakir diye sosyal kesimler varsa, aynen öyle de bitki âleminde de zengin, orta ve kurak bitki örtüsü diyebileceğimiz alanlar mevcuttur. Bu alanlar daha çok suyun eksik olduğu sahalar olup, buraları yer yer kurak ormanlar kaplamaktadır. Yani genel itibariyle bu sahalar da ağaçlar seyrek olarak dağılmıştır. Örnek: Avustralya’nın Eucalpytus ormanları ve Brezilyanın dikenli çalıları.
Bediüzzaman Hz.lerinin Risalei Nur külliyatını okuyanlar iyi bilirler ki; ilkbahar yaza, yaz sonbahara, sonbahar da kışa dönüp mevsimler tamamlanırken, insanoğlu da tıpkı mevsim dönüşümleri gibi çocukluğu gençliğe, gençlik ihtiyarlığa, ihtiyarlıkta bir gün elbet yerini ebedi hayatta dirilmek üzere ölüme terkedecektir. O halde yağmur ormanları dedik, kurak ormanlar dedik, şimdi ise kış ormanlarından kısa da olsa pekâlâ bahsedebiliriz. Kış ormanları malum olduğu üzere ağır kış mevsiminin kendine has zorlu şartları yeterli suyun alınmasına imkân vermediğinden ister istemez bu ormanların herbir üyesinin yaprakları dökülmek zorunda kalıp bize kar beyaz ölümü hatırlatmaktadırlar. Bu yüzden bilge âlimler ölüme “kar beyaz” demişler. İşte bu karbeyaz ormanlar daha çok ılıman iklim kuşağında ki denizlerin etkisi altında kalan bölgeler ile kuzey yarımkürede kıtaların kıyılarında yayılmış halde karşımıza çıkmaktadırlar. Hatta bunların karbeyaz orman olmalarından olsa gerek yağmur ormanlarına göre daha az tür ihtiva ederler. Örnek: Fagus ulmus, Carpinus, Quecus, Tilia.
İğne yapraklı ormanlar sert kaya ikliminin hâkim olduğu bölgelerde yaygındırlar. Örnek: Cedrus, abies, Picea, pinus.
Sert yapraklı ormanlar yazları sıcak ve kurak, kışları yağışlı ve ılıman geçen bölgelerde görülüp, genel itibariyle 2– 4 m boyunda ağaç ve çalılardan ibarettirler. Her ne kadar biz insanlar sert yapraklı tanımlasakta, şurası bir gerçek gülü seven dikenine katlanır gerçeğini değiştiremiyecektir. Öyle ki onlar her mevsim yeşil ve küçük derimsi yapraklara sahip olmanın yanısıra daha çok Akdeniz bölgesinde rastlanan maki, şibilyak ve garig formasyonuna giren bitkiler olarak dikkat çekip, aynı zamanda kapladığı alanları rengârenk donatabilmektedirler. Üstelik bu formasyon sadece Akdenizle sınırlı kalmayıp Güneybatı kap bölgesi, Güney Avustralya, Kalefornia ve Şili kıyılarında da mevcuttur. Yani bu bölgeler Akdeniz bölgesine yakın veya benzer iklime sahiptirler. Anlaşılan o ki ağaç formasyonların varlığı çok büyük bir nimet, zaten onlar olmasa canlı hayatından bahsetmek mümkün olmayacaktı.
Maki Formasyonu
Yaş kesenler baş kesip ormanları katletseler de, bitki âlemi bir şekilde direnç gösterip bir başka tarzda yüzünü gösterebilmektedir. Şöyle ki köken olarak orman örtüsünün tahribinden sonra ortaya çıkan ve bilhassa kıyı bölgelerinde gelişmiş 1–2 m yüksekliğinde ince gövdeli derimsi yeşil yapraklardan meydana gelmiş bitki örtüsüne maki formasyonu adı verilmektedir. Değim yerindeyse maki formasyonu Akdeniz bölgesinin bir baştan diğer başa kadar süsleyen bitki topluluklarıdır. Örnek: Arbutus Unedo, Arbutus andrachne, Calluna vulgaris, Ceratonia ciliegia (keçiboynuzu), Cercis siliguastrum, Cistus, Quercus ilex (pırnal meşesi), Quercus coccifera, Olea oleaster, Pistacia lentiscus (Sakız), Pistacia terebinthus, Spartium junceum, Styrax officinalis, Juniperus oxycedrus, Nerium oleander, Laurus nobilis ve Myrtus comminus (Mersin), Erica arborea. Hatta bu türler içerisinde sakız, keçiboynuzu, Mersin ve pırnal meşesi hakiki Akdeniz ikliminin karakteristik olup diğer iklimlerde pek yetişmezler.
Hakiki Akdeniz ikliminden uzaklaştıkça maki toplulukları hem türce azalır, hem de boydan (yükseklik) kaybederler. Nitekim Akdeniz kıyılarından uzak alanlarda 18–20 tür, Ege kıyılarında 13–14, Marmara kıyılarında 8–10, Karadeniz kıyılarında 4–5 türe indiği gözlemlenmiştir. Hakeza Akdeniz kıyılarında maki topluluklarının yükseklik bakımdan 800–900 metreye eriştiği, Egede 500–600, Marmarada 300–400 metre ve Karadenizde ise 150–200 metre seviyelerde olduğu tespit edilmiştir. Bazı araştırıcılar maki elemanlarının maki ormanlarının tahribi neticesinde ortaya çıktığını, bazı araştırıcılar makinin silisli arazide yetiştiğini (kaya tabiatına bağlıyor), bazıları ise makinin bozulmuş şekli olan Garig formasyonun da kalkerli arazide gelişebileceğini ileri sürmüşlerdir. Hâlbuki tabiatta mesela Akdenizde genelde maki toplulukları kalkerli arazide yayılmışlardır. Garig ise silisli arazide yayılmıştır. Anlaşılan o ki maki bitkisi kaya tabiatından çok Akdeniz iklimini gösteren bir bitki formasyonudur.
Şurası bir gerçek maki formasyonun tahrip edilmesiyle birlikte hem toprak örtüsünün süpürülmesine hem de zayıflamasına sebep olmuş ve bunun neticesinde maki elemanların birçoğu ortadan kalkmasına yol açmıştır. Sözkonusu orman sahalarını acımasızca tahribatından kala kala en az zayiat verdiğini düşündüğümüz pesent (seçicilik göstermeyen) denen bazı maki türleri ayakta kalabilmişlerdir.
Garig formasyonu
İnsanlar arasında zayıflar genel itibariyle garip olarak nitelenir. Varsın bitki âlemini de temsilen garip topluluklar olsun ki bir takım farklılıkları kıyas etme imkânımız olabilsin. İşte temsil noktasında sonderece kurakcıl karakter kazanmış fakir veya cılız sözkonusu bitki formasyonunu Garig formasyonu diye tarif edebiliriz pekâlâ. Örnek: Philleyrea latifolia, Phyllirea latifolia, Poterium spınosum, Quercus coccifera, Juniperus oxycedrus, Cistus ve Thymus türleri.
Psödomaki
Akdeniz dalgasını taşıyan maki elemanları ile Karadeniz tesirini aksettiren nemcil ve kışın yapraklarını döken ağaçların birarada bulunan bitki topluluklarına psödomaki formasyonu denmektedir. Yani bu durum yaz-kış yapraklarını dökmeyen maki elemanları arasına kışın yapraklarını döken maki elemanlarının karışması olayı olarak tanımlanmaktadır. Mesela Marmara bölgesinde Akdeniz ikliminin sirayet edebileceği maki elemanlarının arasında Karadeniz ikliminin sebep olduğu veya yoğun yaz yağmurlarının etkisiyle kışın yapraklarını döken ve daha nemcil karakterde diyebileceğimiz bazı bitki türleri yetişme imkânı bulabilmektedirler. Özellikle maki sahalarında belirli bir kış mevsimi olmadığından bitkiler hayati faaliyetlerini her mevsim sürdürmeye devam etmektedirler. Fakat psödomaki formasyonuna mensup bitkiler için kış mevsimi dinlenme devresi olup, aynı zamanda bu tür bitkilerde yaprak dökümü bile görülebilmektedir. O halde Psödomaki formasyonunu oluşturan elemanlardan bazıları için örnek verebiliriz. Örnekler- Arbutus unedo, A. andrachne, Qercus coccifera, Olea oleaster, Philleyrea latifolia, Pistacia terebinthus, Juniperus oxycedrus, Cercis siliquastrum, Cistus, Erica.
İkinci sunacağımız örnek ise bu maki türleri içine karışan ve kışın yapraklarını döken elamanlardır. Örnekler- Cornus Mas, Crataegu monogyna, Coryllus avellana, Fraxinus
ornus, Rubus fruticosus, Sorbus torminalis ve Ligustum vulgare, Bromus tomentellus.
Ot formasyonları
İklim, toprak ve rölyef gibi yetişme şartlarının ağaç yetişmesine imkân vermediği yerlerde, belirli zamanlarda yağış durumu veya toprağın derinliklerine sızmayacak derecede suyla beslenip yetişen bitkilerin meydana getirdiği topluluğa ot formasyonu denmektedir. Ot formasyonları; savan, step ve çöl formasyonları olarak üç grupta mütalaa edilirler.
Savan
Tropikal bölgelerin kurak mevsimi bulunan bölgelerde gelişen ve içlerinde seyrek olarak ağaçların da yer aldığı yüksek boylu otlardan meydana gelmiş bitki topluluğuna savan adı verilir. Anlaşılan o ki orman formasyonu buralarda yerini yüksek boylu otlara vermiştir. Yine de bu demek değildir ki savan sahaları tamamen ağaçtan mahrum yerlerdir. Bilakis Tropikal bölgelerin yıllık yağışı 1000 mm’nin üstünde olan ve kısa kurak devresi bulunan yerlerde nemli savanlar gelişmiş halde bulunup, bunlar arasında yapraklarını döken ağaçlar da bulunur.
Yıllık yağışı, 500 mm arasında olan ve 5–7 ay kuraklık geçiren kuraklık geçiren tropikal bölgelerde ise kurak savanlar yer alıp, ister istemez bu durumda ağaç nadiren bulunacaktır. Dolayısıyla buraları daha çok yüksek boylu otlar kuşatmıştır.
Tropikal bölgelerin 8–10 ayı kurak geçen ve yıllık yağışı 500 mm’nin altında olan yerlerde dikenli bir hal alır ki savanların bu türüne dikenli savan denmektedir.
Stepler (Bozkır formasyonu-preri)
Bozkır formasyonu denilince ister istemez orta asya akla gelmekte. Sonuçta Ortaasyadan Anadoluya gelip, oradan da Balkanlara uzanmışız. Anlaşılan o ki bozkır kültürümüzü hatırlatacak step formasyonumuz var. Bilindiği üzere orta kuşakta yağışların ağaç yetişmesine yetmiyecek kadar az olan yerlerde yaz kuraklığına dayanamıyarak güz mevsimine yakın bir dönemde solan ve aynı zamanda ortadan ansızın kaybolan ot formasyonuna step formasyonu denmektedir. Dolayısıyla yağış miktarının 250 –300 mm’yi aşamadığı steplerde umumiyetle ağacın olmadığı belirlenmiş olmakla birlikte zemini nispeten nemli yerlerde tek tekte olsa nispeten ağaç görülebilmektedir.
Bozkır formasyonunun başlıca yayılış alanları Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika kıtalarıdır. Memleketimizde doğal step sahaları olup, özellikle İç Anadolu, Tuz gölü çevresi, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Trakya’da ki bazı step sahalar ormanların tahribi neticesinde meydana gelmiş sekonder step sahaları olarak bilinmektedirler. Örnek: Stipa, Artemisia, Festuca ovina, Bromus tomentellus, Peganum harmala.
Flora âlemleri
Madem yeryüzü bitki örtüsü flora âlemlerine ayrılmakta, o halde flora âlemleri de flora bölgelerine ayrılacaktır elbet. Dolayısıyla yeryüzünü saran bitki örtüsü Avustralya, Antartika, Holoarktik, Paleotropik, Neotropik ve Kap florası olmak üzere 6 flora âlemini diye tasnif edilirler.
Holoarktik Flora âlemi
Holoarktik flora âlemi kuzey yarımkürenin soğuk ve ılıman bölgelerini içine alan bir flora âlemi olup, bu sözkonusu âlem Akdeniz, Avrosibirya, Doğu Asya ve Kuzey Amerika diye 5 bölgeye ayrılmaktadır.
Doğu Asya Bölgesi
—Yağışı bol bir bölge olup, yıllık yağışı ortalama 500 mm’ye tekabül etmektedir. Bu arada kışlar ise kurak geçip, yaz mevsiminde yerini yağışa terketmektedir.
—Bölgenin güneyinde subtropik karakterde yağmur ormanları olup kuzeye gidildikçe bu ormana has bir takım karakteristik özellikteki bitkileri ortadan kalktığı gözlemlenmiştir.
—Kuzeye çıkıldıkça yağmur ormanları yerine yaprak dökümünün belirgin hale geldiği ağaç toplulukların hâkim olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle yağmur ormanları Himalaya’nın doğu etekleri, Orta Çin, Formoza ve Güney Japonya’ya kadar uzanmaktadır. Örnek: Lauraceae, Quercus, Magnoliaceae ve Theaceae bitkiler.
—Doğu Asyanın yazlık ormanları Avrupadaki yazlık ormanlardan floristik bakımdan zengin olduğu gözlemlenmiştir. Yani Doğu Asya’nın yarısı Juglandeceae familyası mensuplarının teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Örnek: Alnus, Acer, Betula, Prunus ve Qercus türleri.
Orta Asya Bölgesi
— Orta Asya bölgesi doğuda Gobi çölünü (1000–1500 m), Kuzeyde Tibet yaylasını (4000–5000 m) içerisine alır. Zaten Batı Türkistan’ın dışında kalan bir kısım bölge ise çöldür.
— Ormanca yağış alan yüksek kısımlarda yer alır (300–350 mm).
— Bölgenin batısı çayır stepleri halindedir.
—Doğuya doğru gidildikçe astragalus stepleri hâkim hale geçer. Bunun yanısıra Artemisia stepleri de yer alır.
—Su kenarlarında Salix, Populus, Tamarix cinslere mensup türler hâkimdir.
—Tuzlu topraklarda Chenopodiacea familyasına mensup türler gelişir.
Akdeniz Bölgesi
—Ilıman ve yağışlı kışlarla geçen ve aynı zamanda sıcak ve kurak yazlarla karakterize edilen alanlar Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü bölgeler olarak tanımlanır.
—Bu bölge uzun medeniyetlere sahne olduğundan bu arada ister istemez bitki örtüsü tahrip edilmesi neticesinde tipik form olarak maki topluluğu meydana gelmiştir.
—Akdeniz bölgesinde Pinus Brutia (Kızılçam), Pinus Pinea (Fıstık çam), Pinus Sılyvestris (Sarıçam), Fagus Slyvatica, Fraxinus (Avrupa kayısı), Abies (Göknar), Cedrus Akdeniz ikliminin hâkim olduğu bölgelerde görülür.
—Akdeniz ikliminin etkisi altına giren bölgeler: İberik yarımadasının bir kısmı (İspanya tarafı), Güney Fransanın kıyı bölgesi, İtalya yarımadasının alçak kısımları, Yunanistanın kıyıya yakın alçak kısımları, Batı Güney Anadolu kıyı bölgesi, Doğu Asyanın kıyı şeridi ve Afrikanın kuzey batısı diye sıralanırlar.
Avro-sibirya Bölgesi
— Avro-Sibirya bölgesi Islanda’dan Kamçatski’ye kadar uzanıp, bu ormanlar Doğu Asya’da oldukça fakir oldukları tespit edilmiştir.
— En fazla yağış yaz aylarında görülür.
— Kuzeyi iğne yapraklı ormanlarla kaplıdır. Örnek- Conifera türlerinden; Larix, Abies, Pinus ve Picea teşkil eder.
Conifera arasına geniş yapraklılarda karışarak Kuzey Rusya’dan Sibirya’ya kadar uzanan Tayga ormanlarını hâsıl eder. Tayga’nın kserofit karakteri yerin donmasının sebep olduğu susuzluktan (fizyolojik kuraklık) ileri gelir. Mesela Tayga’nın belli başlı kozalakları; Pinus Sıylvestris, Pinus Cembra, Picea ovata, Abies Sibirica, Larix Sibirica ve Larix dahurica’dır. Yayvan yapraklılara i Sibirya’dan Betula, Alnus, Salix ve Populus, Balkan yarımadasının kuzeyinden ise Carpınus, Fagus, Quercus gibi bitkileri örnek gösterebiliriz.
—Avro-Sibirya otsu formasyonlarından en yaygın olanı çayır olduğu belirlenmiştir. Ayrıca yaz ayları yağışlı olması dolayısıyla bütün bölge bataklık ve fundalık bakımdan zengin olduğu gözlemlenmiştir. Dolayısıyla bataklık çayırlarda Phragmites ve Carex yaygındır.
—Ilıman kuşağın kuzeyinden kutuplara doğru Tundra formasyonu teşkil eder. Örnek-Bryophyta, Liken, Carex. Aynı zamanda Tundaralar yılın ¾ ü karla örtülü olup Cladonia rangiferina (rengidiken) hâkim bitki topluluklarını oluştururlar.
Kuzey Amerika Bölgesi
1-Kuzey Amerika bölgesi fizyonomik bakımdan Avro-Sibirya bölgesine dâhil olup, floristik bakımdanda Doğu Asya flora yapısı gösterirler.
2-İklim ve floristik yapısı bakımdan Kuzey Amerika üçe ayrılmakta olup,
“a-Pasifik kıyı şeridi
b-Atlas okyanus kıyıları
c-İç kesimler” diye tasnif edilirler.
3-Kuzey Amerikan bölgesinin güney doğusunda Virjinya ile Texas arasında kalan kesimde subtropik yağmur ormanları yer almaktadır. Özellikle bunlar arasında Quercus, Magnolia, Liyan’lar zengin ormanaltı vejatasyon oluştururlar.
Pasifik kıyı Şeridi
Özellikle iğne yapraklı ormanlar gelişme gösterir. Örnek- Tsuga, Pseudotsuga, Thuja, Sequoıadendron, Gıganteum (mahmut ağacı), Conifera ormanlarını teşkil eder.
Atlas okyanusu kıyıları
Kurak bölgelerinde pinus türleri, bataklık yerlerde ise Taxodium disticum bulunmaktadır.
İç kesimler
İç kısımlarda Preri adı verilen vejatasyon yer alır. Preriler’in yapısına Astragalus, Aster, Andropogon, Achillea, Koeleria, Stipa’lar teşkil eder. Preri’ler kserofit bitkiler ile örtülüdür.
Paleotropik Bitkiler
Paleotropik flora âlemi;
—Orta ve Güney Afrika
—Tropik Asyayı içine alır.
Paleotropik flora âlemi aynı zamanda Malezya ve Hint-Afrika alanını da kapsar.
Malezya Bölgesi
—Yağmur ormanları Malezya bölgesinin en tipik formasyonudur. Örnek: Moraceae, Annonaceae ve Dipterocarpaceae formasyonlarına ait bitkiler ile odun ihtiyacını karşılayan liyanlar yer alır. Aynı zamanda dalları sis altında kalan Bryophyta, Orchida ve Pteridophyta bitkileri bakımdan zengindirler.
—Malezya Bölgesinin kuşak kısımda muson ormanları yer alır. Sava adasının doğusunda ve K.Hindistan’ın doğusunda ki muson ormanlarını ise Tectona grandis temsil eder.
—Bölgenin güneyine gidildikçe antarktik flora âleminin etkisi görülmektedir.
Hint Afrika Bölgesi
Hint- Afrika bölgesinde kuzeyden ekvatora yaklaştıkça yağış oranı artmaktadır. Dolayısıyla bitki örtüsü şu şekilde sıralama gösterir:
—Bitki örtüsü çöl, savan, galeriye ormanı ve yağmur ormanı şeklinde birbirini takip eder. Yağmur ormanları Gine kıyılarından Güney Havzasına kadar uzandığı gibi yer yer gök galeri ormanları ile çevrili olduğu gözlemlenmiştir. Genelde bu ormanlar devamlı su bulunan yerlerde bulunurlar. Anlaşılan o ki Afrika’nın en tipik ormanlarını Savanlar oluşturmaktadır. Savanlar; Asclepidaceae, Amaranthaceae, Acanthaceae, Scrophulariaceae, Composıtae, Malvaceae ve Legumunaceae türleri savanların tipik bitkileri arasında yer almaktadır.
—Hint Afrika bölgesi, Afrika sahasının Güneyi ile Madagaskar çevresindeki odaları içine alıp, özellikle bunlar içerisinden Madagaskar adası endemikler bakımdan zengin bir alanı kaplamaktadır. Hatta seyyahların ağacı ismiyle anılan ve güneşe karşı dik duran Ravnala Madagascariensis burada yer almaktadır. İlginçtir bu ağaç güneşin kavurucu sıcaklığına aldırmadan daha çok kendi kendini gölgelendirmesiyle dikkat çekmektedir. Belli ki gövdelerinin üstünde simetrik olarak her iki yana yayılmış vaziyette bulunan yaprak demetleri bu iş için seferber olmuşlar. Böylece ışık nereden gelirse gelsin bünyelerinde var olan gölgeleme tertibatları sayesinde bunaltıcı sıcakların zararlarından korunabilmektedirler.
Neotropik Flora âlemi
—Neotropik flora âlemi Orta Amerika ve Güney Amerika bölgesini içine alır.
—Yeryüzünün en geniş yağmur ormanı bu bölgede, özellikle Amazon çevresinde bulunmaktadır. Orta Amerikanın batı kısımlarında ise (Venezualla, Kolombia ve Brezilyanın iç kısımları) yaprak döken muson ormanları ile kserofil çalılar yer almaktadır.
—Neotropik flora âlemi içerisinde savanlar da geniş yer kaplamaktadır. Hatta Uruguay ve Kuzey Arjantinin otluk halde step haline geçmiş savanlarına pampa adı verilir (prerileri andırır).
—Bölgenin güneyi (Patagonya) ise dikenli ağaçlar, kserofil çalılar, seyrek yapılı step ve otlaklarla örtülü yarı çöl halindedir.
— And dağlarında ki (orman ve çalı kuşağından yukarıda kalan kısım) sert yapılı otlar, yastık halinde bitkiler, bodur çalılarla örtülü otlaklar halindeki bitki örtüsüne Paramo denilmektedir.
—Bu flora bölgesinde bilhassa Cactaceae, Cannaceae, Bromeliaceae familyaları daha yaygın haldedirler.
Kap Flora âlemi
—Küçük flora âlemidir.
—Yağışın 2/3’ü kışın düşer.
—Maki formasyonu çalılardan meydana gelmiştir.
—Orman florası sadece güney kıyıların nemli kısımlarında vardır.
—Zengin bir floraya sahiptir. Özellikle Proteaceae familyası zengin formu oluşturmaktadır.
—Arazi yapısının değişik oluşu dolayısıyla yağışa bağlı olarak bitki örtüsünde değişik olarak kademelenmiştir.
Avustralya flora âlemi
—Avustralya büyük kara parçalarından ayrılması sonucu izole olmuş bir kıta olup, aynı zamanda bitki örtüsü % 85 endemik olan bir flora âlemidir. Yani 10.000 türden 8600’den fazlası endemiktir.
— Kıyı bölgeleri yağış aldığından daha çok yağmur ormanları yer alır. Yağış ormanları Eucalyptus ormanları ile çevrilip, bu türler Australya bölgesinde 500 türden fazlasıyla temsil edilirler. Kuzeyin yaz yağmuru alan vejatasyon kısmında ise savanlar damgasını vurmaktadır.
—Bu flora âlemin büyük bir bölümü kurak haldedir.
Antartika Flora âlemi
Güney Amerika’nın güney batı ucunu içine almaktadır. Bu floranın iki ana özelliği sürekli yağışlı sisli ve bulutlu olmanın yanısıra bitki örtüsünün ılıman yağmur ormanı niteliğine sahip olmasıdır. Ayrıca yağmur ormanı fagaceae (kayıngiller) familyasından Nothofagus tarafından temsil edilir. Hatta bu ormanlar lianlar ve epifitlerle örtülüdür. Aynı zamanda bölgede bataklık ve turbalıklar da mevcuttur.
Antartika bölge
Güney Georgia adaları, Kerguelen adaları ve Macquarie adalarını içine alır. Söz konusu adaların florası oldukça fakir olup, yer yer ot formasyonlarına da rastlanır. Dahası bölgenin büyük bir kısmı buz gölü halindedir.
TÜRKİYE VEJETASYON’UN GENEL GÖRÜNÜŞÜ
Türkiye’nin bulunduğu vejetasyon konum Holoarktik flora âlemine girmektedir. Hatta Holoarktis flora âlemi de kendi içerisinde; Akdeniz havzası ve Turan – Önasya flora bölgesi diye tasnif edilip, başta Ege, Akdeniz’in büyük bir bölümü ve Güney Marmara büyük ölçüde Akdeniz havzasına dâhil olup, geriye kalan Kuzey Anadolu, Trakya, Paleoboreal Avrupa, Orta ve Doğu Anadolu ise Turan – Önasya flora bölgesine girmektedirler. Şayet fitocoğrafya yönünden değerlendirme yapacak olursak; Kuzey Anadolu ve Kuzey Trakya, Avrupa – Sibirya flora bölgesine dâhil olup, diğer Ege ve Akdenizin büyük bir bölümü, Biga yarımadası, Akdeniz, Güney Doğu Anadolunun güneyindeki plato ve ovalar Mezopotamya rejyonu içerisinde kalmaktadır.
Kısaca Türkiye florası:
”1-İran-Turan
2-Avro-Sibirya
a-Öksin flora sektörü
b-Kolşik flora sektörü
3-Akdeniz
4-Mezopotamya” diye tasnif edilmektedir. Görüldüğü üzere Türkiye dört mevsim ve 7 bölgesi ile belki de dünyada hiçbir ülkeye nasip olmayacak derecede birçok özelliklere sahip tek ülkeyiz. Bu yüzden ülkemize cennet vatan Türkiye dersek yeğdir. Fakat cennet vatan Türkiyemizin kiymetini bilmediğimizden olsa gerek zengin flora yapısını acımasızca kıymaktayız. Acı ama gerçek, dolayısıyla bu gerçeklerden hareketle Türkiye’de hem vejatasyon formasyonunun değişmesine neden olan faktörleri hem de ormanların önemli ölçüde ortadan kalkmasına neden olan unsurları;
“—Ülkemizde değişik rejyonal iklim şartlarının hüküm sürmesi,
—Türkiye topoğrafyasının yükseklik, eğim ve bakı şartlarının kısa mesafeler dâhilinde sık sık değişmesi,
—Özellikle kuvaterner (dördüncü zaman)’de meydana gelen iklim değişmeleri (ekolojik şartlar) ve Avro-Sibirya, Akdeniz subtropikal, İran-Turan flora bölgesine ait vejatasyon alanlarının devamlı olarak parçalanması,
—Kurak ve yarı kurak bölgelerimizde insanın tabii vejatasyon üzerinde önemli ölçüde müdahaleleri” şeklinde sıralayabiliriz. Nitekim bu tip müdahaleler klimaks türlerin azalmasına, kuru ormanların ortadan kalkmasına ve antropojen steplerin yaygınlaşmasına neden olmuştur.
Demek ki herhangi bir alanda bitki örtüsünün tutunması ve gelişmesi o alanın iklim, toprak, topoğrafya, beşeri faktörler, ekolojik şartlara bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Hatta ortamda veya ekosistem dâhilinde normal denge oluştuğunda, o ortama uyan yeni bir klimaks bitki topluluğu bile yerleşebilmektedir.
Bitki örtüsü ve iklim faktörleri arasında ilişkiler:
1-Sıcaklık
Bilindiği üzere Türkiye vejatasyon için en ideal eşik sıcaklık değeri 8 santigrat derecedir. Zira araştırmacılar tarafından; 8 santigrat dereceyi başlangıç noktası olarak kabül edip esas aldıklarından, başlangıçla sona eriş tarih arasındaki ortaya çıkan rakama tekabül eden devreye vejatasyon süresi veya vejatasyon devresi olarak değerlendirirler. Bu kıstaslardan hareketle yurdumuzda vejatasyon devresinin en uzun olanının Güney kıyılarımız olduğunu, yani bu kıyılarımızda vejatasyon süresinin 260 günden fazla olduğu belirlenmiştir. Hatta Alanya, Anamur ve Antalya gibi bölgeler de vejatasyon süresi yıl boyunca konumunu koruyabildikleri gözlemlenmiştir.
2-Yağış
Türkiye’nin kuzeyinde nemli ılıman, nemli soğuk ormanlar ve su isteği fazla olan higrofitler yaygın durumdadır. Fakat yine de kuzey kıyı şeridi hariç Türkiye genelinde Akdeniz ve Ege kıyı kuşağı boyunca yaprağını dökmeyen, ağaç ve çalıların hâkim olduğu kserofitler ile Orta ve Doğu Anadolu’da kışın soğuğa yazın kuraklığa dayanan meşe, ardıç, yer yer karaçam ve orman sınırının altında ilkbaharda yeşeren yazın kurak devre sonucu meydana gelen step vejetasyonunun hâkim durumda olduğu tespit edilmiştir.
3-Bulutluluk ve bağıl nem
Vejetasyon devresinde bulutluluğun ve nisbi nemin düşmesi, evapotransprasyonun artırmakta ve dolayısıyla kuraklığın kuvvetlenmesine neden olmaktadır.
Sıcaklık, yağış, bulutluluk ve bağıl nem durumu birlikte dikkatte alındığında ülkemizde bitki örtüsü ve iklim faktörleri arasındaki ilişkiler şu şekilde ortaya çıkar. Şöyle ki;
—Ülkemizde Kuzey Anadolu ve özellikle Karadenize bakan yamaçlarda yağış, bulutluluk, bağıl nem değerleri yüksektir. Nitekim Karadeniz kıyı kesimi higrofil karakterde bitkilerin yetiştiği bölge olup, bu bölgesinin yüksek kesimlerinde daha çok soğuk şartlara uymuş ibre yapraklı ormanlar yer almaktadır. Örnek: Kızılağaç, ladin, göknarı, ihlamur gürgen, kayın vs. Ayrıca Kuzey Anadolu fitocoğrafyada dağların yüksek ve güneye bakan yamaçlarında ise soğuğa dayanıklı ışık isteği fazla olan sarıçam ve karaçam ormanları vardır.
—Sıcaklığın nispeten fazla, bulutluluğun düşük olduğu Ege ve Akdeniz kıyılarında kuraklığa dayanıklı maki, frigana, kızılçam, fıstık çamı, servi (selvi-cupressus), palmiya ve turunçgiller gibi sıcaklık bitkileri vardır.
— Kışlar soğuk, yağışların az düştüğü Orta Anadolu ve Doğu Anadoluda step vejatasyonu bulunmaktadır.
—Vejetasyon süresinin birkaç ayı kapsadığı, düşük sıcaklıkların yüksek olduğu alanlarımızda (dağlarda) subalpin –alpin denilen çayır formasyonu yer almaktadır.
— Yarı kurak- yarı nemli bölgelerimizde park görünümlü kuru ormanlar, ardıç, meşe, karaçam ve bunların karışık olduğu topluluklar bulunmaktadır.
Bakı ve eğim
Karadeniz bölgesinin arka ve iç kesimlerin kuzeye bakan yamaçlarında sarıçam, güneye bakan yamaçlarında meşe ve ardıç toplulukları ile antropojen stepler hâkim durumdadır. Örnek: Sarıkamış ve Hopa.
Karadeniz sahil rejiyonunun kuzeye bakan yamaçlarında ise ardıç, sarıçam ve meşeler baskın duruma geçmektedir.
İç Anadolu’da bakı durumuna baktığımızda kuzey yamaçlar ardıç ve meşeler, güney yamaçların ise step ve antropojen steplerle kaplı olduğu gözlemlenmiştir.
Genel bir bakı tanımı yaptığımızda; Akdeniz bölgesi hariç diğer bölgelerimizde kuzey yamaçlar nemli olmaktadır. Yani buralar yarı nemli lokal ortamlar ve rejiyonlar olması nedeniyle higrofil- mezofil karakterde vejatasyon formasyonlarını bağrında taşımaktadır. Güneye bakan yamaçlar malum, kurak ve yarı kurak ortamlar oluşturduğundan dolayı daha çok kserofik karakterde ağaç, çalı ve ot toplulukları ile kaplıdır.
Bitki örtüsü ile Biyotik (beşeri) faktörler arasında ilişkiler:
—Tabi bitki örtüsünün sürekli tahribi neticesinde eğimli yamaçlar erozyona uğramış, derken ana materyal yüzeye çıkmıştır. Anlaşılan o ki ortam bozulmasına paralel olarak ortamda klimaks türlerin sahadan çekilmesini beraberinde getirmiş ve böylece geriye bitki örtüsü olarak kala kala birkaç kanaatkâr ağaç, çalı ve ekseriya otsu türler kalmıştır.
—Step ormanlarının çeşitli yollardan tahribi step alanların genişlemesini sağlamıştır. Karadeniz kıyı kuşağında ise yer yer psödomaki (yalancı maki) topluluklar gelişmiştir.
—Vejetasyon örtüsünün tahrip edildiği alanlarda klimaks türler azalmış veya tamamen yok olmuş ve bunun neticesinde yerini kurakçıl bitki toplulukları ana kayaya bağlı türler yaygınlaşmıştır. Hatta bitki ortamı bir veya birkaç türün yayıldığı saha haline gelmiştir.
—Genelde memleketimizde klimaks türler önemli derecede değişmiş onun yerine ortama yabancı türler denilen kozmopolit türler ön plana geçmiştir.
— Ülkemizde aşırı hayvan otlaması, tarıma uygun olmayan alanlarda tarım yapılması, eğimli alanların sürekli traşlama yapılması ve orman bakımın sağlanamaması gibi etkenlere bağlı olarak vejatasyon örtüsünün büyük ölçüde kan kaybına uğradığı belirlenmiştir.

BİTKİ EKOLOJİSİ-4
ALPEREN GÜRBÜZER
Flora âlemleri
Madem yeryüzü bitki örtüsü flora âlemlerine ayrılmakta, o halde flora âlemleri de flora bölgelerine ayrılacaktır elbet. Dolayısıyla yeryüzünü saran bitki örtüsü Avustralya, Antartika, Holoarktik, Paleotropik, Neotropik ve Kap florası olmak üzere 6 flora âlemini diye tasnif edilirler.
Holoarktik Flora âlemi
Holoarktik flora âlemi kuzey yarımkürenin soğuk ve ılıman bölgelerini içine alan bir flora âlemi olup, bu sözkonusu âlem Akdeniz, Avrosibirya, Doğu Asya ve Kuzey Amerika diye 5 bölgeye ayrılmaktadır.
Doğu Asya Bölgesi
—Yağışı bol bir bölge olup, yıllık yağışı ortalama 500 mm’ye tekabül etmektedir. Bu arada kışlar ise kurak geçip, yaz mevsiminde yerini yağışa terketmektedir.
—Bölgenin güneyinde subtropik karakterde yağmur ormanları olup kuzeye gidildikçe bu ormana has bir takım karakteristik özellikteki bitkileri ortadan kalktığı gözlemlenmiştir.
—Kuzeye çıkıldıkça yağmur ormanları yerine yaprak dökümünün belirgin hale geldiği ağaç toplulukların hâkim olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle yağmur ormanları Himalaya’nın doğu etekleri, Orta Çin, Formoza ve Güney Japonya’ya kadar uzanmaktadır. Örnek: Lauraceae, Quercus, Magnoliaceae ve Theaceae bitkiler.
—Doğu Asyanın yazlık ormanları Avrupadaki yazlık ormanlardan floristik bakımdan zengin olduğu gözlemlenmiştir. Yani Doğu Asya’nın yarısı Juglandeceae familyası mensuplarının teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Örnek: Alnus, Acer, Betula, Prunus ve Qercus türleri.
Orta Asya Bölgesi
— Orta Asya bölgesi doğuda Gobi çölünü (1000–1500 m), Kuzeyde Tibet yaylasını (4000–5000 m) içerisine alır. Zaten Batı Türkistan’ın dışında kalan bir kısım bölge ise çöldür.
— Ormanca yağış alan yüksek kısımlarda yer alır (300–350 mm).
— Bölgenin batısı çayır stepleri halindedir.
—Doğuya doğru gidildikçe astragalus stepleri hâkim hale geçer. Bunun yanısıra Artemisia stepleri de yer alır.
—Su kenarlarında Salix, Populus, Tamarix cinslere mensup türler hâkimdir.
—Tuzlu topraklarda Chenopodiacea familyasına mensup türler gelişir.
Akdeniz Bölgesi
—Ilıman ve yağışlı kışlarla geçen ve aynı zamanda sıcak ve kurak yazlarla karakterize edilen alanlar Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü bölgeler olarak tanımlanır.
—Bu bölge uzun medeniyetlere sahne olduğundan bu arada ister istemez bitki örtüsü tahrip edilmesi neticesinde tipik form olarak maki topluluğu meydana gelmiştir.
—Akdeniz bölgesinde Pinus Brutia (Kızılçam), Pinus Pinea (Fıstık çam), Pinus Sılyvestris (Sarıçam), Fagus Slyvatica, Fraxinus (Avrupa kayısı), Abies (Göknar), Cedrus Akdeniz ikliminin hâkim olduğu bölgelerde görülür.
—Akdeniz ikliminin etkisi altına giren bölgeler: İberik yarımadasının bir kısmı (İspanya tarafı), Güney Fransanın kıyı bölgesi, İtalya yarımadasının alçak kısımları, Yunanistanın kıyıya yakın alçak kısımları, Batı Güney Anadolu kıyı bölgesi, Doğu Asyanın kıyı şeridi ve Afrikanın kuzey batısı diye sıralanırlar.
Avro-sibirya Bölgesi
— Avro-Sibirya bölgesi Islanda’dan Kamçatski’ye kadar uzanıp, bu ormanlar Doğu Asya’da oldukça fakir oldukları tespit edilmiştir.
— En fazla yağış yaz aylarında görülür.
— Kuzeyi iğne yapraklı ormanlarla kaplıdır. Örnek- Conifera türlerinden; Larix, Abies, Pinus ve Picea teşkil eder.
Conifera arasına geniş yapraklılarda karışarak Kuzey Rusya’dan Sibirya’ya kadar uzanan Tayga ormanlarını hâsıl eder. Tayga’nın kserofit karakteri yerin donmasının sebep olduğu susuzluktan (fizyolojik kuraklık) ileri gelir. Mesela Tayga’nın belli başlı kozalakları; Pinus Sıylvestris, Pinus Cembra, Picea ovata, Abies Sibirica, Larix Sibirica ve Larix dahurica’dır. Yayvan yapraklılara i Sibirya’dan Betula, Alnus, Salix ve Populus, Balkan yarımadasının kuzeyinden ise Carpınus, Fagus, Quercus gibi bitkileri örnek gösterebiliriz.
—Avro-Sibirya otsu formasyonlarından en yaygın olanı çayır olduğu belirlenmiştir. Ayrıca yaz ayları yağışlı olması dolayısıyla bütün bölge bataklık ve fundalık bakımdan zengin olduğu gözlemlenmiştir. Dolayısıyla bataklık çayırlarda Phragmites ve Carex yaygındır.
—Ilıman kuşağın kuzeyinden kutuplara doğru Tundra formasyonu teşkil eder. Örnek-Bryophyta, Liken, Carex. Aynı zamanda Tundaralar yılın ¾ ü karla örtülü olup Cladonia rangiferina (rengidiken) hâkim bitki topluluklarını oluştururlar.
Kuzey Amerika Bölgesi
1-Kuzey Amerika bölgesi fizyonomik bakımdan Avro-Sibirya bölgesine dâhil olup, floristik bakımdanda Doğu Asya flora yapısı gösterirler.
2-İklim ve floristik yapısı bakımdan Kuzey Amerika üçe ayrılmakta olup,
“a-Pasifik kıyı şeridi
b-Atlas okyanus kıyıları
c-İç kesimler” diye tasnif edilirler.
3-Kuzey Amerikan bölgesinin güney doğusunda Virjinya ile Texas arasında kalan kesimde subtropik yağmur ormanları yer almaktadır. Özellikle bunlar arasında Quercus, Magnolia, Liyan’lar zengin ormanaltı vejatasyon oluştururlar.
Pasifik kıyı Şeridi
Özellikle iğne yapraklı ormanlar gelişme gösterir. Örnek- Tsuga, Pseudotsuga, Thuja, Sequoıadendron, Gıganteum (mahmut ağacı), Conifera ormanlarını teşkil eder.
Atlas okyanusu kıyıları
Kurak bölgelerinde pinus türleri, bataklık yerlerde ise Taxodium disticum bulunmaktadır.
İç kesimler
İç kısımlarda Preri adı verilen vejatasyon yer alır. Preriler’in yapısına Astragalus, Aster, Andropogon, Achillea, Koeleria, Stipa’lar teşkil eder. Preri’ler kserofit bitkiler ile örtülüdür.
Paleotropik Bitkiler
Paleotropik flora âlemi;
—Orta ve Güney Afrika
—Tropik Asyayı içine alır.
Paleotropik flora âlemi aynı zamanda Malezya ve Hint-Afrika alanını da kapsar.
Malezya Bölgesi
—Yağmur ormanları Malezya bölgesinin en tipik formasyonudur. Örnek: Moraceae, Annonaceae ve Dipterocarpaceae formasyonlarına ait bitkiler ile odun ihtiyacını karşılayan liyanlar yer alır. Aynı zamanda dalları sis altında kalan Bryophyta, Orchida ve Pteridophyta bitkileri bakımdan zengindirler.
—Malezya Bölgesinin kuşak kısımda muson ormanları yer alır. Sava adasının doğusunda ve K.Hindistan’ın doğusunda ki muson ormanlarını ise Tectona grandis temsil eder.
—Bölgenin güneyine gidildikçe antarktik flora âleminin etkisi görülmektedir.
Hint Afrika Bölgesi
Hint- Afrika bölgesinde kuzeyden ekvatora yaklaştıkça yağış oranı artmaktadır. Dolayısıyla bitki örtüsü şu şekilde sıralama gösterir:
—Bitki örtüsü çöl, savan, galeriye ormanı ve yağmur ormanı şeklinde birbirini takip eder. Yağmur ormanları Gine kıyılarından Güney Havzasına kadar uzandığı gibi yer yer gök galeri ormanları ile çevrili olduğu gözlemlenmiştir. Genelde bu ormanlar devamlı su bulunan yerlerde bulunurlar. Anlaşılan o ki Afrika’nın en tipik ormanlarını Savanlar oluşturmaktadır. Savanlar; Asclepidaceae, Amaranthaceae, Acanthaceae, Scrophulariaceae, Composıtae, Malvaceae ve Legumunaceae türleri savanların tipik bitkileri arasında yer almaktadır.
—Hint Afrika bölgesi, Afrika sahasının Güneyi ile Madagaskar çevresindeki odaları içine alıp, özellikle bunlar içerisinden Madagaskar adası endemikler bakımdan zengin bir alanı kaplamaktadır. Hatta seyyahların ağacı ismiyle anılan ve güneşe karşı dik duran Ravnala Madagascariensis burada yer almaktadır. İlginçtir bu ağaç güneşin kavurucu sıcaklığına aldırmadan daha çok kendi kendini gölgelendirmesiyle dikkat çekmektedir. Belli ki gövdelerinin üstünde simetrik olarak her iki yana yayılmış vaziyette bulunan yaprak demetleri bu iş için seferber olmuşlar. Böylece ışık nereden gelirse gelsin bünyelerinde var olan gölgeleme tertibatları sayesinde bunaltıcı sıcakların zararlarından korunabilmektedirler.

TARİHİ GENETİK BİTKİ COĞRAFYASI
ALPEREN GÜRBÜZER
Tarihi bitki genetik coğrafya genelde geçmişten bugüne kadar değişikliğe uğramış bitkiler üzerinde incelemeye dayalı bir bölüm olarak dikkat çekmektedir. Bu bilim dalının ortaya koyduğu verilerden hareketle yeryüzü bitki örtüsünün esas itibariyle jeolojik ve iklim değişiklikleri sonucu ortaya çıktığını öğrenmiş oluyoruz. Aynı zamanda yeryüzünde ilk bitki hayatının başlamasının üzerinden 3 milyar geçtiği tahmin edilmektedir. Bu yüzden bu dönem Afitik dönem olarak bilinmektedir.
Yeryüzü bitki hayatı bakımdan ise 4 döneme ayrılmaktadır, bunlar:
—Paleofitik(3 milyar- 250 milyon)
—Mezofitik(250 milyon- 120 milyon)
—Kenofitik(120 milyon günümüze kadar)
1-)Paleofitik- Antekambrien(ilkel vakit)’den alt permiana kadar olan devredir ve üç döneme ayrılır.
—Alg dönemi (Arkaenden alt süliyene 3 milyar–400 milyar)
Alg dönemi devresinde yalnız tek hücreli algler yer alır.
—Psilophyta dönemi (Üst silüen-ortadevoniyene 400–340 milyar)
Psilophyta döneminin ilk başlangıcında ilk kara bitkileri ortaya çıkar.
—Pteridophyta dönemi (Üst devoniyen-alt permiana 340–250 milyar)
Pteridophyta döneminde tohumlu bitkilerden Pteridospermae (Tohumlu eğreltiler) ve iğne yaprakları andıran Coordinates ortaya çıkmıştır. Hatta kömür yatakları bu dönemde çıkmıştır.
2-)Mezofitik dönemde Gymnospermaea’lar hâkimdir.
3-Kenofitik dönemini üç devreye ayırabiliriz;
—Üst kretase (120 milyon–70 milyar)
—Tersiyer dönemi (70 milyon –1 milyar)
—Kuvaterner dönemi (1 milyar gün)
Üst kretase
Üst kretase devresinde angiospermae ve alt tohumlular yayılış göstermektedirler. Zira bu dönemde ağaçlar içerisinden özellikle Abies (göknar-köknar) ve iğne yapraklılar görülmeye başlanmıştır. Sadece ağaçlar mı, tabiiki hayır, çok yıllık otlar ve çalılar ne güne duruyor. Onlarda ortaya çıkmış olup, bunlar arasından özellikle dikotiledon olanlar daha hâkim durumda yerini almıştır. Hatta bu devrede Kuzey ve Güney Amerika birbirinden ayrılmıştır.
Bu arada üst kretase’ye örnek olarak;
Gymnospermealardan; Cycas, callitris, cephalotaxus, Ginkgo, Pinus, Podocarpus ve Sequoia ile Angiospermealardan ise Sterculia, Smilax, Eucalphytus, Nerium, Cinnamomun ve Liriodendion, Ficus ve Magnolia’yı verebiliriz.
Tersiyer dönemi
Tersiyer döneminde yeryüzünün şekli bugünkü durumuna çok yaklaşmıştır diyebiliriz. Zira Amerika kıtası Miyosen dönemine kadar hep iki parça halinde kalmış ve bu dönemde Grollend florası daha çok Kuzey Amerika florasına benzemekteydi. Hakeza holoarktik dönemde ise karalar kuzey yarımküreyi kaplamış ve böylece bölgenin tamamını kapsayan çok yönlü değişiklikler olmuş, hatta buna paralel olarak Picea, Pinus, Palatanus, Carpinus (gürgen), Corylus, Quercus, Tilia, Magnolia, Acer, Vitis (üzüm), Smilax ve Taxodium gibi bitkiler holoarktik florasının elemanları olarak sahne almışlardır. Yani bunların hemen ve hepsi arkto-tersiyer florayı teşkil etmektedirler. Dahası var, aynı zamanda bu devrede Kuzey Amerika’nın doğusu ile Doğu Asya arasındaki floristik benzerliklerin belirlenmesiyle birlikte bu buna benzer birçok konular aydınlanıp gün yüzüne çıkmıştır. Nitekim Liriodendron, Hamamelis, Catalba gibi cinslerin sadece Doğu Asya ile Kuzey Amerika’nın Atlas okyanusu çevrelerinde ortaya çıkması bu devrenin mahsülüdür. Ayrıca bu cinslerin Afrika Madagaskar adaları ve Mikronezya adaları ile floristik bağlantısı olduğu gibi kap florasının da bu dönemde bulunması apayrı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Kuvaterner
Kuaterner devrenin en önemli özelliği Kuzey Yarımkürede buzul çağının başlamasıdır. Bu yüzden buzul hareketi bitkiler üzerinde verimli olmuştur. Tersiyer sonunda Avrupa ve Kuzey Amerika’da bugünkü Doğu Asya florasını andıran zengin bir flora hâkimdir. Günümüzde sadece otların izleri kalmıştır. Buzul döneminde ise bu bölge floraları güneye çevrilmiş, derken buzul sonrası tekrar kuzeye ilerlemiştir.
Anlaşılan o ki; buzul dönemlerine ait floralar devamlı ilerleme ve gerilemelerden zarar görmüş olmasına rağmen bugün Kuzey Anadolu’da rastlanan Rhodendron pontıcum (mor orman gülü) bitkisi yıkılmadım ayaktayım dercesine son buzul dönemlerine ait alglerin birçok yerlerinde yaygın halde hayatına devam etmektedir. Hatta birçok bitki türü Alpler, Grolland, Norveç, İskoçya gibi kuzey bölgelerde buzulların ulaşamadığı kıyı sahalarına ve dağ zirvelerine sığınmışlardır. Netice itibariyle bu tip Anadolu florası pozisyonunda olan bitkiler buzullar yönünden etkilenmediğinden tür yönünden hep zengin kalabilmiştir.
Ekolojik Bitki Coğrafyası
Bilindiği üzere ekolojik bitki coğrafyası bitkilerle ve bunların yetiştikleri ortam arasındaki münasebeti inceler. Ekolojik faktörler;
— İklim elemanları (klimatif faktörler)
—Toprak faktörleri (edatif faktörler)
— Biyotik faktörler (canlı faktörler)
—İklim elemanları (sıcaklık, su, ışık, rüzgâr ve su olarak)” diye unsurlara ayrılırlar.
Sıcaklık
Ağaçlar ısı sayesinde çiçeklerini açmakta ve meyveler olgunlaşmaktadır. Bilindiği üzere sonbaharla birlikte düşük sıcaklıklarda asimilasyon olayı durmakta olup, genellikle birçok bitki için 0 santigrat derece kritik nokta olarak kabül edilmektedir. Nitekim sıcaklık bir uygun bir dereceye yükselince bitkinin canlılık kazandığı gözlemlenmiştir. Böylece güneşin ısı ve ışınları her canlıya ulaşarak sebze ve meyveler vücut bulmaktadırlar. Örnek: Abies Sibirica, Larix Sibirica ve Pinus Cembra - 40 santigrat derece ila -70 santigrat derece arasında seyreden soğuklara dayanabilmektedirler. Hatta kaplıcaların 90 santigrat derecelik sularında yaşayan Diatomerler bile vardır.
Bitkiler uygun olmayan şartlarda hayatlarını devam ettirebilmek için belirli zamanlarda çeşitli formlara kavuşmaktadırlar. Bu formlar bilim adamı Raunker tarafından 5 tipe ayrılmıştır:
1-Fanerofitler
Fanerofitler kışı toprak dışında kalan ve uçlarında tomurcuk taşıyan sürgünleri ile geçirirler. Bunlar tamamen odunsu bitkileri içerip;
“a-Mega fenorofitler
b-Nano fenorofitler” diye iki grupta kategorize edilirler.
Mega fenorofitler tomurcukları yerden 2 m yukarda olan bitkilerden olup, bütün ağaçlar
bu gruba girer. Nano fenorofitler ise tomurcukları yerden 0,25–2 m üstünde olup, bütün çalılar bu gruba girerler. Örnek: Juniperus Commınus(ardıç), Corylus avellena (fındık), Buxus semperuirens(şimşir) ve Erica verticillata (fındık).
2-Kamofitler (bodur bitkiler)
Kamofitler yüzey bitkileridir. Tomurcukları yerden 30 santimetreye kadar olan bodur çalılar, yastık oluşturan bitkiler, yarı çalılar, sürünücü gövdeli tüm bitkiler bodur bitkiler gurubuna girerler. Örnek: Astragalus microcephalus, Acantholimon Corypyllaceum, Onobrychis cornuta ve Helienthemum nummularium, Thymus kotschyanus.
3-Hemikriptofitler (otsu bitkiler)
Hemikriptofitler tomurcukları kışın toprak üzerinde canlı ya da ölü yapraklar tarafından korunan bitkilerdir. Daha çok ılıman bölgelerde yaygındırlar. Bunlar aynı zamanda kök sistemi devamlı canlı tutularak depo organ görevi gören bitkilerdir. Örnek: Taraxacum officinale, Ranunculus majör, Fragaria, Convolvulus arvensis.
4-Geofitler (toprak altında soğanlı yumrulu çiçekli bitkiler)
Geofitler kışın toprak altında kök, rizom, soğan yumru gibi organlar yardımıyla geçiren bitkilerdir. Örnek: Cyclamen, Crocus, Colchicum, Galanthus, Orchis, Merendera trygina, Solenum tuberosum ve İris.
5-Terofitler (tomurcukları tohum içerisinde korunan tek yıllık bitkiler)
Terofitler tek yıllık bitkilerdir. Uygun olmayan devreleri tohum halinde geçirirler. Bunlara Annuel (yıllık ) ya da efemer adı verilir. Örnek: Centaurea depressa (Peygamber çiçeği), Papaver rhoeas (gelincik), Triticum (buğday) ve Hordeum (arpa).

Bitki ekolojisi-3
ALPEREN GÜRBÜZER

Maki Formasyonu
Yaş kesenler baş kesip ormanları katletseler de, bitki âlemi bir şekilde direnç gösterip bir başka tarzda yüzünü gösterebilmektedir. Şöyle ki köken olarak orman örtüsünün tahribinden sonra ortaya çıkan ve bilhassa kıyı bölgelerinde gelişmiş 1–2 m yüksekliğinde ince gövdeli derimsi yeşil yapraklardan meydana gelmiş bitki örtüsüne maki formasyonu adı verilmektedir. Değim yerindeyse maki formasyonu Akdeniz bölgesinin bir baştan diğer başa kadar süsleyen bitki topluluklarıdır. Örnek: Arbutus Unedo, Arbutus andrachne, Calluna vulgaris, Ceratonia ciliegia (keçiboynuzu), Cercis siliguastrum, Cistus, Quercus ilex (pırnal meşesi), Quercus coccifera, Olea oleaster, Pistacia lentiscus (Sakız), Pistacia terebinthus, Spartium junceum, Styrax officinalis, Juniperus oxycedrus, Nerium oleander, Laurus nobilis ve Myrtus comminus (Mersin), Erica arborea. Hatta bu türler içerisinde sakız, keçiboynuzu, Mersin ve pırnal meşesi hakiki Akdeniz ikliminin karakteristik olup diğer iklimlerde pek yetişmezler.
Hakiki Akdeniz ikliminden uzaklaştıkça maki toplulukları hem türce azalır, hem de boydan (yükseklik) kaybederler. Nitekim Akdeniz kıyılarından uzak alanlarda 18–20 tür, Ege kıyılarında 13–14, Marmara kıyılarında 8–10, Karadeniz kıyılarında 4–5 türe indiği gözlemlenmiştir. Hakeza Akdeniz kıyılarında maki topluluklarının yükseklik bakımdan 800–900 metreye eriştiği, Egede 500–600, Marmarada 300–400 metre ve Karadenizde ise 150–200 metre seviyelerde olduğu tespit edilmiştir. Bazı araştırıcılar maki elemanlarının maki ormanlarının tahribi neticesinde ortaya çıktığını, bazı araştırıcılar makinin silisli arazide yetiştiğini (kaya tabiatına bağlıyor), bazıları ise makinin bozulmuş şekli olan Garig formasyonun da kalkerli arazide gelişebileceğini ileri sürmüşlerdir. Hâlbuki tabiatta mesela Akdenizde genelde maki toplulukları kalkerli arazide yayılmışlardır. Garig ise silisli arazide yayılmıştır. Anlaşılan o ki maki bitkisi kaya tabiatından çok Akdeniz iklimini gösteren bir bitki formasyonudur.
Şurası bir gerçek maki formasyonun tahrip edilmesiyle birlikte hem toprak örtüsünün süpürülmesine hem de zayıflamasına sebep olmuş ve bunun neticesinde maki elemanların birçoğu ortadan kalkmasına yol açmıştır. Sözkonusu orman sahalarını acımasızca tahribatından kala kala en az zayiat verdiğini düşündüğümüz pesent (seçicilik göstermeyen) denen bazı maki türleri ayakta kalabilmişlerdir.
Garig formasyonu
İnsanlar arasında zayıflar genel itibariyle garip olarak nitelenir. Varsın bitki âlemini de temsilen garip topluluklar olsun ki bir takım farklılıkları kıyas etme imkânımız olabilsin. İşte temsil noktasında sonderece kurakcıl karakter kazanmış fakir veya cılız sözkonusu bitki formasyonunu Garig formasyonu diye tarif edebiliriz pekâlâ. Örnek: Philleyrea latifolia, Phyllirea latifolia, Poterium spınosum, Quercus coccifera, Juniperus oxycedrus, Cistus ve Thymus türleri.
Psödomaki
Akdeniz dalgasını taşıyan maki elemanları ile Karadeniz tesirini aksettiren nemcil ve kışın yapraklarını döken ağaçların birarada bulunan bitki topluluklarına psödomaki formasyonu denmektedir. Yani bu durum yaz-kış yapraklarını dökmeyen maki elemanları arasına kışın yapraklarını döken maki elemanlarının karışması olayı olarak tanımlanmaktadır. Mesela Marmara bölgesinde Akdeniz ikliminin sirayet edebileceği maki elemanlarının arasında Karadeniz ikliminin sebep olduğu veya yoğun yaz yağmurlarının etkisiyle kışın yapraklarını döken ve daha nemcil karakterde diyebileceğimiz bazı bitki türleri yetişme imkânı bulabilmektedirler. Özellikle maki sahalarında belirli bir kış mevsimi olmadığından bitkiler hayati faaliyetlerini her mevsim sürdürmeye devam etmektedirler. Fakat psödomaki formasyonuna mensup bitkiler için kış mevsimi dinlenme devresi olup, aynı zamanda bu tür bitkilerde yaprak dökümü bile görülebilmektedir. O halde Psödomaki formasyonunu oluşturan elemanlardan bazıları için örnek verebiliriz. Örnekler- Arbutus unedo, A. andrachne, Qercus coccifera, Olea oleaster, Philleyrea latifolia, Pistacia terebinthus, Juniperus oxycedrus, Cercis siliquastrum, Cistus, Erica.
İkinci sunacağımız örnek ise bu maki türleri içine karışan ve kışın yapraklarını döken elamanlardır. Örnekler- Cornus Mas, Crataegu monogyna, Coryllus avellana, Fraxinus
ornus, Rubus fruticosus, Sorbus torminalis ve Ligustum vulgare, Bromus tomentellus.
Ot formasyonları
İklim, toprak ve rölyef gibi yetişme şartlarının ağaç yetişmesine imkân vermediği yerlerde, belirli zamanlarda yağış durumu veya toprağın derinliklerine sızmayacak derecede suyla beslenip yetişen bitkilerin meydana getirdiği topluluğa ot formasyonu denmektedir. Ot formasyonları; savan, step ve çöl formasyonları olarak üç grupta mütalaa edilirler.
Savan
Tropikal bölgelerin kurak mevsimi bulunan bölgelerde gelişen ve içlerinde seyrek olarak ağaçların da yer aldığı yüksek boylu otlardan meydana gelmiş bitki topluluğuna savan adı verilir. Anlaşılan o ki orman formasyonu buralarda yerini yüksek boylu otlara vermiştir. Yine de bu demek değildir ki savan sahaları tamamen ağaçtan mahrum yerlerdir. Bilakis Tropikal bölgelerin yıllık yağışı 1000 mm’nin üstünde olan ve kısa kurak devresi bulunan yerlerde nemli savanlar gelişmiş halde bulunup, bunlar arasında yapraklarını döken ağaçlar da bulunur.
Yıllık yağışı, 500 mm arasında olan ve 5–7 ay kuraklık geçiren kuraklık geçiren tropikal bölgelerde ise kurak savanlar yer alıp, ister istemez bu durumda ağaç nadiren bulunacaktır. Dolayısıyla buraları daha çok yüksek boylu otlar kuşatmıştır.
Tropikal bölgelerin 8–10 ayı kurak geçen ve yıllık yağışı 500 mm’nin altında olan yerlerde dikenli bir hal alır ki savanların bu türüne dikenli savan denmektedir.
Stepler (Bozkır formasyonu-preri)
Bozkır formasyonu denilince ister istemez orta asya akla gelmekte. Sonuçta Ortaasyadan Anadoluya gelip, oradan da Balkanlara uzanmışız. Anlaşılan o ki bozkır kültürümüzü hatırlatacak step formasyonumuz var. Bilindiği üzere orta kuşakta yağışların ağaç yetişmesine yetmiyecek kadar az olan yerlerde yaz kuraklığına dayanamıyarak güz mevsimine yakın bir dönemde solan ve aynı zamanda ortadan ansızın kaybolan ot formasyonuna step formasyonu denmektedir. Dolayısıyla yağış miktarının 250 –300 mm’yi aşamadığı steplerde umumiyetle ağacın olmadığı belirlenmiş olmakla birlikte zemini nispeten nemli yerlerde tek tekte olsa nispeten ağaç görülebilmektedir.
Bozkır formasyonunun başlıca yayılış alanları Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika kıtalarıdır. Memleketimizde doğal step sahaları olup, özellikle İç Anadolu, Tuz gölü çevresi, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Trakya’da ki bazı step sahalar ormanların tahribi neticesinde meydana gelmiş sekonder step sahaları olarak bilinmektedirler. Örnek: Stipa, Artemisia, Festuca ovina, Bromus tomentellus, Peganum harmala.

Neotropik Flora âlemi
ALPEREN GÜRBÜZER
—Neotropik flora âlemi Orta Amerika ve Güney Amerika bölgesini içine alır.
—Yeryüzünün en geniş yağmur ormanı bu bölgede, özellikle Amazon çevresinde bulunmaktadır. Orta Amerikanın batı kısımlarında ise (Venezualla, Kolombia ve Brezilyanın iç kısımları) yaprak döken muson ormanları ile kserofil çalılar yer almaktadır.
—Neotropik flora âlemi içerisinde savanlar da geniş yer kaplamaktadır. Hatta Uruguay ve Kuzey Arjantinin otluk halde step haline geçmiş savanlarına pampa adı verilir (prerileri andırır).
—Bölgenin güneyi (Patagonya) ise dikenli ağaçlar, kserofil çalılar, seyrek yapılı step ve otlaklarla örtülü yarı çöl halindedir.
— And dağlarında ki (orman ve çalı kuşağından yukarıda kalan kısım) sert yapılı otlar, yastık halinde bitkiler, bodur çalılarla örtülü otlaklar halindeki bitki örtüsüne Paramo denilmektedir.
—Bu flora bölgesinde bilhassa Cactaceae, Cannaceae, Bromeliaceae familyaları daha yaygın haldedirler.
Kap Flora âlemi
—Küçük flora âlemidir.
—Yağışın 2/3’ü kışın düşer.
—Maki formasyonu çalılardan meydana gelmiştir.
—Orman florası sadece güney kıyıların nemli kısımlarında vardır.
—Zengin bir floraya sahiptir. Özellikle Proteaceae familyası zengin formu oluşturmaktadır.
—Arazi yapısının değişik oluşu dolayısıyla yağışa bağlı olarak bitki örtüsünde değişik olarak kademelenmiştir.
Avustralya flora âlemi
—Avustralya büyük kara parçalarından ayrılması sonucu izole olmuş bir kıta olup, aynı zamanda bitki örtüsü % 85 endemik olan bir flora âlemidir. Yani 10.000 türden 8600’den fazlası endemiktir.
— Kıyı bölgeleri yağış aldığından daha çok yağmur ormanları yer alır. Yağış ormanları Eucalyptus ormanları ile çevrilip, bu türler Australya bölgesinde 500 türden fazlasıyla temsil edilirler. Kuzeyin yaz yağmuru alan vejatasyon kısmında ise savanlar damgasını vurmaktadır.
—Bu flora âlemin büyük bir bölümü kurak haldedir.
Antartika Flora âlemi
Güney Amerika’nın güney batı ucunu içine almaktadır. Bu floranın iki ana özelliği sürekli yağışlı sisli ve bulutlu olmanın yanısıra bitki örtüsünün ılıman yağmur ormanı niteliğine sahip olmasıdır. Ayrıca yağmur ormanı fagaceae (kayıngiller) familyasından Nothofagus tarafından temsil edilir. Hatta bu ormanlar lianlar ve epifitlerle örtülüdür. Aynı zamanda bölgede bataklık ve turbalıklar da mevcuttur.
Antartika bölge
Güney Georgia adaları, Kerguelen adaları ve Macquarie adalarını içine alır. Söz konusu adaların florası oldukça fakir olup, yer yer ot formasyonlarına da rastlanır. Dahası bölgenin büyük bir kısmı buz gölü halindedir.
TÜRKİYE VEJETASYON’UN GENEL GÖRÜNÜŞÜ
Türkiye’nin bulunduğu vejetasyon konum Holoarktik flora âlemine girmektedir. Hatta Holoarktis flora âlemi de kendi içerisinde; Akdeniz havzası ve Turan – Önasya flora bölgesi diye tasnif edilip, başta Ege, Akdeniz’in büyük bir bölümü ve Güney Marmara büyük ölçüde Akdeniz havzasına dâhil olup, geriye kalan Kuzey Anadolu, Trakya, Paleoboreal Avrupa, Orta ve Doğu Anadolu ise Turan – Önasya flora bölgesine girmektedirler. Şayet fitocoğrafya yönünden değerlendirme yapacak olursak; Kuzey Anadolu ve Kuzey Trakya, Avrupa – Sibirya flora bölgesine dâhil olup, diğer Ege ve Akdenizin büyük bir bölümü, Biga yarımadası, Akdeniz, Güney Doğu Anadolunun güneyindeki plato ve ovalar Mezopotamya rejyonu içerisinde kalmaktadır.
Kısaca Türkiye florası:
”1-İran-Turan
2-Avro-Sibirya
a-Öksin flora sektörü
b-Kolşik flora sektörü
3-Akdeniz
4-Mezopotamya” diye tasnif edilmektedir. Görüldüğü üzere Türkiye dört mevsim ve 7 bölgesi ile belki de dünyada hiçbir ülkeye nasip olmayacak derecede birçok özelliklere sahip tek ülkeyiz. Bu yüzden ülkemize cennet vatan Türkiye dersek yeğdir. Fakat cennet vatan Türkiyemizin kiymetini bilmediğimizden olsa gerek zengin flora yapısını acımasızca kıymaktayız. Acı ama gerçek, dolayısıyla bu gerçeklerden hareketle Türkiye’de hem vejatasyon formasyonunun değişmesine neden olan faktörleri hem de ormanların önemli ölçüde ortadan kalkmasına neden olan unsurları;
“—Ülkemizde değişik rejyonal iklim şartlarının hüküm sürmesi,
—Türkiye topoğrafyasının yükseklik, eğim ve bakı şartlarının kısa mesafeler dâhilinde sık sık değişmesi,
—Özellikle kuvaterner (dördüncü zaman)’de meydana gelen iklim değişmeleri (ekolojik şartlar) ve Avro-Sibirya, Akdeniz subtropikal, İran-Turan flora bölgesine ait vejatasyon alanlarının devamlı olarak parçalanması,
—Kurak ve yarı kurak bölgelerimizde insanın tabii vejatasyon üzerinde önemli ölçüde müdahaleleri” şeklinde sıralayabiliriz. Nitekim bu tip müdahaleler klimaks türlerin azalmasına, kuru ormanların ortadan kalkmasına ve antropojen steplerin yaygınlaşmasına neden olmuştur.
Demek ki herhangi bir alanda bitki örtüsünün tutunması ve gelişmesi o alanın iklim, toprak, topoğrafya, beşeri faktörler, ekolojik şartlara bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Hatta ortamda veya ekosistem dâhilinde normal denge oluştuğunda, o ortama uyan yeni bir klimaks bitki topluluğu bile yerleşebilmektedir.
Bitki örtüsü ve iklim faktörleri arasında ilişkiler:
1-Sıcaklık
Bilindiği üzere Türkiye vejatasyon için en ideal eşik sıcaklık değeri 8 santigrat derecedir. Zira araştırmacılar tarafından; 8 santigrat dereceyi başlangıç noktası olarak kabül edip esas aldıklarından, başlangıçla sona eriş tarih arasındaki ortaya çıkan rakama tekabül eden devreye vejatasyon süresi veya vejatasyon devresi olarak değerlendirirler. Bu kıstaslardan hareketle yurdumuzda vejatasyon devresinin en uzun olanının Güney kıyılarımız olduğunu, yani bu kıyılarımızda vejatasyon süresinin 260 günden fazla olduğu belirlenmiştir. Hatta Alanya, Anamur ve Antalya gibi bölgeler de vejatasyon süresi yıl boyunca konumunu koruyabildikleri gözlemlenmiştir.
2-Yağış
Türkiye’nin kuzeyinde nemli ılıman, nemli soğuk ormanlar ve su isteği fazla olan higrofitler yaygın durumdadır. Fakat yine de kuzey kıyı şeridi hariç Türkiye genelinde Akdeniz ve Ege kıyı kuşağı boyunca yaprağını dökmeyen, ağaç ve çalıların hâkim olduğu kserofitler ile Orta ve Doğu Anadolu’da kışın soğuğa yazın kuraklığa dayanan meşe, ardıç, yer yer karaçam ve orman sınırının altında ilkbaharda yeşeren yazın kurak devre sonucu meydana gelen step vejetasyonunun hâkim durumda olduğu tespit edilmiştir.
3-Bulutluluk ve bağıl nem
Vejetasyon devresinde bulutluluğun ve nisbi nemin düşmesi, evapotransprasyonun artırmakta ve dolayısıyla kuraklığın kuvvetlenmesine neden olmaktadır.
Sıcaklık, yağış, bulutluluk ve bağıl nem durumu birlikte dikkatte alındığında ülkemizde bitki örtüsü ve iklim faktörleri arasındaki ilişkiler şu şekilde ortaya çıkar. Şöyle ki;
—Ülkemizde Kuzey Anadolu ve özellikle Karadenize bakan yamaçlarda yağış, bulutluluk, bağıl nem değerleri yüksektir. Nitekim Karadeniz kıyı kesimi higrofil karakterde bitkilerin yetiştiği bölge olup, bu bölgesinin yüksek kesimlerinde daha çok soğuk şartlara uymuş ibre yapraklı ormanlar yer almaktadır. Örnek: Kızılağaç, ladin, göknarı, ihlamur gürgen, kayın vs. Ayrıca Kuzey Anadolu fitocoğrafyada dağların yüksek ve güneye bakan yamaçlarında ise soğuğa dayanıklı ışık isteği fazla olan sarıçam ve karaçam ormanları vardır.
—Sıcaklığın nispeten fazla, bulutluluğun düşük olduğu Ege ve Akdeniz kıyılarında kuraklığa dayanıklı maki, frigana, kızılçam, fıstık çamı, servi (selvi-cupressus), palmiya ve turunçgiller gibi sıcaklık bitkileri vardır.
— Kışlar soğuk, yağışların az düştüğü Orta Anadolu ve Doğu Anadoluda step vejatasyonu bulunmaktadır.
—Vejetasyon süresinin birkaç ayı kapsadığı, düşük sıcaklıkların yüksek olduğu alanlarımızda (dağlarda) subalpin –alpin denilen çayır formasyonu yer almaktadır.
— Yarı kurak- yarı nemli bölgelerimizde park görünümlü kuru ormanlar, ardıç, meşe, karaçam ve bunların karışık olduğu topluluklar bulunmaktadır.
Bakı ve eğim
Karadeniz bölgesinin arka ve iç kesimlerin kuzeye bakan yamaçlarında sarıçam, güneye bakan yamaçlarında meşe ve ardıç toplulukları ile antropojen stepler hâkim durumdadır. Örnek: Sarıkamış ve Hopa.
Karadeniz sahil rejiyonunun kuzeye bakan yamaçlarında ise ardıç, sarıçam ve meşeler baskın duruma geçmektedir.
İç Anadolu’da bakı durumuna baktığımızda kuzey yamaçlar ardıç ve meşeler, güney yamaçların ise step ve antropojen steplerle kaplı olduğu gözlemlenmiştir.
Genel bir bakı tanımı yaptığımızda; Akdeniz bölgesi hariç diğer bölgelerimizde kuzey yamaçlar nemli olmaktadır. Yani buralar yarı nemli lokal ortamlar ve rejiyonlar olması nedeniyle higrofil- mezofil karakterde vejatasyon formasyonlarını bağrında taşımaktadır. Güneye bakan yamaçlar malum, kurak ve yarı kurak ortamlar oluşturduğundan dolayı daha çok kserofik karakterde ağaç, çalı ve ot toplulukları ile kaplıdır.

Bitki örtüsü ile Biyotik (beşeri) faktörler arasında ilişkiler:
ALPEREN GÜRBÜZER
—Tabi bitki örtüsünün sürekli tahribi neticesinde eğimli yamaçlar erozyona uğramış, derken ana materyal yüzeye çıkmıştır. Anlaşılan o ki ortam bozulmasına paralel olarak ortamda klimaks türlerin sahadan çekilmesini beraberinde getirmiş ve böylece geriye bitki örtüsü olarak kala kala birkaç kanaatkâr ağaç, çalı ve ekseriya otsu türler kalmıştır.
—Step ormanlarının çeşitli yollardan tahribi step alanların genişlemesini sağlamıştır. Karadeniz kıyı kuşağında ise yer yer psödomaki (yalancı maki) topluluklar gelişmiştir.
—Vejetasyon örtüsünün tahrip edildiği alanlarda klimaks türler azalmış veya tamamen yok olmuş ve bunun neticesinde yerini kurakçıl bitki toplulukları ana kayaya bağlı türler yaygınlaşmıştır. Hatta bitki ortamı bir veya birkaç türün yayıldığı saha haline gelmiştir.
—Genelde memleketimizde klimaks türler önemli derecede değişmiş onun yerine ortama yabancı türler denilen kozmopolit türler ön plana geçmiştir.
— Ülkemizde aşırı hayvan otlaması, tarıma uygun olmayan alanlarda tarım yapılması, eğimli alanların sürekli traşlama yapılması ve orman bakımın sağlanamaması gibi etkenlere bağlı olarak vejatasyon örtüsünün büyük ölçüde kan kaybına uğradığı belirlenmiştir.

TÜRKİYEDE BİTKİ ÖRTÜSÜNÜN GEÇİRDİĞİ SÜREÇ
Flora –Biyocoğrafya alanlarında değişmeler
Ülkemiz Pleistosen’de ve hatta Holosen’de önemli iklim değişmelerine uğramıştır. Bu yüzden etkileri pedojenez ve jeomorfolojik yönden çok önemlidir. Bu arada Glasiyal devrelerde (buzul devre) hüküm süren nemli iklim şartlarına bağlı olarak ormanlar geniş alanlara doğru yayılmış, hatta bugün kuzey bölgelerimizde bulunan nemli ormanlar güneye doğru ilerlemiştir. Böylece step alanları daralmış ve bunun sonucu olarakta Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’daki yüksek alanların kuzeyine düşen soğuk bölgelerde kendine has bitkilerin yer almasına yol açmıştır.
Amanos dağlarında (Adana-Antakya) bulunan oksin kaynaklı elementler
Amanos dağlarında özellikle kuzeye bakan yamaçlarında Akdeniz fitocoğrafya bölgesi dışında diyebileceğimiz Güney ponto, Sibirya, öksin veya kolşik elemanları bulunmaktadır. Mesela bir öksin ağacı olan Fagus oriantalis (kayın) Amanos dağların da 1100–1500 m arasında, Antakya ve Musa dağının güney ve batı yamaçlarında ise 1900 m’ye kadar çıkabilmektedir. Örnek- Acer platanoides, Alnus glutinosa (Adi Kızılağaç), Fagus oriantalis Lipsky (doğu kayını), Evonymus latifolus, Quercus pantraea, Taxus baccata (Porsuk), Tilia argentea (Ihlamur), Ulmus glabra (Karaağaç), İlx clchica.
Belgrad ormanlarında yer alan Akdeniz bitkileri
Belgrad ormanlarında yer alan Akdeniz florasına ait elemanlar şunlardır:
Arbutus Unedo, Erica verticillata, Poterium spinosum, Spartium junceum, Quercus Coccifera, Quercus infetoria, Juniperus oxycedrus, Calluna vulgaris, Cistus villosus.
Ağrı dağı üzerinde ise Munzur, Erciyes, Nemrutda olduğu gibi Betula (Huş) ormanı bulunmaktadır. Hakeza Tortum doğu bölgesinden olmasına rağmen Tortum Havzasında Akdeniz kökenli bitkiler mevcuttur. Örnek- Arbutus Unedo, Arbutus andrachne, Jasminum fruticans(Yasemin), Capparis spinosa ve Cotinus coogyria’dır.
Türkiye için Holosende meydana gelen iklim değişmeleri konusunda şu şekilde genel sonuçlara ulaşılmıştır. Şöyle ki;
— Günümüzden 8–9 bin yıl önce Anadoluda hissedilir bir kurak ve nispeten ılık bir dönem meydana gelmiştir.
— 5–7 bin yıl önce hissedilir derecede sıcak ve oldukça nemli bir dönemin bulunduğu uygun bir klimatik değer dönemi meydana gelmiştir.
— 3000 yıl önce serin bir dönem geçmiştir. Fakat Postglasiyal dönemde (1500–1700 yıl önce) kurak bir dönemin başladığı ve böylece orman formasyonunun yavaş yavaş yerlerini stepe terk ettiği görülmüştür. Örnek: Orta Anadolu ve Doğu Anadolu bölgesi.
1-Kuzey Anadolu Fitocoğrafya Bölgesi
Bu bölge Ordu’dan doğuya doğru uzanan kolşik ve Istranca dağlarına, hatta Bulgaristan’a kadar uzanan öksin bölgesini içine almaktadır.
Çoğunlukla öksin bölgesine ait olan ağaç ve çalılar şunlardır:
Abies bornmülleriana (Uludağ göknarı), Alnus glutinosa (Adi kızılağaç), Abies nordmanniana (Kafkas-Doğu Karadeniz göknarı), Acer Campestre(Ova akçaağacı), Carpınus oriantalis (doğu gürgeni), Coryllus avellana(kuzu fındığı), Coryllus colurna (ayı fındığı), Castanea sativa(Avrupa kestanesi), Fagus orientalis (Doğu kayını), Pinus Silvestris, Quercus dischorochensis(Çoruh meşesi).
Kolşik sektörde bulunan ağaç ve çalılar ise şunlardır:
Alnus barbata, Philleyrea decora, Picea excelsa, Picea orientalis, Quercus pontica, Rhodendron cauca sicum, Rhodendron smirnovi, Rhdendron ungerni.
2-Akdeniz (Ege-Akdeniz) Fitocoğrafya Bölgesi
Kuzeyde Marmara kıyılarından başlayarak (Gelibolu ve Biga Yarımadası), Ege (Uşak ve Denizli bölgesine kadar sokulan), Toros dağlarının güneye bakan yamaçları boyunca yükselen kısımlar ve Amanos dağlarından güneye doğru devam eden bölgeler ve Doğu Akdeniz flora bölgesine dâhil edilir. Bu bölgede Sclerophyll (ışığı seven sert yapraklı bitkiler) vejatasyon hâkim olup, bunun yanısıra Geofitler, Terofitler ve Kamefitler gibi bölgeye has karakteristik bitkiler de mevcuttur. Bunlar dahası Akdeniz bölgesinin ormanın tahribi ile yerleşmiş olan maki bölgesinin önemli vejatasyonu olarak bilinmektedir. Zira bölgedeki önemli ağaççık ve çalı türleri şöyledir:
Arbutus andrachne, Ceratonia Siliqua, Cotinus Cogygria, Daphne Sericea, Erica verticillata, Juniperus oxycedrus, Myrtus comminus, Olea europea, Philleyrea Media, Pistacia lentiscus, Quercus coccifera, Quercus haas, Quercus libani, Styrax officinalis.
3-İran -Turan Fitocoğrafya Bölgesi
İran-Turanian kökenli karakteristik bitkiler bulunmaktadır. Örnek: Acantholimon, Acanthophyllum, Calligonum, Ferula, Alyssum, Isatis. Türkiye ise İran-Turan Bölgesi iki ana vejatasyon sahasına ayrılmaktadır. Birincisi yaprağını döken çalı ve park görünümündeki ormanların oluşturduğu dış kuşaktır. İkincisi de Orta Anadolu’nun ağaçsız alanı “gerçek step” diye anılan Orta Anadolu stepidir. Orta Anadolu ağaçsız steplerinde Artemisia fragans, Euphorbia tinctoria, Globularia orientalis, Isatis glauca, Poa bulbosa, Astragalus, Peganum harmala.
Şurası da bir gerçek Türkiye’de floristik alanların yayılışını kesin çizgilerle sınırlandırmak mümkün değildir. Bu durumun iki ana sebebi vardır. Şöyle ki;
—Pleistosende ve Holosende meydana gelen iklim değişmelerinden kaynaklanmaktadır. Nitekim soğuk- glasiyal dönemlerde(Pleistosen Epoch glacials pleyistosen buzul dönemler) güneyli ve kserofitler kuzeye doğru ilerlemiştir.
—Orografik uzanışlar bakı lokal ortamları yaratmış ve bunun sonucu olarak ortamda değişik flora bölgelerine ait bitkiler tutunmuşlardır. Mesela Kuzey Anadolu dağların güneye bakan yamaçları kserofit ve ışığı seven bitkilere, Akdeniz bölgesinde kuzeye bakan yamaçlar ise kuzeyli higrofil bitkilerin tutunmasına yataklık yapmıştır. Hakeza Amanos dağlarında çok sayıda öksin toplulukları kuzeye bakan nemli yamaçlarda toplanmaktadır.
TÜRKİYE’DE VEJETASYON FORMASYONLARI
Bilindiği üzere minicik ağaç kök hücreleri toprağa basınç yaparak sert kayaları bile delip durmak yok yola devam demekteler. Dolayısıyla kök hücresi deyip geçemeyiz. Hücrelerin içerisinden çıkan kaygan sıvı kökün yol boyunca ilerlemesine yeter artar bile. Kökler kayaları delip parçalayarak toprağın derinliklerine ilerler de ağaç gövdesi üzerindeki sürgünler ilerlemez mi? Elbette ki onlarda gökyüzüne doğru yönelerek gelişme kaydederler. Öyle ki ağaçların sürgünlerin uç kısımlarında bulunan tomurcuklar sürekli yenilerek yeni hücreler oluşturup gövdenin dal budak salınmasını sağlarlar. Hakeza ağaçların genelinde büyümenin gerçekleştiği kambiyum denilen hücre tabakaları da mevcuttur. Nitekim her yıl kambiyum tabakası yaşlı ağaca bir halka daha ilave etmek için can siparane çalışmaktadır. Hatta bu halkalar sayesinde birçok ağacın yaşını da öğrenmiş oluruz. Kambiyum tabakası sadece ağacın yaş tespitine yönelik bir halkalar kuşağı olmayıp, aynı zamanda kökler tarafından su ve suda erimiş maddelerin alınarak kambiyuma ulaştığında, bu durumda kambiyum bünyesinde mevcut bulunan iletim borularını kullanarak suyun yapraklara taşınmasına vesile olurlar. Bu arada ağaç büyüdükçe kambiyumun içerisinde borularda sertleşip ağacın gövdesini oluştururlar. Gövde artık bir noktadan sonra yapraklarla bağlılıklarını kesip mevcut suyu depolarında saklı tutarlar. Yapraklar ise köklerden erimiş halden gelen minarelleri bünyelerinde var olan klorofil maddesi sayesinde havadan aldıkları karbondioksitle birleştirerek şeker ve nişasta haline dönüştürüp ağaç dokularının hem beslenmesini hem de yeni dokuların oluşmasını temin ederler. Anlaşılan o ki bir ağaçta gerçekleşen akıl dolusu faaliyetler ormanlarda kat be kat daha artarak koro halinde topyekûn cereyan etmektedir. Dolayısıyla ağaç veya orman deyip geçmemeli. Çünkü kauçuk, katran, reçine sakız, boya ve kibrit gibi maddeler ağaçlardan elde edilmektedir. Hatta kullandığımız birtakım hapların birçoğu da ağaçlardan temin edilmektedir. O halde ormanlarımızın kıymetini bilip “Yaş kesen baş keser” düsturundan hareketle onlara gözümüz gibi bakmak boynumuzun borcu olmalı. Bu bilgilerden sonra orman konusuna geçip alt başlıklar altında şöyle izah edebiliriz:
1-Trakya antropojen step formasyonu
Trakya gibi yarı-kurak- yarı nemli şartlara haiz alanlarda antropojen stepler ve yarı kuşak şartların hüküm sürdüğü alanlarda kuru ormanlar yer almakatdır. Mesela Vertisollerin görüldüğü, aynı zamanda antropojen step alanının orman kalıntıları olarak kabul edilen sahalarda Quercus infectoria, Quercus pubescens, Quercus cerris, Juniperus oxycedrus, Carpinus oriantalis gibi bitkiler bulunmaktadır. Özelllikle Trakya antropojen step sahası içerisinde yer alan vejatasyon örtüsü tipik kurak ve karasal iklim şartlarını en iyi şekilde yansıtmaktadır. Örnek- Quercus pubescens, Jasminium fruticans, Stipa pennata, Koeleria cristata ve Festuca ovina yaygındır.
Trakyada otlak vejatasyonun en önemli temsilcileri; buğdaygiller familyasından Cynodon dactylon, Dactylis glomerata, Poa bulbosa, Festuca ovina, Koeleria cristata olup, Baklagillerden ise Trifolium campestre, Trifolium arvense, Trifolium incarnatum gibi türler temsil etmektedir.

2-Psodomaki Formasyonu (çalı)
ALPEREN GÜRBÜZER
Doğuda Hopa’dan başlayarak Trakya kıyılarını takiben bir şerit boyunca çoğu kez
ağaçcık veya çalılardan ibaret bir kuşak uzanmaktadır. Bu kuşak aynı zamanda plantasyon kültür kuşağı olup insan tahribatının en yoğun olduğu alana tekabül etmektedir.
Bilindiği üzere Trakya’nın Karadeniz kıyıları boyunca psödomaki hâkim durumda olup, ancak Karadeniz kıyılarından iç kısımlara gidildikçe psödomaki içindeki maki elemanlarının tedricen ortadan kalktıkları görülecektir.
Genel itibariyle Psödomaki formasyonu bu kesimde şu elemanlardan müteşekkildir:
Philleyra latifolia (akçakesme), Laurus nobilis (defne), Arbutus unedo(koya yemiş), Cistus salvifolius (Laden), Rubus fruticosus (böğürtlen), Corylus avellana (fındık).
Daha doğuda karaboğaz iskelesi ile kerpe burnu arasındaki kıyı bölgesi içerisinden yer alan maki elemanlarına ise; Phillyrea latifolia (akçakesme), Laurus nobilis(defne), Arbutus unedoe (kocayemiş), Cistus salvifolius(Laden), Corylus avellana, Rubus fruticosus, Erica arborea, Cornus mas, Crataegus monogyna, Mespilus germenica gibi bitkileri örnek verebiliriz
3-Orman Formasyonu
Bu formasyon Trakya, Batı ve Orta Karadeniz (Öksin sektör- Meşe kayın ormanları) bölgesinde bulunmakta olup, aynı zamanda yapraklarını döken esas itibarı ile meşe ve kayından ibaret orman kuşağına uzanmaktadır. Hatta kıyıdan yüksek kesimlere gidildikçe daha çok kayın ormanları, kıyıya doğru saha dâhilinde ise meşe ormanlarının yaygın olduğu görülmektedir.
Trakya alanı Istranca dağlarının 1000 metre yüksekliğinde ki kuzey yamaçlar ile 500–600 m yüksekliğinde güney yamaçlarda Fagus oriantalis (Doğu kayını) ormanlar yer alır. Çoruh meşesi ise odacıklar halinde bulunmaktadır.
Kayın florasının alt florasını Rhododendron Ponticum, İlex aquifolium teşkil eder.
Istranca nemli orman alanının orta bölümü ise sık bir orman altı florasına sahiptir. Bu kesimde Rhododendron ponticum, Daphane pontica, Hypericum trifolium bulunmaktadır. Trakyanın doğu nihayetinde önemli ağaç topluluklarının bulunduğu alan Belgrad ormanı olarak bilinmektedir. Belgrad ormanı esas itibarı ile meşe ağaçlarından meydana gelmiştir. Örnek: Q. Frainetto, Q. Cerris, Q. Hartwissiana, Tilia tomen, Carpinus betulus, Acer cam poster.
Orman formasyonun güneye bakan kısımlarda meşe toplulukları ağırlıkta olup, kuzeye bakan yamaçlarda da kayın yaygın haldedir. Dere tabanlarında ise gürgen bulunur.
Kocaeli nemli ormanların batı kesimi (meşe kayın sahası): Quercus Pedunculiflora, Castane sativa, Crataegus monogyna, Phillyrea latifolia, Daphne pontica gibi türler sahne almaktadır.
Kocaeli nemli ormanlarının doğu kesiminde yer alan kayın sahasına bir öksin elemanı olan orman gülü de (Rhododendron Ponticum) refakat etmektedir. Örnek- Castane sativa, Carpınus betulus, Q.Bademli flora, Q. Frainetto, Rhododendron Ponticum, Fagus orientalis, Mespilus germanica, Crateagus monogyna, Erica arborea.
4-Orta ve Batı Karadeniz Bölümü (Kayın-Göknar ormanları)
Sakarya nehrinin doğusundan başlayıp Ordu’ya kadar uzanan Kuzey Anadolu dağlarının kuzey yamaçları boyunca veya nemli-ılıman kuşağın hâkim kısımlarında kayın ormanları yoğunlukta olup, yüksek yerlerde ise kayın-göknar karışımı ormanlar ağırlıklı olarak yerini almaktadırlar. Mesela İnebolu- Cide arasındaki Batı Köroğlu dağları alan dâhilindeki orman formasyonu şu birliklere ayrılmaktadır:
—Gürgen(Carpınus betulus) ve Şimşir (Buxus sempervirens)
—Kayın (Fagus oriantalis) ve orman gülü (Rhododendron Ponticum)
—Göknar (Abies nord. Sub. Bornmülleriana) saf olarak 1200–1500 m arasında bulunur.
—Pinus sılvestris-Yüksek alanlarda Göknarla birlikte bulunur.
—Pinus nigra ve Geven (Astragalus anthylloides)-
Batı karadeniz bölümünün Orta Anadoluya bakan güney yamaçlarında (Kayın –Gökpınar) yer alan 1000–1100 m arasında ki bitki ve orman kuşakları ise şöyledir:
1-Maki vejetasyon kuşağı
Bu kuşak akarsuların vadileri boyunca birkaç kilometre içerisine sokulmuş olan ve yüksekliği 200 metreyi bulan dar kıyı şeridini oluşturur.
2-Kestane- ıhlamur- gürgen-meşe ormanları- kayın kuşağı
Bu kuşakta yer alan bitkiler 500 m yükseklikler dâhilinde karışık ve ayrı (farklı) birlikler oluşturarak uzanmaktadırlar.
3-Saf kayın ormanları(fagetum kuşağı) kuşağı
Bu kuşakta yer alan bitkiler 500–900 m yükseklikler dâhilinde aynı (benzer) birlikler oluşturarak uzanmaktadırlar.
4-Kayın- Göknar karışık ormanları (fagetum – Abietum) kuşağı
Bu kuşakta yer alan bitkiler 900–1500 mm yükseklikler dâhilinde karışık(kompleks) birlikler oluşturarak uzanmaktadırlar.
5-Saf Göknar orman (Abietum) kuşağı
Kızılağaç ormanları
Bu tür ormanlar Doğu Karadeniz bölümünde dere kenarlarında ki alanları işgal edip ormanın üst sınırına kadar uzanırlar. Derken kızılağaçlar 5–6 yıl sonra 7–8 m boyunda kızılağaç ormanları ile kaplanmaktadır. Örnek- Buxus sempervirens(şimşir), Prunus lauro cerasus (karayemiş)
Kayın- kestane- meşe – gürgen ormanları
Bu tür orman formasyonlarının 100 metreye kadar uzanan etek kuşağı geniş ölçüde tahrip edilmiş durumdadır. Hatta çeşitli ağaç toplulukları birbirine karışmış durumdadır. Mesela bunlar arasında bir kestane ağacı var ki, onun hakkında bir Rize’liye kestane nedir diye sorarsanız vereceği cevap; o şehittir der. Gerçekten her türlü bitkinin kabuğu çürür, fakat kestane kabuğu çürümez. İşte bu yüzden o bizim nezdimizde şehit unvanını çoktan hak etti bile.
NEMLİ-YARI NEMLİ SOĞUK ORMANLAR
Ladin ormanları
Bu ormanlar Ordu’nun doğusundan başlayıp Doğu Karadeniz dağları boyunca yüksekliği 2300 metreye kadar çıkabilmektedir. Mesela daha çok sahil zonunda bulunan kayın ile ladin karışık halde bulunup, yüksek kesimlerde ise göknar ve sarıçam beraberce bulunmaktadırlar
Trabzon civarında saf Ladin ormanları 90–100 metreleri bulup, özellikle Meryem ana yörelerinde 1400–1500 metre olduğu gözlemlenmiştir. Trabzon dolaylarında Ladin ile birlikte bulunan diğer önemli ağaç ve çalılar şunlardır: Fagus orientalis, abies nordmanniana, Tilia rubra, Rhododendron Ponticum.
Rize’nin doğu kesimlerinde Ladin ormanlarında yer alan elamanlar: Acer platanoides, Ulmus montana, Rhododendron Ponticum, Rhododendron Luteum, Viburnum orientale, Carpinus betulus, Sorbus aucuparia’dır.
Göknar (Abies nordm) karışım ormanları
Göknarlar Ladine nazaran soğuğa karşı dayanıklı olup ladin-sarıçam arasında yer almaktadırlar. Bunlar daha çok 1000 metreden yüksek ortamlarda ve soğuk iklimde yetişmektedirler. Hatta Karadenizin iç kesimlerinde 1500–2000 metre yüksek rakımlarda bu tür ormanlar görülebilmektedir. Fakat yüksek kesimlerde daha çok Rhododendron Ponticum ve Rhododendron Smirnovi türleri baskın durumdadır.
Sarıçam ormanları
Bilindiği üzere çam ve köknar ağaçlarına ait yaprakların dar ve iğnemsi olması, aynı zamanda yapışkanımsı yapraklarla çevrili olması dolayısıyla bu yapraklar buharlaşmaya geçit vermemektedir. Bu yüzden kışta olsa yaprakları dökülmemektedirler. Bunlar arasında dalları hiçbir zaman çıplak kalmayan çamlardan biri de hiç kuşkusuz sarıçamdır. Sarıçam ormanları daha çok karadeniz etkisinin azaldığı Sarıkamış gibi bölgelerde yaygın duruma geçip, hatta Kuzey Doğu Anadolu’nun 2700 metrelik rakımlı tepelerde yetişen çamlarda vardır.
Kuru Ormanlar
Genellikle meşelerin hâkim olduğu bu ormanlar güney kesimlerde bulunur. Fakat bu ormanlarda altı adet flora fakir durumda gözükmektedir. Yani buralarda genellikle kserofit karakterde ağaçlar yaygın durumdadır.
Istranca ve Çatalca yarımadası üzerinde kuru ormanların karakteristik en bariz özelliği ağaç meşesi olmasıdır. Önemli meşe türleri: Quercus dschorochensis, Quercus pedunculiflora, Quercus frainetto, Quercus infectoria, Quercus cerris, Quercus dalechampii, Quercus pubescens.
Kuru saha ormanda yer yer gürgenler bulunmaktadır. Örnek: Carpınus orıantalis, Carpınıus betulus.
Kuru orman topluluklarına kızılçam, sarıçam, Macar meşesi girmektedir.
Ot formasyonu
Orman sınırının üzerindeki subalpin ve alpin çayırlar oluşturmaktadır. Ormanın üst sınırında başlayan bu çayır alanlar özellikle Bolu Ala dağları, Ilgaz dağları ve Doğu Karadeniz dağlarında yaygındır.
Belli başlı subalpin- alpin otsu türler şunlardır: Geranium Cinerum, Festuca alpina, Geranium slyvaticum, Astragalus viciifolius, Ranunculus caucasicus.
Bu otsu vejatasyon 2000 metrenin üzerinde karla kaplı kar örtüsünün çekilmesinin ardından yeşillenmekte olup, daha çok Haziran ve Temmuz aylarında rengârenk çiçeklerin bir anda sarardığı müşahade edilmiştir.

AKDENİZ FİTOCOĞRAFYA BÖLGESİNİN VEJETASYON FORMASYONLARI
ALPEREN GÜRBÜZER
Bu formasyon Ege ve Akdeniz bölgelerini içine almakta olup, iklim olarak kışları ılık ve nemli, yazları sıcak ve kurak geçmektedir.
Maki-Garig Formasyonları (Çalı)
Maki formasyonun tahribi sonucu oluşan, daha kurak, daha fakir, aynı zamanda radyasyonun şiddetli olduğu ortamlarda yetişen ve boyları 50 cm - 1 m arasında değişen bodur çalı topluluklarına Garig veya frigana denilmektedir.
Bu formasyon Marmara denizi çevresinde 300 –350 metre, Ege sahilinde 600 metre, Akdeniz kıyıları boyunca 800–1000 metre arası yüksek alanlarda bulunmaktadır.
Orman Formasyonları
Akdeniz fitocoğrafya bölgesinin sahilden başlayıp alpin zona kadar çıkan iğne yapraklı ağaçlardan ibaret orman formasyonları;
“—Kızılçam
—Fıstık çam
—Karaçam
—Sedir
—Göknar” olarak kategorize edilirler.
Kızılçam (Pinus brutia) Ormanları
Kızılçam ormanları Marmara ve Karadeniz sahillerinde 100–200 metreden başlayıp 700 metreye kadar yüksekliği bulan rakımlı alanlarda, Ege bölgesinde 110–1150 metreye kadar çıkabilen alanlarda ve Torosların güneye bakan yamaçlar boyunca sahilden 110–1200 metre yüksekliği bulan alanlarda yetişen formlardır.
Fıstık Çam (Pinus pinea) ormanları
Aydın, Muğla, Maraş yakınlarında, Marmara denizi çevresinde, Gemlik körfezi kıyılarında bulunmaktadır. Ayrıca bu ormanlar Kozak yaylasında 700–900 metre yüksekliği bulan alanda da yaygın haldedir.
Meşe (Quercus coccifera) ormanları
Q. coccifera ve Q. İlex gibi meşe ormanları Ege-Marmara kıyı şeridinde ve Toroslarda yer almaktadır.
Q. aegilops (palamut meşesi) güneyde 700 metreden başlayarak 900–1000 metreye çıkan alanlarda bulunmaktadır. Mesela Afyon batısında 1300–1400 metre yüksekliğe sahip Ahır dağı ile Murat dağın 1300 metre yüksekliği bulan yamacında bu ormanları görmek pekâlâ mümkündür.
Akdeniz bölgesi yarı nemli dağ ormanları
Özellikle Eğridir havalesinde endemik meşe türü olan Q. Vulcanica, Q. Libani, Q. Nigra, Q. Cerris, Abies cilicia, J. Oxycedrus, J.excelsa orman topluluğu oluştururlar. Kasnak ormanlarında meşe ardıç karışımı ormanlar ilk sırayı almakla beraber bunu sırasıyla saf ardıç, sedir ardıç, saf karaçam, meşe, sedir, kızılçam, karaçam ardıç, göknar ardıç ormanları takip etmektedir.
Karaçam ormanları (Pinus nigrea)
Doğu Karadeniz hariç Türkiyenin hemen hemen her yerinde yayılış gösteren ormanlardır. Özellikle Kuzey Anadolu şeridinde 400–1400 metre yükseklikte, Toros dağlarının 1200–2100 metre arasında ve ayrıca Anadolunun batıdan doğuya doğru uzanan Köroğlu, Bolu, Ilgaz ve Canik dağlarında görülmektedir. Ayrıca Karaçam ormanları ortalama 1000 metre yüksekliği bulan dağlık alanlarda ve kuzeye bakan yamaçlarında yaygındır.
Sedir (Cedrus libani) ormanları
Akdeniz bölgesinin Toroslar üzerinde ki karaçam ormanlarından sonra sedir ormanları gelmektedir. Sedir daha çok denize yakın kısımlarda 1200–1250 metre rakımlı alanlar ile Torosların kireçtaşı ve ana kayalar üzerinde ve 1000–2000 metre arasında ki denize bakan güney yamaçları tercih etmektedir. Amanos dağlarında ise sedir 1400–1800 metre arası yüksek alanlarda gelişme gösterdiği belirlenmiştir.
Bundan başka sedir topluluklarına Sultan dağları, Dere sinek- aka sinek köyleri arasında kireç taşları üzerinde ve Erbaa çatalan mevkinde rastlanılmaktadır.
Sedir ormanlarına yer yer A. cilicia, J. Oxycedrus, J. excelsa, Pinus nigra, Pinus brutia, Q. Libani türleri de karışmaktadır.
Göknar (Abies cilicia) ormanları
Antakya’nın kuzeyinde Bucak dolaylarında başlayıp, Andırın’a kadar uzanan ormanlardır. Hatta Orta Toroslarda Abies cilicia (Toros Göknarı) 1300–1500 metre arası yüksek alanlarda orman halinde yer almaktadırlar. Örnek- Q.Cerris, Ostrya Carpinifolia.

ORTA ANADOLU FİTOCOĞRAFYA BÖLGESİNİN VEJETASYON FORMASYONLARI

Bu vejatasyona sahip formasyonların bulunduğu bölgede yıllık ortalama yağış 400 mm’nin altında seyretmekte olup, bu formasyon daha çok yüksekliği 600 metre bulan alanlarda görülmektedir.
Bilindiği üzere Orta Anadolu’nun büyük bir kısmı yarı kurak iklime sahip olup, çevresinde ise yarı nemli iklim şartları hüküm sürmesine paralel olarak yılın 3–4 ayı kurak geçmektedir. Fakat yüksek alanlarda kuraklık 2–3 ay ile sınırlı kalmaktadır.
Tuz gölü çevresinde çorak bitkilerin hüküm sürmesi daha çok toprak durumuyla alakalı bir durum olup, yaylalarına çıkıldığında kestane renkli toprak örtüsüne bağlı olarak nükseden step toplulukları, yükseklerde ise bozulmuş yarı olgun kahverengi orman toplulukları yer almaktadır. Anlaşılan o ki toprak oluşumunda genellikle kalsifikasyon (kireçlenme) süreci hâkim olup, bu durum alkalen reaksiyon gösteren toprakların daha baskın konumda olduğunu göstermektedir.
Bölgenin orta bölümünde yüksekliğin 1200 metreye kadar olan orta bölümünde step ve daha yüksekte ise karasal ve soğuk ve yarı kurak – yarı nemli şartların oluşturduğu kurakcıl-kuru orman örtüsünün olacağı söylenebilir. Orta Anadolu’da 1000 –1200 metreleri arasında alçak dağ stebi ve daha yüksek kesimlerde ise meşe, karaçam toplulukları ve ormanları görülmektedir.
Orta Anadolu step formasyonu (Ot formasyonu)
Orta Anadoluda Tuz gölü çevresinde ve Konya–Ereğli arasında uzanan bataklıkların kenarlarında çorak topraklarda halofil (tuzcul) karakterde zayıf bir örtü mevcuttur.
Tuz gölü çevresinde yer alan çorakcıl bitkilerin oluşturduğu birlikler genellikle Salsola; Frankenia, Atropis, Petrosimonia, Halocnemum olarak bilinmektedir.
Konya, Eskişehir, Kayseri, Ankara gibi derin topraklı düz ve az eğimli alanlarda Artemisia fragans, Thymus squarrosus, Astragalus microcephalus, Festuca valesiaca, Koeleria cristata, Stipa lagacea gibi türler birlikler oluştururlar.
Orta Anadolu’da belli başlı çalılar şunlardır: Prunus spinosa, Jasminum fruticosus, Crataegus orientalis, Lonicera etrusca, Clematis vitalba, Amygdalus orientalis, Atraphaxis bardier, Rhus coriaria, Capparis sicula.
Hayvanların iltifat etmediği otlara ise Eyquem campestre, Peganum harmala, Euphorbia tinctoria, Centaurea squarrosa gibi türleri örnek verebiliriz.
Antropojen/ağaçlı step formasyonu
Orta Anadolu’da vaktiyle park görünümlü ormanların katledilmesi neticesinde şimdilerde 1000 metreden yüksek alanlarda step vejetasyonuyla karşı karşıya kalmış durumdayız.. Nitekim asırlar boyu süre gelen tahribata rağmen en sonunda Orta Anadolu’daki karaçam, meşe, hatta ardıç ormanları direnç göstererek nispeten nemli kuzeye bakan lokal alanlara ve yükseklere çekilip hal lisaniyle adeta yıkılmaktayım ayaktayım diyebilmektedirler.
Orta Anadolu’nun kuzeyinde Beypazarı civarında iki tip step birliği bilinmektedir:
1-Dağ stebi Örnek-Thymus Sipyleus, Astragalus microcephalus ve A. angustifolius.
2-Ova stebi Örnek-Artemisia fragrans. Bu step birliğinde daha çok Q. pubescens, Pinus nigra bulunup genellikle Pallasiana (karaçam) toplulukları tarafından sınırlandırılmıştır.
Ayaş dağının büyük bir kısmında kurakçıl step birlikleri görülmektedir. Dolayısıyla Ayaş dağı yöresinin vejatasyon formasyonu orman ve step vejatasyonu olmak üzere iki farklı tipe ayrılmıştır.
Ankara’nın doğu yakasında ki Elmadağ ve çevresinde J. Oxycedrus, J. Excelsa, Thymus spyleus, Ast microcephalus, Ephedra majör, Genista aucheri, Jasminium fruticans birlikleri mevcuttur.
Subalpin ot formasyonu
Bu kuşakta Hasan dağı Subalpin kuşak 1830 metreden başlamaktadır. Bu formasyon:
“—Astragalus angustifolius,
—Astragalus microcephalus,
—Acantholimon echinusler” denilen dikenli ve yastık şekilli bitkiler bir arada birlikler oluştururlar.
Hasan dağının 2400 metreden başlayan alpin kuşak dağının zirvesine kadar devam eden kuşakta ise Vicia canescens, Onobrychis montana birlikleri tespit edilmiştir.
Orman formasyonu
Kuru ormanlar (Karaçam-meşe-ardıç)
Orta Anadolu’nun antropojen step alanları karaçam ormanları ile karışım yapan meşe ormanları ve saf karaçam ormanları bulunmaktadır.
Bu kuşağın meşe toplulukları step ve orman arasında ki geçiş zonunda yer alıp, karaçam ormanları ise dağların 1200 metreden yüksek kesimlerinde konumlanmıştır. Mesela örnek verecek olursak içerisinde Afyon-Ankara karayolunun geçtiği alanın ekolojik ve sosyolojik etüt çalışmaları sonucunda şu ağaç ve çalı birlikleri tespit edilmiştir:
1-Cistus laurifolius birliği(Defneyapraklı laden) Örnek-Pinus nigra, J. Oxycedrus
2-Populus tremula birliği Örnek-Titrek kavak (Populus tremula)
a-Cistus laurifolius(defne yapraklı laden)
b-Colutea cilicia (patlangaç)
c-Q. Cerris
d-Pinus nigra.
Orta Anadolu ile Karadeniz bölgesi arasındaki geçiş alanı ile Beypazarı civarı dağların güneye bakan yamaçlarında (alt ve üste doğru) kızılçam, sarıçam ve karaçam ormanları sıralanmaktadır. Bu ormanlar içerisinde özellikle J. Oxycedrus, Q. Pubescens, Populus tremula, Cistus laurifolius gibi ağaç ve çalılarda yer almaktadır. Hatta 1600–1200 arasında Göknar ormanları (A. nordmanniana)’da bulunmaktadır.
Tüylü meşe Birliği
Quercus pubescens (Tüylü meşe) yarı klimaks bir meşe türü olup, Orta Anadolu da karaçam ormanların tahrip edilmesi sonucunda doğmuştur. Dolayısıyla bu birlik dâhilinde Prunus domestica, Pyrus eleagnifolia, Vicia cracca, Coronilla varia, Hordeum bulbosum türler bulunmaktadır.
Defneyapraklı Laden (Cistus laurifolius birliği)
Şurası bir gerçek bu çalı birliği karaçamın tahribi ile yerleşmiştir.
Orta Anadolu’nun güneybatı kesiminin Orta Anadolu havzaları ve Torosların kuzeye bakan yamaçları boyunca genellikle meşe, ardıç toplulukları bulunup, üst kısımlara doğru da karaçam ormanları ile yer yer yüksek kısımlarda göknar ve az miktarda sedir görülmektedir. Mesela sığ topraklar üzerinde Juniperus excelsa (Boylu ardıç), yüksek alanlarda Quercus pubescens (Tüylü meşe), derin topraklı yüzeylerde çoğu kez meşeler, boylu ardıç ile birlikte karışık durumda ağaç türleri bulunmaktadır.
DOĞU ANADOLU FİTOCOĞRAFYA BÖLGESİNİN VEJETASYON FORMASYONLARI
Step formasyonu (Ot formasyonu)
Bu formasyon;
a-Alçak dağ stebi
b-Yüksek dağ stebi diye iki alt başlıkta incelenirler.
Antropojen Dağ ve yüksek yayla stepleri
Kuzeydoğu Anadolu’da Sarıkamış, Ardahan, Oltu, Şenkaya, Narman dolaylarında Sarıçam ağaçlarının acımasız tahribi sonucunda yüksek dağ-plato stepleri gelişmiş bulunup, bahsi geçen alanda tespit edilen birlikler Astragalus eriocephalus, Thymus fallax, Poa Longifolia diye adlandırılırlar. Mesela Palandökende bunlar içerisinde Astragalus türü daha baskın haldedir.
Orman formasyonu
Doğu Anadolunun Kuzey doğusunda sarıçam, yüksek ve dağlık alan kısımlarında ise meşe türü ormanlar hâkim durumdadır. Fakat Doğu Anadoluda meşe ormanları birkaç tür meşeden ibarettir. Zira Elazığ, Malatya, Muş, Bingöl dolaylarında Q. İnfectoria, Q. Macrolepis (aegilops), Q. brantii, Q. libani, Q. Cedrorum bulunmaktadır. Avro-sibirya elemanı olan Sarıçam ise Türkiye’de en iyi yetişme ortam bakımdan Kuzeydoğu Anadolu olduğu muhakkak. Özellikle bu formasyon Sarıkamış, Şenkaya, Göle, Akdağ, Köroğlu, Allahüekber gölü yöresinin kuzeye bakan yamaçlarında ve Tortum gölü yöresinde bulunmaktadırlar.
Görüldüğü üzere Türkiye hem iklim bakımdan hem de bitki örtüsü bakımdan zengin durumda, tabii ki kiymetini bilene. Yani önemli olan bu zenginliğin kıymetini bilip ormanlarımızı gözbebeğimiz gibi korumak esastır. Bilindiği üzere ağaçlar çevremize güzellik kattığı gibi üretime de sayısız faydaları var. Zira ağaç parçalarının öğütülmesiyle birlikte adeta bir fırının hamur teknelerinde pişirilmesine benzer bir uygulamayı müteakip koskocaman devasa nitelikteki ağaçlar bir anda hamur haline getirilebilmektedir. Derken hamur haline gelen hammadde birtakım kimyasal muameleler sonucunda beyaz haline getirilip ıslatılmasının ardından arıtılıp kurutularak ortaya ham kâğıt çıkabilmektedir. Mesela tıpkı Giresun SEKA fabrikasında olduğu gibi elde edilen kaba kâğıtlara tutkal ilave edilerek döner bandın üzerinde bembeyaz sayfa halinde tabaka, tabaka hizmetimize sunulabilmektedir.
Velhasıl; ağaçlar Hira mağarasında ilk oku emrini duymuşcasına kıyamete kadar insana hizmet edecektir. Vesselam.

BİTKİ EKOLOJİSİ
SELİM GÜRBÜZER
Atatürk Üniversitesinden Biyoloji Bölümünden Prof. Dr. Mustafa Kuru, Prof. Dr. Adem tatlı, Prof. Dr. Kemal Solak, Prof. Dr. Zekeriya Altuner, Prof. Doç. Dr. İsmet Hasenekoğlu ve Prof. Dr. Eşref Yeğin gibi daha nice bizim üzerimizde emeği geçen hocalarımızın derste anlattıklarından tuttuğum ders notlarını üzerinde çalışarak makale haline getirmeyi çalıştım. Hele ki bugünlerde orman yangın haberleriyle yatıp kalktığımızda bu dönemde bitkilerin hayatımızda yeri ve öneminin geçte olsa farkına varılması öğrencilik yıllarında tuttuğum bu ders notlarımın ehemmiyeti daha iyi anlaşılacaktır diye düşünüyorum.
Bilindiği üzere bitki âlemi ilgili bölüm botanik bilimidir. Biyolojinin önemli kolu olan botanik bile kendi içerisinde genel botanik, sistematik botanik ve uygulamalı botanik diye üç başlıkta incelenmektedir. Konumuzun gereği biz daha çok sistematik botanik ile ilgileneceğiz. Çünkü bitkilerin iç ve dış yapısını, bir takım fiziki ve kimyasal özelliklerini, üreme organları ve orijinleri itibariyle kendi aralarındaki benzerlik ve farklılıklara göre tasnifleyip, sonra bitki kataloğu şeklinde ortaya çıkan adından söz ettiren şimdilik “sistematik botanik” bilim dalı olarak gözükmektedir. İşte bu sistematik botanik sayesinde bitki topluluklarına ait en küçük temel birimin “tür” olduğunu fark edip, bu arada birbirine yakın duran aynı tür bitki cinslerin benzer cins familyaları, benzer familyaların takımları, benzer takımların sınıfları, benzer sınıfların ise kolları meydana getirdiğini öğrenmiş oluyoruz. Nasıl ki maddenin en temel birimi atom kendi içerisinde en küçük birimlere ayrılabiliyorsa aynen öylede bitki toplulukların en alt kademesinde yer alan türlerde kendi iç âleminde alt tür, ırk, varyete ve form tarzında diyebileceğimiz bir bitki sistematiği eşliğinde birbirinden ayrı olarak tasniflenirler. Şöyle ki; türler Carl Von Linne’nin 1753 itibariyle ortaya koyduğu cins kavramı adı altında iki kelimelik bir tanımlamayla tasniflenmiştir. Yani iki kelimelik ifadeden ilk olanı cinsi, ikincisi ise türü temsil etmektedir. Mesela tek kelimelik ‘Pinus’ derken tüm çam türlerini anlarız, ikinci kelimenin ekinde ki ‘...aceae’ ise çama benzer diğer iğne yapraklıları kapsadığını algılarız. Nitekim ‘Pinus nigreae’ derken sınıflama yapıp ister istemez karaçam olduğunun farkına varmış oluruz. Hakeza ‘Pinus pinaceae’ gibi diğer çam türleri de öyledir. Hatta çiçekler içinde aynı durum söz konusudur. Zira ‘Viola’ menekşe cinsini, ‘Tricolar’ üç renk manasına gelmesi hasebiyle “Viola tricolor” üç renkli menekşe diye isim alırlar. Bu arada Uluslararası Botanik kongrelerinde bitki sistematiğinde kullanılan tanımların ve isimlendirilmesi noktasında ortak bir dil kullanılması gerektiğine dair alınan karar gereği bitkilerin Latince olarak telaffuz edilmesi oy birliği ile kabul gördüğünü belirtmekte yarar var.
Bitkilerin karmaşık yapısı incelendiğinde onlar sıradan ve tesadüfî meydana gelmiş varlıklar olmayıp, bilakis koskoca sistematik bir âlem karşısında Yaratıcı bir kudretin varlığına işaret varlıklar olduğunu idrak etmiş oluruz. Dahası Linne sisteminde yer alan biyolojik taksonomi, aslında Yaratılış gerçeğini ortaya koymaktadır. Çünkü sistematik sınıflandırma aynı zamanda düzen demektir. Nitekim bu müthiş nizami düzende evrimcilerin iddialarını karşılayacak bir nizamsız yapı veya ansızın tesadüfü oluşmuş yapıların yer alacağı tablo gözükmemektedir. Dolayısıyla bu tür düşüncelere kulak verilseydi taksonomik sınıflandırmada hangi tür bitkinin nerede sonlanacağı veya hangi bitki türünün nerede başlayacağını önceden tespit etmek mümkün olmayacaktı. Belli ki Yaratıcı diğer canlılarda olduğu gibi bitkilere has benzer işlevleri benzer yapılarla donatmış, farklı işlevleri ise farklı tasarımlarla donatmıştır. Asla en küçük benzerlik tüm bitki türlerinin aynı ortak bir atadan evrimle türediğini ispatlamaya yetecek doneler değildir. Tam aksine bitkiler için tabii seleksiyon çok önceden tasarlanıp canlı âlemin hizmetine sunuluşundan itibaren o gün bugündür mevcut durumun elenmeye fırsat verilmeyecek şekilde (doğal seleksiyon) korunmaya alınmıştır. O halde bu mükemmel donanımlı bitki âlemini genel itibariyle şöyle şematize edebiliriz:
BİTKİ ÂLEMİ
ALT ÂLEM KOL ALT KOL SINIF
Bir hücreli bitkiler Bakteriler
Su yosunları
TALLI
BİTKİLER Algler
Cıvık mantarlar
Gerçek mantarlar
Likenler
YÜKSEK
BİTKİLER Kara yosunları
Damarlı çiçeksizler
Tohumlu Bitkiler Açık tohumlular
Kapalı tohumlular Bir çenekliler
Çift çenekliler
Malumunuz tohumlu bitkilerin yeryüzünde takriben sayıca 250.000’i bulan türü olduğu tahmin edilmektedir. Bu bitki türleri daha çok kara kıta sahanlığının hâkim olduğu bölgelerde neşvünema bulup, tümünü ortak paydada buluşturan tek yegâne unsurun tohumdan üremiş oldukları gözlemlenmiştir. Ayrıca tohumlu bitkileri diğerlerinden farklı kılan özellik; üreme organlarını çevreleyen kısımların rengârenk çiçeklerle donatılmış olmasıdır. Aynı zamanda tohumlu bitkilerin kendi aralarında kapalı tohumlu ve açık tohumlular diye iki ana başlıkta incelenmesi bu türlerin önemini ortaya koymaktadır.
Kapalı tohumlulara ait tohum bir zar kafesinde muhafaza edilirken açık tohumlular da böyle bir koruyucu şemsiyeden eser görülmez. Bu yüzden açık tohumlularda tohum yaprağı (çenek) iki veya daha fazla sayıda sahne almaktadır. Kapalı tohumlularda ise korundukları kafes içerisinde çenekler ya tek ya da çift çenekli olarak bulunurlar. Örneğin bahçe bitkileri, tahıllar, geniş yapraklı ağaçlar ve çimenler bu türdendirler. Dahası kapalı tohumlularla bir kısım damarlı bitkiler kök, gövde ve yapraklardan oluşan bir sisteme sahiptirler. Bu sistemin temelini elbette ki diğer canlılarda olduğu gibi bitki hücreleri oluşturup, hücrelerin bir araya gelmesiyle de bitki dokuları meydana gelmektedir. Dolayısıyla bitki dokularının parankima, kollankima, sklerankima, epiderma, endoderma ve taş hücreleri gibi hücrelerden meydana geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu yüzden bitki dokularına umumiyetle meristem denmektedir. Mesela bitkinin gövde ve dalları apikal meristem hücrelerinin bir araya gelmesiyle vücut bulmaktadır. Yani apikal meristem hücrelerin farklılaşmasıyla primer (ilk) doku oluşup, bu dokunun gelişmesi tamamlandıktan sonra kök ve gövdenin yüzeyine yakın kısımlarında yer alan lateral hücrelerin (kambiyum) devreye girmesiyle birlikte sekonder (ikinci) doku aşamasına geçilir. Hatta söz konusu bu doku aşamasıda odunsu (ksilem) hale gelmesiyle birlikte su ve minarellerin taşınma işlemleri kendi iletim kanal vasıtasıyla rahatlıkla gerçekleşmiş olur. Böylece soymuk (floem) doku ve ksilem işbirliği sayesinde bitki için gerekli olan besin ve mineral aktarımı vuku bulur.
Yeryüzünde canlıların dağılışını inceleyen bilim dalına canlı coğrafyası denmekte olup, iki kısma ayrılır:
-Bitki coğrafyası (flora),
-Hayvan coğrafyası (fauna) diye. Yani bitkilerin yaşadığı ortama flora denip hayvanlarınkine ise fauna diye adlandırılır.
Bitki ekolojisi
Bitki ekolojisi küçük bitki gruplarından büyük bitki gruplarına kadar tüm bitkilerin çevreyle olan ilişkilerini inceleyen bir bilim dalıdır. Bitki ekolojistleri tarafından yüksek bitkilerle hayvanlar arasında bariz farkı görmek kolay olsa da tek hücrelilere inildikçe bu farklılıkları ayırt etmekte güçlük yaşandığı muhakkak. Zira tek hücreli bitkiler de hayvanlar gibi hareket kabiliyeti gösterebiliyor. Nitekim Euglena ve diğer tek hücreli canlılarda tüy ve kamçı benzeri hareket organları mevcuttur. Keza mantarlar da hayvanlar gibi beslenme tarzı ortaya koymalarına rağmen bitki grubuna dâhildirler. Bilindiği üzere mantarlar klorofil maddesinden yoksun olduklarından kendi gıdalarını üretemezler. Bu yüzden bitki kökleri tarafından salgılanan organik asitler, amino asitler, şeker ve vitaminler üzerine hazır konaklayıp parazit veya saprofit tarzı hayatını devam ettirmek mecburiyetindedirler. Bu arada sakın ola ki parazit yaşamlarına aldanıp ta onlara işe yaramaz varlıklar gözüyle bakmayalım. Çünkü mantarlar nitrojen ve karbon döngüsünde çok mühim rol oynamaktalar. Özellikle karayosunları ve tohumlu bitkilerin köklerinde bakterilerle ortaklaşa kurdukları işbirliği sonucu topraktaki mineral ve elementleri ayrıştırıp, böylece beslendikleri bitki köklerine karşı şükran borcunu ödemiş olurlar. Bir başka ifadeyle toprağın bağrında sessiz sandığımız birtakım bakteri ve mantarlar, ölmüş bitki artıklarını adeta mıntıka temizliği yaparcasına sentezleyip ayrıştırarak ekolojik dengeye hizmet etmekteler. Hele bilhassa mantarların ürettikleri diyastaz fermenti sayesinde söz konusu artıkların odun maddesin üzerindeki bileşikleri su, karbonik asit ve amonyak gibi unsurlara ayrılarak bir çeşit mıntıka temizliği eylemi gerçekleştirirler. Bu arada mıntıka temizliğine iştirak eden bakterilerde boş durmayıp hem selülozu glikoz moleküllerine dönüştürmekteler, hem proteinleri daha basit azot bileşiklerine ayrıştırıp parçalamaktalar hem gıdalanmaktalar hem de hayatta kalan bitkilerin köklerini besleyerek çevrenin temizlenmesine yardımcı olmaktalar. Bu demektir ki bakterilerin en elzem öncelikli işi selülozu şeker moleküllerine parçalayaraktan humus hale gelen toprağı bitki lehine faydalı olacak şekilde beslenme ortamını elverişli hale getirmektir. Anlaşılan o ki sonbahar da birçok bitki küçük bir kıyamet arafesi yaşayarak adeta vedalaşırcasına yapraklarını tel tel dökmekteler. Neyse ki cenazeleri ortada kalmamakta. Çünkü mantar ve bazı bakteri türlerine ait birtakım saprofitlerin devreye girmesiyle birlikte gerçekleşen temizlik hareketi imdada yetişmektedir. Zaten bu temizlik hareketi olmasaydı çevremiz pis kokulardan geçilmeyecekti. Bir başka bilinen gerçekte şudur ki bakterilerin ortalama her 20 dakikada bölünüp iki yeni hücre halinde çoğalmaları hadisesidir. Fakat bu mantıktan hareket edildiğinde yeryüzü sathının bakterilerle kaplı olması gerekirdi. Belli ki bu noktada ekolojik denge olayı imdadımıza koşmaktadır. Mesela karasinekler bakterilerden beslenerek ekolojik denge ayarı yapmaktalar. Öyle ki her şey bir plan dahilinde kontrol edilerek ekolojik nizam sağlanmaktadır. Belki de karasinekleri tamamen yok etmeye kalkışsaydık etrafımız pis kokulardan geçilmeyeceği gibi birçok hastalıklara kapı aralanıp toplu ölümlerden yakamızı kurtaramayacaktık. Malumunuz bir zamanlar Avustralya’nın keşfiyle birlikte göçmen akınına uğrayan yerlerde Amerika’dan sipariş edilen kaktüslerden sınır boylarına çitler oluşturulmuştu. Ama gel gör ki bu bitki hiçbir sınır tanımadan hızla her tarafa yayılıverdi. Bu durum karşısında çareyi kaktüsle beslenen böceği getirmekte buldular. Böylece kaktüsler bir anda böcekler tarafından tükeniverdi. Fakat ortada kaktüs kalmayınca bu seferde maalesef böcekler açlıktan duman oluverdiler. İşte tabiat dengesinin alabora olması olayı nedir sorusunun cevabı bu tip örneklerin esrarında gizlidir.
Şurası muhakkak hayvanların birçok eyleminde içgüdü denen kendilerine özgü iradi dürtüleri söz konusudur, ama bu iradi dürtüler bitki için asla geçerli değildir, onlar için söylenebilecek tek söz gizli bir ilahi gücün yüklediği program dâhilinde belli bir gayeye yönelik seferber oldukları gerçeğidir. Elbette havada uçan bir kuş ile rüzgâr vasıtasıyla bitkiden salınan tohumların havada uçması aynı şeyler değildir. Birinde iradi bir refleks var, diğerinde ise dış tesirlerin etkisi vardır. Bu yüzden bitkilere daha çok gıda imalathanesi gözüyle bakmak daha uygun düşer. İşte tüm canlılar bu gıda âlemi sayesinde kâinat ağacının altında hem nefes alıp gölgeleniyorlar hem de bin bir lezzet içeren tüm taamlarla beslenmektedirler. Her şeyden öte bu kâinat ağacı daha çok Yüce Allah tarafından eşrefi mahlûkat olarak ilan edilmiş insana hizmet için adeta birbirleriyle yarışır haldedirler.
Bitki Coğrafyanın Tarihçesi
Madem yeryüzü her türden bitki ile donatılmış, o halde tüm bitki âleminin bir coğrafi tarihi olması gayet tabiidir. Şöyle ki; Bitki coğrafyası üzerinde ilk ciddi çalışma şerefi Alman Alexander Von Humboid’e ait olup bilim dünyasına “Bitkilerin coğrafyası üzerine düşünceler” adlı bir kitap yazmakla damgasını vurmuştur. Özellikle bu eser daha çok bitki yayılışlarından bahsetmektedir.
1822’de Danimarkalı Schouw Bitki coğrafyasını ana hatlarını izah eden bir kitap neşredip, yeryüzünü 22 flora bölgesine ayırmıştır.
De Condelle; “Gerekçeli Bitki Coğrafyası” adlı eseri neşretmiştir.
Gribach; “Yeryüzünün Vejetasyonu” adlı eseriyle yeryüzünü 24 vejetasyon bölgesine ayırmıştır.
1875’ ten sonra bitki coğrafyası üzerinde çalışmalar 4 yönde gelişme gösterip, bunlar:
“ -Floristik Bitki Coğrafyası(Engler, Viels),
-Ekolojik Fizyolojik Bitki Coğrafyası(Dıude, Waıning, Schimper Walter),
-Sosyolojik Bitki Coğrafyası:
a- İskandinav ekolü
b- Alman ekolü
c- Zürih ekolü
-Tarihi Genetik Bitki Coğrafyası” tarzında kategorize edilir.
Yeryüzü bitki örtüsü ve bunların yayılışını inceleyen bilim kolu floristik coğrafya olarak bilinmektedir.
Bitki toplulukların yapı ve meydana gelişlerine tesir eden faktörleri sosyolojik bitki coğrafyası incelemektedir.
Yeryüzünü kaplayan bitki örtüsünün jeolojik devirler boyunca geçirdiği değişiklikleri ise genetik bitki coğrafyası incelemektedir.
Florostik bitki coğrafyası
Florostik bitki coğrafya, bir bölgenin hangi taksonlardan meydana geldiğini tespit edip hangi alanlara yayıldığını belirleyen bir bilim dalıdır. Bu bilim dalı sayede bir bitkinin belli bir sınırlar içerisinde bulunduğu yere o türün yayılış alanı (areal) olduğunu öğrenmiş oluruz. Yani bir haritada yer alan en dış noktaların birleştirilmesiyle ortaya çıkan sınırlı bölge o bitkinin yayılış alanını göstermektedir. Şayet bitkinin yayılış alanına insanların etkisi olmuşsa bu yayılış alanına suni areal, insanların etkisi olmamışsa doğal areal adı verilir. Ya da herhangi taksona ait areal tam örtülü ve birbirine bağlı olduğu durumlarda kapalı veya sürekli areal kavramlarla ifade edilen tanımlarla karşılaşırız. Ancak söz konusu bu alanlar birbirinden çok uzakta iki veya daha fazla takson halde iseler dağınık veya süreksiz areal olarak ifade edilirler.
Bitkilerin yayılmasına etki eden faktörler
Bitkilerin yayılışını bir benzetmeden hareketle ancak şöyle diyebiliriz: Türkler Ergenekon’dan çıkış yapıp dünya sathına yayılır da, bitkiler de bir noktadan çıkış yapıp yayılmaz mı, elbet yayılırlar. Dolayısıyla yeryüzünde genellikle bir takson tek bir yerden etrafa yayıldığı (monofiletik), hatta yayılmakla kalmayıp farklı noktalardan hız kazanarak potansiyel taksonlar ürettiği artık bir sır değil. Bu yüzden bir taksonun belli bir yerden çıkış yapmasıyla birlikte neşvünema bulduğu gelişme merkezlerine gen merkezi denmektedir. Nitekim Verbascum bitkinin 400’e yakın türün 225’i Anadolu’da yayılmıştır. Bu yüzden Anadolu verbascum cinsinin merkezi sayılır.
Bir arealin sınırları genellikle 2 şarta bağlıdır:
-Bitkinin yayılma kabiliyeti, yani bir bitkinin diaspora'sına (saçılma, tohum saçma, zerreler halinde dağılma, tohumla üreme, vejetasyon çoğalma) bağlıdır.
-Diasporaların çimlenme, köklenme ve diğer bitkilerle rekabet edip, çiçek ve tohum hâsıl etme kuvvetine bağlıdır. Mesela Diaspora’ların çok kolay yayılma kabiliyetinde olan mikroorganizma veya spor bitkilerin bakteri ve küf mantarları hava içerisinde toz ile karışmış halde bulunabiliyor.
Bitkiler ya dış kuvvetlerin etkisiyle ya da kendiliğinden yayılırlar. Dış kuvvetlere su, hayvan, insan ve rüzgâr vs. faktörleri örnek verebiliriz. Hatta bazı bitkiler kuşları kendilerine çekme becerisi sergileyebiliyorlar. Böylece hayvan farkına bile varmadan bitkiye ait tohum, polen ve birtakım parçacıkları başka coğrafyalara taşıma görevi üstlenmiş olur. Hatta sadece tohumlar değil tıpkı Amerika’da bir kaktüsün ters diken kancası vasıtasıyla hayvanın derisine tutunmasında olduğu gibi kendini ötelere taşıttıran bitkiler de söz konusudur. Örnek-Meksika’da yaşayan Jumping Colla (Atlayan kaktüs).
Kendiliğinden yayılan bitkiler, adı üzerinde hiçbir vasıtaya ihtiyaç duymayan bitkiler demektir. Böylece kendi beceri ve kabiliyetleri doğrultusunda tohumlarını çevreye fırlatıp yayılmaktalar. Örnek- Ecballium elaterium (eşek hıyarı), Fragarıa vesca (çilek)
Bazı bitkilerin arealleri ise stabil kalmaktadır. Sanki öz vatanından çıkmak istemeyen bir tutum sergilemeyi yeğlemekteler. Mesela esas yayılma alanı kuzey kutup bölgesi olan Arabis alpina’nın halen orta Avrupa'da ki tek haldeki arealleri 400 yıldan beri hiç değişikliğe uğramadığı gözlemlenmiştir.
AREAL TİPLER
Areal tipler; kozmopolit ve endemik bitkiler olarak iki kategoride tasnif edilirler. Endemikler de kendi içerisinde Paleoendemik ve Neoendemik diye ikiye ayrılır. Malum olduğu üzere tür arealleri cinslerden daha dar kapalı alanda yerleşik faaliyet içerisindeler, cins arealleri ise familya areallere nispeten daha dar kapalı alanda manevra yapmaktalar. Tabii ki beş parmağın beşi bir olmaz, kimi daha açık, kimi daha kapalı alanda faaliyet sergilemesi gayet tabiidir. Şurası muhakkak bir bitki alanı genişledikçe kozmopolitlik oranı da o ölçüde artmaktadır. Bu yüzden geniş yayılış gösteren bitkilere kozmopolit bitki denilip, bunlar daha çok edatif ve klimatif yönden fazla seçicilik göstermeyen tipler olarak bilinmektedir. Kozmopolit bitkilere;
“-Planktonların büyük bir kısmı ve likenler,
-Su bataklık bitkileri,
-Ruderal tarla bitkileri,
-Halefit bitkiler” örnek gösterilebilir.
Hazır su bitkilerinin adını anmışken bu arada fitoplanktonlardan da söz edebiliriz pekâlâ. Evet, onlar denizlerin yeşil renkli ve tek hücreli bitkileridirler. Siz siz olun yine de fitoplanktonların öyle bir hücreli olmasına bakıp ta onlara basit bir gözle değerlendirmeyin. Çünkü fitoplanktonlar atmosferde ki oksijenin yarısından çoğunu karşılayacak derecede adından söz ettiren bitkilerdir.
Kırsal alanda yaşayanlar iyi bilir, şöyle insan evinden çıkıp kendini araziye koyulduğunda gerek yol kenarlarında, gerekse yol kenarları boyunca dizilmiş tarlaların etrafında bizleri içten içe selamlayan bitki topluluklarıyla karşılaşacağımız muhakkak. Onlarla öylesine hemhal olmuşuz ki onlarla sadece yol ve tarla kenar boyunca karşılaşmıyoruz, şehir ve istasyon çevrelerinde bile her an görebiliyoruz. Fakat hemen hemen her yerde görmemize rağmen yine de bunlar daha çok tarla bitkileri anlamına gelen Ruderal bitkiler diye bilinmektedir. Örnek: Chenopodium album (sirgen), Cynodon dactylon (Ayrık otu), Polygonum aviculare (madımak), Plantagomajor (sinir otu), Taraxacum officinale (Arslan dişi).
Tabii ki kırsal alanlarda yaşayanlar kadar tuzlu su yatakları ve deniz kıyısında yaşayanları da selamlayan bitkiler var ki, bu tür yayılan bitkiler halefit bitkiler (Tuzcul bitkiler) diye adından söz ettirir. Örnek: Salicornia herbacea, Suaeda maritima
Endemikler
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere dar ve kapalı areala sahip bitkilere endemik bitkiler adı verilmektedir. Özellikle Havai adaları, Himalaya dağları, Güneydoğu ve Doğu Anadolu florası endemik bakımdan zengindirler. Bu yüzden zenginliğine binaen Endemik bitkiler; Paleoendemikler ve Neoendemikler diye iki grupta mütalaa edilirler:
-Paleo endemikler
Bunlar jeolojik devirlerde geniş yayılış alanına sahip olup fakat günümüzde dar bir sahaya haps olmuş, aynı zamanda kalıntı halinde yayılan bitkilerdir. Yani yayılma kabiliyetini yitirmişlerdir.
Örnek–1 Üçüncü zamanda teşekkül eden Liguidamber Orientalis (Güney batı Anadolu –Muğla, Burdur).
Örnek–2 Ginkgo bilabo- Jura devri, Chekiang eyaletinde görülür.
Örnek–3 Weltwitschia mirabilis- Güney Angola’da Namib çölünde yaygın görülür.
-Neoendemikler
Bunlar dar alanda hâsıl olurlar. Mesela Türkiye florası 9000’i aşkın sayıda neoendemikler bakımdan zengin olduğu belirlenmiştir. Özellikle bu alanla ilgili Verbascum, Astragalus, Asylum, Isatis ve Salvia türleri örnek gösterilebilir.
VİKARİYANTLAR
Aralarında sistematik bakımdan yakınlık bulunan taksonların farklı bölgelerde veya ekolojik ortamlarda birbirlerini temsil etmelerine Vikariyants denmektedir. Dolayısıyla vikaryant familyalara;
“-Kuzey yarım kürede Conifera (Kozalaklılar) sınıfından Pinacea familyası,
- Güney yarım kürede Araucarıaceae familyasından olanlar,
-Abies Nordmanniana (Kuzey Göknarı- Kuzey Anadolu),
-A.Cilicia (Toros Göknarı- Güney Anadolu),
-Erica arborea (Kuzey Anadolu),
-E. Verticillata (Güney Anadolu) vs.” örnek verilebilir.
Yukarı da verilen örneklerden anlaşılan o ki; Abies ve Erica türleri Anadolu’nun Kuzey ve Güneyde aynı cinsi temsil eden Vikaryant türleridir.
Ekolojik türlere ise Alp dağlarındaki kireçli ve silisli topraklarda bulunan bitkiler örnek verilebilir. Şöyle ki;
Örnek–1 Kireçli topraklar- Ranunculus alpestris, Primula auricula ve Rhodendron hirsutum.
Örnek–2 Silisli topraklar-Ranunculus gracilis, Primula hirsuta ve Rhodendron ferrugineum.

BİTKİ HAYATI VE YAPRAKLAR
SELİM GÜRBÜZER
Bilindiği üzere gövde üzerinde çıkıntıların büyümesiyle birlikte yapraklar oluşur. Bir yaprak dikkatle incelendiğinde her iki yüzeyinin görünüm bakımdan eşit olmadığı fark edilecektir. Dış kısmı koyu renk, yumuşak ve parlak olup iç kısmı ise tam aksine solgun ve aynı zamanda koruyucu tüylerle kaplıdır. Dahası iç taraf daha çok yaprağın nefes alıp vermesi için vardır, dış bölüm ise güneşle işbirliği içerisinde besin üretimine katkıda bulunmak için vardır. Nasıl ki kanımızda dolaşan oksijen vücudumuzun enerjisini ateşlemek için sahada cansiperane bir halde varsalar, aynen öyle de yaprak tüyleri ve adına stoma denen gözeneklerde nefes almamız için sahada varlardır. Bu yüzden yaprakları bitkinin akciğerleri olarak nitelendirebileceğimiz gibi dünyanın en devasa gıda fabrikası olarak da nitelendirirsek pekte abartmış sayılmayız. Hem değil kâinatta yaratılan tüm canlıların gıdasını karşılamak, bizatihi tüm bitkiler bile kendi ürettikleri yapraklardan gıdasını karşılamaktalar. Hem kaldı ki yapraklar bünyesinde bulundurdukları klorofil maddesi sayesinde sürekli şeker imal etmekteler de. Hele bilhassa yaprakları fotosentez olayında kimya laboratuarı görevi yapan bir mekanizma olarak düşündüğümüz de her ne kadar bu fabrikanın mekanik aksanı ve tüten bacası olmasa da güneşten gelen fotonları (enerji parçası) sentezleyen klorofilin varlığı ne demek istediğimiz noktasında meramımızı anlatmaya yeter artar da. Nitekim kloroplastlar yaprak içerisinde yüklendikleri misyonları itibariyle ışığı daha da optimum düzeyde kalmalarını sağlayaraktan vazife icra etmekteler. Öyle ki icra edecekleri faaliyetlere uygun enzimlerin en yoğun şekilde mitokondri ve kloroplastlarda bulunması bunu teyit ediyor. Hakeza pürivik asit reaksiyonları ve son oksidasyon safhası (ETS)’na ait tüm enzimlerin mitokondrilerde yer alması da öyledir.
Anlaşılan o ki klorofil maddesi fotosentez olayına bir anlam katarak yaprağın yeşil kanı olmaktadır.
Yaprağın dış görünümündeki yüzeye iyiden iyiye bakıldığında üzerindeki ince ve kalınlı damarları görmek mümkün. Yaprağın daha da içyapısının derinliğine inildikçe de en dışında üst epidermanın varlığını görürüz, altında ise alt epiderma yer alır, bu yapının kalbi pozisyonunda ise gözenek denilen stomalar bulunur. Zira stomaların yaprağın alt epidermasında konumlanmış olanına hipostomatik yapraklar, en üste konumlanmış olanına epistomatik yapraklar, hem alt hem de üste bulunanlara ise amfistomatik yapraklar olarak adlandırılır. Yaprağın üst ve alt epiderma kısmında yer alan bölüm ise mezofil olarak addedilir. Yaprak üzerinde ki damar ağları da iletim kanalları olarak bilinir. Stomalar hangi isimler altında anılırsa anılsınlar sonuçta bütün mesaisini bitki hayatına nefes aldırmak için harcamaktalar. Böylece bu sayede bitkilerin en fazla solunum yapan merkez üssünün yaprak içerisin konumlanmış stomalar olduğu gerçeğini bir kez daha idrak etmiş oluruz. Bu arada şunu belirtmekte fayda var; odunlaşmamış otsu bitkilerde epiderma yerine periderma, stoma yerine ise bir başka versiyonu diyebileceğimiz lentisel (kovucuk) yer alarak bu işin vazifesini icra etmiş olurlar.
Anlaşılan o ki, yaprağın iç âlemi hoş olduğu gibi dışı da bir hoş elbet. Dış kısmının avantajı seyredenler açısından gözü önünde olmasıdır, iç kısmı malum mikroskobik incelemeyle ancak seyri âlem eylenebilmekte. Madem öyle şimdi birazda gözümüzle görebileceğimiz yaprağın dış kısmı nasılmış birazda onu seyri âlem eylemiş olalım. Gerçekten de en dış kısımlarını seyreylediğimizde yaprak ayası, yaprak sapı (petiyol) ve yaprak ekseniyle (tabanı) karşılaşırız. Karşılaştığımız yaprağın yaprak tabanına göz attığımızda ise her iki yanında yer alan çıkıntı denile stipula (kulakçık) ile karşılaşırız. Sanmayın ki karşılaştığımız her bir görsellik durağan halde, yapraklarda tıpkı kök ve gövde de olduğu gibi yapraklar içinde metamorfoz (başkalaşım) söz konusudur. Nitekim epidermis hücrelerinin farklılaşmasıyla tüy, stoma emirgensler oluşur. Dolayısıyla metamorfoz yapraklar; diken yaprak, depo yaprak, sülük yaprak, kapan yaprak, tomurcuk yaprak ve çiçek yaprak gibi isimler altında incelenirler. Ayrıca yapraklar papiller yönden inceleneceği gibi koruyucu tüy, savunucu tüy, tırmanıcı tüy, emici tüy, salgı tüy bakımdan ve emergens tip yönünden de tasnif edilerek incelenirler. Mesela tüy yönünden sınıflandırılan yapraklar tüylü yapraklar başlığı altında incelenmesi bunun bariz örneğini teşkil eder. Kaldı ki yaprakları tasnifleyerekten inceleyip altından çıkamasak da ya da yapraklar hakkında en son söylenilecek söz bulamasak da şu bir gerçek her bir yaprak demetinin sözün bittiği noktada gövde üzerinde ki diziliş estetikleri bile her şeyi izah etmeye yeter elbet. Başımızı gömdüğümüz kumdan yerden bir kaldırıp şöyle bir ağaç gövdesi üzerinde kollarını semaya uzatmış dalların uç kısımlarına bir baktığımızda insanın aklını başından alacak derecede yaprak halkalarının etrafında ustaca bir mimarinin elinden çıkmış bir halde adeta bir gelinin boynuna takılmış gerdanlık misali takılmış kolye hallerini ve dizilişlerini göreceğiz demektir. Hatta bu noktada botanikçilerin bu söz konusu ustaca gerdanlık misali dizilmiş yaprak kolyelerinin iz düşümleriyle ekseni arasında birbirini izleyen iki yaprak arasındaki açıyı ‘divergens açı’ olarak nitelendirdikleri bilgisine ulaştığımızda başımızı gömdüğümüz kumdan daha da bir bambaşka açıdan uyanmamıza vesile olacaktır. Ve bu isimle nitelenen divergens açı yaprak diziliminin ta kendisi bir gösterge olarak dikkat çeker de. Hem böylesi bir görsellikle nasıl dikkat çekmesin ki, bikere işin içinde iyi planlanmış mimari ve matematiksel hesaba dayalı bir dizilim söz konusudur. Nitekim bu dizilimin bu açısı D (divergens) = P (gövde üzerinde kat edilen tur) / N (toplam yaprak sayısı) matematik formüle edilir de. İşte bilim adamlarınca ortaya konan bu formülden hareketle yaprakların birbirlerine olan uzaklık ve açılarının değişmediğini fark etmiş oluruz. Yani bu dizilişler ister dairevi tarzda olsun, ister sarmal şekilde olsun her halükarda birbirlerinin ışığına mani olmayacak şekilde dizilirler. Hatta birçok yaprağın birbirlerini gölgelendirmek adına dalların ucuna toplanmaları da apayrı insanı hayretler içerisinde bırakacak türden ilahi kaynaklı bir tasarımdır. Öyle ya, kâinatta var olan hiçbir şeyde tesadüfe yer olmadığına göre yaprak diziliminde de aynen tesadüfe yer olmayıp bilakis belli bir matematiksel program dâhilinde yaprak dizilimlerinin gerçekleştiğini gözlemlemekteyiz. Belli ki yapraklarda kendi hal lisanlarıyla Allah’ın ipine sımsıkı sarılın fermanının gereğini yaparaktan bitki gövdesinin kolları arasında bir plan dâhilinde dizilmek zorundalar da. Gerçekten bu diziliş şekline bakıp geometrik oranların yaprak dallarına yansıdığını fark ettiklerinde Yüce Yaratıcıya olan bağlılıkları daha da artmaktadır. Ama tek başına bağlılıkta yetmez, bağlılığı pekiştirmekte gerekir. Öyle ya, Afrika’nın Sirenayka (Cyrenaica) bölgesinde bir yerde palmiye yapraklarından camii inşa edildiğine göre, haydi haydi biz aciz kullar olarak da bu noktada kalbin inşası içinde ‘Allah’ adını çokça zikrederekten manen inşa olabiliriz pekâlâ.
Evet, yaprakların insanı hayretler içerisinde bırakacak bizim nice bilmediğimiz harikulade marifetleri söz konusudur. Düşünsenize her bir yaprak değim yerindeyse bir elde kırk hüner sahibi marifet ehli gibi bir tutum sergilemekteler. Merak bu ya, madem yapraklar bu denli maharet ehlidirler, o halde onca iş arasında hiç terlemezler mi? Hiç kuşkusuz ki bunun cevabı biyoloji kitaplarında terleme olarak tanımlanan transpirasyon hadisesinde gizlidir. Nitekim Biyoloji kitaplarını karıştırdığımızda bitki içerisinde dolaşım halde seyreden suyun bir takım şartlara bağlı olarak yaprak üzerinde buharlaştığı gözlemlenir ki, işte bu gözlenen ter boşalması hadisesine transpirasyon (terleme) denmektedir. Derken bu tariften de anlaşıldığı üzere terlemenin bitki için serinlemek olduğunu idrak etmiş oluruz. Zira sıcaklık arttıkça veya havadaki nisbi nem oranı düştükçe buharlaşmanın da o nisbette yükseldiğini fark ederiz. Hiç kuşkusuz transpirasyon olayında en önemli görevi stomalar ifa etmektedir. Şöyle ki, bitkinin buharlaşmasına yönelik faaliyetlerde gerektiği durumlarda stomalar kapak görevi yapıp açılmalı ki buharlaşmayla birlikte su kaybı gerçekleşebilsin. Hatta bunun tam tersi olarak, yani bitki hücreleri aşırı susuzluktan dolayı alarm verdiğinde stomalar yine kapak görevi yapıp bu kez kapağını kapatmalı ki bitki hücrelerinde aşırı su kaybına karşı önlem alınmış olsun. Böylece her iki durumda da bitkinin ölüm riskine karşı tedbir alınmış olur. İşte stomaların bu otokontrol mekanizması adeta bir can simidi olup sonuçta bitki hayatının hayatta var olma mücadelesinin devamına yaramaktadır. Kelimenin tam anlamıyla bir yandan suyun stoma hücrelerine girerek yaprağın turgor hale gelmesiyle birlikte stomanın açılmasına neden olurken diğer yandan transpirasyonla stoma hücrelerin osmotik değeri diffuzyon basıncı eksikliği oluşturacağından stomanın kapanmasına yol açar. Anlaşılan o ki stomanın bu açılıp kapanma özelliği sayesinde her bir bitki için denge unsuru olmaktadır. Mesela bazı bitkiler vardır ki iklim şartlarına göre tavır alabiliyor. Zira Meksika’da kuş yuvası yosunu (Selaginella lepidophylla) adlı bir bitki senelerce yağmur yağmadığı halde yaz kış demeden bir bakıyorsun adeta yıllara meydan okuyup ayakta kalabiliyor. Hele söz konusu kuş yuvası yosunu kurak havalarda hayati fonksiyonlarını yitirme riskine karşı kendi kabına çekilmek zorunda kalınca da bir bakıyorsun yapraklarını kahverengi-sarı karışımından ibaret bir saman topu haline gelir bir vaziyete bürünebiliyor. Keza aynı kuş yuvası yosun nemli ortamla buluştuğunda bir bakıyorsun bu kez anlık bir refleksle etrafa yayılıp bir bambaşka güzellikte görünüme bürünebiliyor. Öyle ki bu görünümü sayesinde insanların konakladığı evlerin balkonlarına, bahçelerine, vitrinlerine süs bitkisi olarak kendine yer edinebiliyor. Hele insanlar tarafından bu türün zaman içerisinde daha da önemi fark edilip görücüye çıktıkça böylesi hava durumuna göre hem apar topar toplanabilme özelliğine sahip hem de yayılabilme kabiliyetine sahip olma özelliği onun ününe ün katmaya devam edecek gibi gözüküyor da.
Şayet bitki âleminde su kaybı riski olmayan bitkiden söz edeceksek fitoplanktonlar bunun en ideal tipik örneğini teşkil eder. Ki, fitoplanktonların hayatı hep su içerisinde geçtiği içindir terlemeksizin tüm faaliyetlerini sürdürebiliyorlar. Bilindiği üzere fitoplanktonlar sadece alglerde bulunur. Dolayısıyla fitoplanktonlarında tıpkı diğer bitkiler gibi klorofil içermesi halk dilinde su yosunları olarak bilinen alglerle birlikte aynı bitki kategori grubunda yer alırlar. Derken bu arada su içerisinde yaşayan bitkilerin karadakilerden farklı yanının solunumlarını bütün vücut yüzeyleriyle gerçekleştirmiş olduğunu fark etmiş oluruz.
Her neyse tüm bu fark edişlerimizle birlikte bitkilerde genel itibariyle su kaybına yol açan hadiselerin arka planında yatan ana etken unsurları maddeler halinde şöyle özetleyebiliriz:
Bitkilerde su kaybı olayları
1-Buhar halinde:
-Transpirasyon
-Evaporasyon
2-Sıvı halinde:
-Eksudasyon
-Gutasyon
Terleme (Transpirasyon) üç şekildedir:
-Stomodial terleme,
-Lentisel terleme,
-Kutikular terleme.
Stomanın açılıp kapanmasına etki eden faktörler:
Işık- Uzak kırmızı ışık, ultraviyole ışık ve yeşil ışık stomaların kapanmasını sağlarken mavi ışık ise açılmasını sağlar.
Kloroplast- Osmotik değeri oluşturması sonucu stomaların açılmasını sağlar.
PH durumu- Yeterli miktarda K (potasyum) alan bitkilerde terlemenin azalmasıyla birlikte ister istemez ortamda PH durumu devreye girecektir.
Transpirasyonu etkileyen faktörler:
-Kök gövde oranı ne kadar büyük olursa transpirasyon da o ölçüde artacaktır.
-Bitki yaprakların toplam alanı ne kadar büyük olursa o oranda total transpirasyon gerçekleşir.
-Havada nem oranı ne kadar yüksekse transpirasyon da o ölçüde düşük seviyelerde kalır.

BİTKİ HAYATI VE FOTOSENTEZ
SELİM GÜRBÜZER
Bir zamanlar tüm insanlık yeşil bitkilerin nasıl oluyor da inorganik maddelerden organik madde üretebiliyorlar diye hep merak edip dururlardı. Neyse ki fotosentez olayını keşfeden bilim adamı Priestley sayesinde bu merak giderilmiş oldu. Derken fotosentez hadisesinin stoplazmik organel olan kloroplastta cereyan ettiği idrak edilmiş oldu. Ve böylece fotosentez hadisesinde gerek ışık enerjisinin absorbsiyonu, gerek CO2 (karbondioksit) alınımı ve gerekse karbondioksitten karbonhidratların yapımı gibi bir dizi işlemlerin kloroplastlar içerisinde gerçekleştiği belirlenmiştir. Hatta birçok bilim adamları bunla da kalmayıp zaman içerisinde fotosentez mekanizmasının ışık ve karanlık devre olmak üzere iki aşamada gerçekleştiğini keşfetmişlerdir. İyi ki de keşfetmişler, bu sayede karasal alanları kaplayan tüm yeşil bitkiler ile okyanusun derinliklerinde yer alan alglerin toplam yılda takriben 100 milyar ton ağırlığında organik madde ürettiklerin ve böylece biyolojik âlemi dengede tuttuklarının bilincine varmış olduk. Nasıl ki odunu tutuşturduğumuzda belli bir sıcaklıktan sonra yanma tepkimesi olarak karşımıza çıkıp ve nihayetinde yanmış kömür ve formaldehit oluşuyorsa aynen öyle de oluşan formaldehit havadaki oksijenle de tepkimeye girdiğinde su, karbondioksit, karbonmonoksit, karbon ve azot açığa çıkar. Ki, açığa çıkanlar da ortama göre daha bambaşka tepkimelere girebildikleri gibi daha da karmaşık reaksiyonların başlatıcısı olabiliyorlar. Peki, bütün bunları niye anlatıyorsunuz derseniz odun hadisesinde olduğu gibi fotosentez olayının da başlangıcı itibariyle su ile karbondioksidin birlikte gerçekleştirdiği formaldehit ürününün bir tezahürü olduğunu vurgulamak içindir elbet. Nitekim başlangıçtaki bu ürünün polimerize olmasıyla birlikte nihayetinde 6 karbonlu şeker (heksoz) oluşur da. Öyle ya, yanmış odun oksijenle tepkimeye girdiğine göre formaldehitinde oksijenle tepkimeye girip farklı ürünlere dönüşmesi son derece gayet tabii bir durumdur. Böylece bu işin temelleri atılmış olur. Peki, bu temel üzerine neler inşa olunmakta derseniz, hiç kuşkusuz temel niteliğinde glikozun asimilasyon (hazım) işlemini yapan bir takım organlarca polimerize edilip değişikliğe uğramasıyla nişasta, selüloz, yağ, protein ve organik asitler meydana gelir.
Bitkilerin fotosentez sonucu oluşan glikoz türleri genellikle şu isimler altında kategorize edilirler:
“1-) D-glikoz.
Örnek: Gentianoz; 2 mol glikoz ve 1 mol fruktozdan oluşmuştur. Aynı zamanda Gentianoz ve Rafinoz trisakkarit olarak bilinir.
2-) D-fruktoz
Örnek: Stachyoz; bitkilerde 2 mol galaktoz ve 1mol glukoz ve fruktozdan oluşmuştur. Aynı zamanda Stachyoz tetrasakkarit olarakta bilinmektedir. Fruktoz ile glikoz ve mannoz arasında ki en belirgin fark ise keto ihtiva etmesi, diğerinin ise aldoz ihtiva etmesidir.
3-) D-Mannoz.
4-) D-Galaktoz
Örnek: Galaktronik asit ve galaktoz. Her ikisi arasında fark ise Galaktronik asitte 6 nolu C atomunda karbinol grubu (-CH2OH) vardır. Galaktozda ise 6 nolu C atomunda (-COOH) karboksil grubu vardır. Böylece toplamda 4 adet heksoz bulunmaktadır.
Özellikle glikozun dönüşüm işlemleri esnasında aralarında birer su molekülleri oluşturmak suretiyle meydana gelen yaklaşık 20 civarında C6H10O5 gurubundan ortaya nişasta çıkar ki, işte açığa çıkan bu söz konusu nişastaya asimilasyon nişastası denmektedir. Ancak oluşan nişasta geceleri önceden açığa çıkardıkları su moleküllerini tekrar bünyelerine katıp glikoz pozisyonuna geçirir. Öyle anlaşılıyor ki, bitkilerde fotosentez olmaksızın ürün elde edilemiyor, elde edildiğini varsaysak bile o ürünün hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur diyebiliriz. Bu arada ilginç mi ilginç diyebileceğimiz öyle de bir ürün vardır ki; her ne kadar tarlada ekilip biçilen ürün cinsinden gözükmese de neredeyse tarladaki tüm mahsul ürünlere taş çıkaracak cinsten ve aynı zamanda tüm biyolojik nizama nefes olacak türden diyebileceğimiz o söz konusu ilginç ürün, oksijenden başkası değildir elbet.
Hiç kuşkusuz canlılık enerjisini güneşten almaktadır. Ancak bu demek değildir ki, enerji dönüşümünü sadece ve sadece güneş gerçekleştiriyor. Oysa güneş daha çok ışık kaynağı olmak için vardır. Zira fotosentez formülünde bitkinin enerji dönüşümüne baktığımızda bu enerji dönüşümünde sadece güneş rol almayıp fotosentez hadisesinde diğer birçok unsurlarında bir bütün olarak aktif rol aldıklarını görürüz. Keza insan ve hayvan için enerji nedir diye düşündüğümüzde ise sindirim sisteminde yer alan bir takım enzimler aracılığı ile gerçekleştiğini müşahede ederiz. İşte bu gerçeklerden hareketle şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki bilhassa bitkilerde fotosenteze katılan tüm unsurlar bir bütün olarak devreye girmeksizin enerji dönüşümlerin gerçekleşemeyeceğidir. Yani bu demektir ki, enerji dönüşümünde güneş tek başına bir anlam ifade etmez. İlla ki bitki hayatında fotosentezin gerçekleşebilmesi için bikere her şeyden önce güneş ışığının bitki hücrelerinin içerisinde var olan klorofil molekülleri tarafından absorbe (emilerek) edilmesi gerekir ki kimyasal enerji dönüşümü sağlanabilsin. İcabında bu da kimyasal tepkimeye giren maddelerin de bir takım moleküllere ayrışıp serbest halde oksijen açığa çıkmalı ki tam manasıyla enerji dönüşümleri gerçekleşebilsin. Öyle ki fotosentez hadisesinde bir yandan enerji dönüşümü gerçekleşirken diğer yandan hidrojende boş durmayıp NADP (Nikotinamid Adenin Dinukleotid Fosfat) molekülüne bağlanmakta, derken ortaya muazzam bir enerji ürünü ATP (Adenozin Trifosfat) molekülünün üretimi gerçekleşmekte. Kelimenin tam anlamıyla yeşil bitkiler önce güneş ışığından aldıkları enerji yardımıyla ve yaprağın içerisinde konumlanmış klorofil maddesinin sentezleme rolü sayesinde havanın karbondioksitini redükleyip organik besin üretilmesiyle birlikte güneş enerjisi kimyasal enerji haline dönüşür ki; bu olay Yüce Allah’ın kanunu fotosentez mucizesi olarak anlam kazanır. Nitekim bu mucizevî olay;
6CO2+12H2O → C6H12O16+ 6H2O + 6O2 şeklinde formüle edilir de. İşte bu şekilde formüle edilen Fotosentez hadisesi gerçekleşirken bu formülün işleyişini doğrudan etkileyen diğer faktörleri de unutmamak gerekir. Ki, o etken faktörler şu şekilde sıralayabiliriz de:
1-)Ortamsal faktörler,
-Işık,
-CO2,
-H2O,
-Temperatür (sıcaklık),
-Kimyasal madde ve mineral tuzların etkisi.
2-)Bitkisel Faktörler
-Yaprağın yapısı.
-Klorofil içeriği,
-Protoplazma hidrasyonu,
-Fotosentez ürünlerin birikimi,
3-) Fotosentezi etkileyen anatomik özellikler:
-Stoma yapısı,
-Kutikula,
-Epidermis kalınlığı,
-Sklerankima miktarı,
-Vasküler doku oranı vs.
Kemosentezle fotosentez yapan canlılar
Kemosentez olayı başlangıç itibariyle bakterilerle inorganik maddelerin işbirliğine dayalı mayalanma veya solunum faaliyetleri neticesinde ortaya çıkan organik madde üretim olayı olarak bilinir. Bir başka ifadeyle inorganik maddelerden organik madde üretilmesine kemosentez denmektedir. Tarif etmek iyi hoşta, ancak bu söz konusu alanda hangi bakterilerle işbirliği yapılmakta sorusu ister istemez aklımıza takılmaz da değil elbet. Nitekim bunun cevabı için mikrobiyoloji kaynaklarına başvurduğumuzda kemosentez olayında rol oynayan mikroorganizmalardan en dikkat çekenlerinin şu isimlerle karşılaşacağımızı görürüz:
-Nitrit bakteriler,
-Nitrat bakteriler,
-Demir bakteriler,
-Kalay bakteriler,
-Hidrojen bakteriler,
-Metan bakteriler.
İşte yukarıda sıralanan bu söz konusu bakteriler sayesinde organik bileşikler mayalanma veya solunum kademelerinin her bir aşamasında sentezlenme, parçalanma ve ayrışmalar neticesinde açığa çıkan enerji ve karbondioksitin (CO2’in) redüksiyona uğramasıyla birlikte asimilasyon olayı vuku bulur ki, bu olay biyoloji dilinde heterosentez olarak karşılık bulur da. Örnek mi? İşte propiyonik asit bakterileri bunun tipik misalini teşkil eder. Nitekim bu söz konusu bakteriler yaşadığı ortamda karbondioksiti (CO2’i) asimile ederekten gliserine ayrışması sonucunda serbest halde propiyonik asit üretebiliyorlar. Şayet karbon redüksiyonuna veya üretimine yönelik gerekli olan enerji başka yollardan değil de, sırf kimyasal tepkimeler kanalıyla sağlanırsa bu olay kemosentez olayı olarak karşılık bulur.
Fotosistem I ve Fotosistem II
Bilindiği üzere fotosentez hadisesinin kemosentez olayından farkı güneşten gelen ışığı kimyasal enerji haline dönüştürülmesi şeklinde (ATP ve NADPH şeklinde) cereyan etmesidir. O halde ışık deyip teğet geçmemek gerekir. Hem nasıl ışık deyip teğet geçilebilir ki, ışık bikere sadece fotosentez için değil insan için de çok büyük katma değerdir. Zira ışığın insan hayatında kültürel anlamda ilahi feyizlenmeyi hatırlatan bir değeri de söz konusu olduğu gibi biyolojik anlamda yediğimiz gıdalarda ışık kaynağının doğrudan etken unsur olması hasebiyle de kayda değerliği söz konusudur. Malumunuz biyolojik sistem ışık reaksiyonu bakımdan bir takım dalga boylarının uzunluğu veya kısalığına göre “Fotosistem I ve Fotosistem II” şeklinde boy gösterip reaksiyon verirler. Mesela elektronun uyarılmış tekli durumdan (yüksek enerji düzeyi durumu) uyarılmamış duruma dönüşmesi sonucu, yani bir diğer fotonun tetiklemesiyle absorbe edilmiş enerji dışarıya gerçek ışık olarak yansır ki, bu durum fen bilimlerinde “floresans olayı” olarak tanımlanır. Anlaşılan o ki, bir pigment molekülünün ışık yönünden uyarılmamış elektron çiftleri daima ters yönde dönüş yaparaktan sistem içerisinde sanki durakta bekler halde potansiyel güç olarak yerli yerinde ‘0’ olarak kalabiliyor. Hele ne zaman ki, bu potansiyel güçler bilhassa soğuk cisimlerde moleküler fotononun absorbe edilmesinin daha uzun bir dalga boyunda bir başka fotononun sistem sıfır noktasındayken fotonun tetiklemesiyle uyarılı verirler, işte o zaman floresans olayı gerçekleşecek demektir. Öyle ki fotosistem sıradan bir olay olmayıp son derece planlı “Biyolojik ışık sistem” olarak karşımıza çıkar. Nitekim Fotosistem I çerçevesinde ışık enerjisini taşıyan fotonların (paketçiklerin) klorofil tarafından emildiğinde daha yüksek enerji haline dönüştüklerini gözlemleyebiliyoruz. Akabinde mevcut yüksek enerji potansiyeli avantajıyla elektronların ferrodoksine iletildiğini gözlemleriz. Ferrodoksin de kendisine iletilen bu emaneti sitokrom-b6’ya devreder. Stokrom b6’da devr aldığı elektronu stokrom f’ye aktarır. Nitekim elektron zincir ağının dönüp dolaşacağı yer tekrar başlangıçtaki konuma gelmek olacaktır. Yani aslına rücu edip klorofil hale dönüşü gerçekleşir. Böylece geçirdiği döngü sayesinde zinde bir enerji kazanmış halde yeniden diriliş kodlarına dönmüş olur. Hiç kuşkusuz gündelik hayatta sıkça kullandığımız zinde güç ya da güç tazelemiş zinde hayat gibi kavramlar sadece insanoğluna has bir durum değil elbet. Hiç kuşkusuz aynı durum bitki içinde geçerli olup bünyesinde cerayan eden döngü serüvenleri tamamladığında açığa çıkan ADP molekülüne yeni bir fosfat bağı bağlanmasıyla birlikte güç tazelemiş bir halde bir anda ATP üreten enerji deposu haline gelebiliyor. Kelimenin tam anlamıyla bunun adı yeniden güç tazelemek ya da enerji bakımdan bir üst enerjiye sıçramanın ta kendisi enerjik olma hadisesidir bu.
Şurası muhakkak uyarılmış tekli durumdan elektronun dönüş yönü her an değişebilir de. Bu durumda aynı eksen üzerinde dönen elektron bir süre daha tekli durumda (uyarılmış) kalır ki buna uyarılmış triplet adı verilir. O halde triplet konumunda uyarılmış elektronun diğer elektronun yanında bulunabilmesi için yine eski dönüş yönünü tekrardan kazanması gerekir ki, enerji taşınımı sonucunda “reversibl oksidasyon-redüksiyon” olayları gerçekleşebilsin. Ki gerçekleşecek olan bu olayda serbest radikallarin redüklenmesiyle de fotosentez olayında bunun adı NADPH+ enziminin oluşturduğu serbest radikal olarak karşılık bulur. Ve adına serbest radikal denen bu söz konusu NADPH’ın NADPH oksidaz ile oksitlenmesi sırasında vuku bulan hadise şu şekilde formüle edilir de:
Işık→ Pigment → Uyarılmış pigment →H2O + NADP+→ CO2 + NADPH + H+ tarzında formüle edilir. Hatta bu arada yapraklarda doğal bir hidrojen yakalayıcının bulunduğunu keşfetmiş biri bilim adamı olarak adından söz ettiren Robert Hill; izole edilen kloroplastların ortamda karbondioksit (CO2) olmadan bile oksijen üretebileceğine dikkat çekmiştir. İşte Robert Hill’in ortamı iyi koklayıp keşfettiği bu maddeler Ferrodoksin ve NADPH’den başkası değildir elbet. Dolayısıyla bu durumda H2O + NADP → ½ O2 + NADPH + H+ şeklinde oluşan reaksiyona Hill reaksiyonu denmektedir.
Plastidler
Bitki hücre sitoplâzmasının hayvan hücresinden en bariz farklı yanı içerisinde plastidlere sahip olmasıdır. Plastitler yapı olarak daha çok mitokondrilere benzemekte. Plastidlerin renksiz olanlarına levkoplast (lökoplast) denirken renkli olanlarına da kromatofor denilir. Yeşil bitkilerin ışık gören kısımlarının kromatoforlarında daha çok yeşil renkli klorofil taşıyan plastidler (kloroplastlar) mevcuttur. Bu yüzden kloroplastlar fotosentezin gerçekleştiği bölgelerin ta kendisi gözüyle bakılır. Bu söz konusu bölgelerde her renk ve her tonda ne yapılacaksa onun gereği için bütün sistem tam donanımlı bir şekilde donatılmış durumda. Öyle ki bu donanım sayesinde bitkiler de değişik renk ve desene sahip çiçekleriyle tüm âlemi selamlayıp kimi yeşil, kimi sarı, kimi kırmızı vs. renge bürünerek yaşadığımız coğrafyamıza renk kattıkları malum. Hiç kuşkusuz gözümüzü rengârenk büyüleyen bu hoş durum kromatoforların marifetiyle gerçekleşen renk cümbüşü hadisesinin ta kendisi hoş bir durumdur.
Bilindiği üzere kromatoforların sarı, turuncu veya kırmızı olanlarına kromoplast olarak adlandırılıp, kromoplastlarda kendi içinde karotin (turuncu), ksantofil (sarı) ve likopin (kırmızı) renk maddeleri diye tasnif edilip deyim yerindeyse bütün çiçek ve meyveler renklerini bu maddelere borçlular. Fakat bir kısım çiçeklerde vardır ki; meyve haline dönüşecekleri aşamalarda klorofillerini kaybetme eğilimine girdiklerinde olgunlaşma emaresi diyebileceğimiz tek tip kromoplast hale bürünmekteler. Keza bir kısım bitkiler de vardır ki toprak altı yumruları karanlıkta levkoplast halde iken bir anda ışıkla karşı karşıya kaldıklarında ancak kloroplast hale dönüşebilmekte. Nitekim patatesin toprak altında gün yüzüne çıktığında yeşillenmesi bu kabilden örnek olarak karşımıza çıkmakta.
Her neyse hazır renk oluşumlarından bahsetmişken pigmentlerin bileşik yapıları nasıldır üzerinde biraz durabiliriz. Örnek mi? Mesela karotenoidler; rengi sarıdan mora kadar değişen lipit yapıdaki bileşiklerdir. Dolayısıyla bu pigmentler domateste vs. gibi bitkilerde likopen adlı kırmızı pigment maddesinin türevi olarak kabul görür. Likopenin kapalı formülü ise C40H51 şeklinde doymamış hidrokarbon zinciriyle formüle edilir. Bilindiği üzere bitkilerde en çok bulunan karoten cinsi β- karotenoid olup bunun yanında değişik oranlarda α-karoten de bulunur. Hakeza sadece karbon ve hidrojenden oluşan karotenoid bileşiklerine ise karotenler denip, bu arada zincirin ek almış oksijen içerenine ise ksantofil denmektedir. Ayrıca ada yeşil yapraklarda bulunan karotenoidlerin ikinci kolu diyebileceğimiz ksantofil bileşikleri de; α–ksantofiller, β-ksantofiller (lutein), zeaksantin, β kriptoksantin ve violaksantin olarak gruplandırılır. Hatta bunlara ilaveten Richard H. Goodwin adında bir Amerikalı Botanikçi; klorofil ve karotenoidlerin aynı protein molekülüne eşdeğer diyebileceğimiz fotosintinin sisteme dâhil olmasıyla birlikte karmaşık bir bileşik yapı oluşturduklarını ortaya koymuştur. Hatta birçok araştırıcılarında karotenoidlerin fotosentez için belirli büyük dalga boyda ışık enerjisini absorbe ettiğinden dem vuraraktan absorbe edilen maddenin klorofil-a’ya aktarıldığından ve aynı zamanda fototropizmle bitkilerin fazla ışıktan korunaraktan gelişmelerini sürdürdükleri konusunda da fikir beyan etmişlerdir.
Bitkiye adını veren yeşil madde (klorofil)
Nasıl ki kana kırmızı renk veren molekül hemoglobin denen molekül maddesi ise hiç kuşkusuz bitkilere de yeşil rengini veren klorofil molekül maddesinden başkası değildir elbet. Ayrıca kloroplastlar içerisinde grananın stroma içine gömülmüş disk benzeri plakalar da vardır. Bu plaka oluşumu şu safhalardan geçerek, yani tilakoidler bir araya gelmesiyle granum, granumların bir araya gelmesiyle de granaların oluşumu gerçekleşir. Öyle anlaşılıyor ki yüksek bitkiler içerisinde yer alan pigment maddeler lamel sisteminin yoğunlaşma bölgeleri üzerinde üst üste gelip granum oluşturmaktalar. Kloroplastlar içerisinde granumun aralarını dolduran stroma adı verilen bir sıvı daha vardır ki, bu sıvı fotosentez olayında plaka oluşumunun ilk safhasında en küçük temel birim olan tilakoit zarını teşkil eden ve iç zar denen stroma lamellere ilaveten granüller, lipit damlacıkları, nişasta taneleri ve veziküllerin varlığı da söz konusudur.
Fotosentez olayında klorofilin birçok çeşidi hele devreye girmeye görsün, özellikle bunlar arasında adına klorofil-a ve klorofil-b denen iki ayrı pigment sistemi fotokimyasal reaksiyon oluşturduklarında rengârenk göz kamaştırır ürün olarak karşımıza çıkıverir de. Nasıl göz kamaştırmasınlar ki, baksanıza karışımızda iki türlü pigment sistemi var, bunlardan bir tanesi PS-I olarak bilinen klorofil-a maddesi, diğeri ise PS-II olarak bilinen klorofil-b maddesidir, elbette ki bu durumda göz kamaştıracaklardır. Genellikle bu göz kamaştırıcı bitki renklenmesi dünyasında “Pigment sistem I (PS-I)” kapsam alanına giren reaksiyonlarda ışık enerjisi karotenoidler tarafından emilerek klorofil b ve klorofil 653 vasıtasıyla P700’e devr olunarak renklenmeler tamamlanır. Diğer “Pigment sistem 2 (PS-II)” sahasına giren ışık enerjisi olayında ise mavi yeşil renkli fikobilin maddesi “klorofil-b” ve “klorofil-a 673” tarafından bağlandıktan sonra P700’e aktarılarak renklenmelerden maksat hâsıl olmuş olur. Mesela ışık altında pek çok oksitlenme olayının arka planında P700’e elektron veren maddenin stokrom f veya bakır içeren bir protein yapıdaki plastosiyanin olduğuna dair birçok delil vardır. Gelinen nokta itibariyle son görüşler; pek çok olayda yer alan elektronun stokrom f’den plastosiyanine aktarıldığı noktasında birleşir. Ayrıca Stokrom f’nin plastosiyanine verdiği elektronlar Plastokinon (PS-II) sistem kaynaklı veya sudan (H2O)’dan kaynaklı oksitlenme olduğu tahmin edilmektedir. Madem öyle bu oksitlenme bu elektron zincirini;
Sitokrom fe’ → plastosiyanin → –eP700 şeklinde özetleyebiliriz:
Peki, denklem iyi hoşta, belki aklımızın ucundan: “İyi hoş güzelde klorofilin bu kadar çeşitlenmesine ne gerek vardı, birçok olay tek başına üstlenilemez miydi” şeklinde bir mantık sorgulaması geçebilir de. Tabii ilk etapta böylesi bir mantık kurgusu akla yatkın gelse de kazın ayağı hiçte öyle değil. Çünkü bitkiler her ne kadar çok sayıda bağrında klorofil maddesi taşısalar da bir noktada tam kapasite yönünden tek başlarına kala kaldıklarında yetersiz oldukları gözlemlenmiştir. Besbelli ki bu noktada pek çok enzim ve ko-enzim desteğine de ihtiyaç vardır. Nitekim bir ışık kuantumun emilmesi veya bir elektronun serbest halde bir merkeze taşınabilmesi için değim yerindeyse mutlaka sağdan soldan işbirliği yapması gereken molekül gruplarına ihtiyaç vardır. Ki, söz konusu destek için gerekli sayıda en küçük molekül grupları fotosentetik birimler olarak adından söz ettirirler. İyi ki de tüm birimler tam kapasite halde destek vermekteler, böylece bu sayede bir elin nesi var iki elin sesi var misali kloroplast lamellerinde takriben 200-300’er gruplar halinde kümelenmelerin varlığı vuku bulur. Böylece oluşan bu kümeler güç oluşturaraktan bitki hayatına soluk aldırmış olurlar ki, bu kümelenmeye kuantozom adı verilir.
Şayet yukarıda bahsedilen pigment sistemlerine dışarıdan iki farklı dalga boyunda ışık enerjisi verilmesi durumunda fotosentez üzerinde birtakım etkiler oluşturduğu gözlemlenmiştir ki; bu görülen etkiye bilim adamı Emerson adına atfen kırmızı düşüş anlamına gelen Emerson etmeni denilir. Nitekim Emerson; bitki pigment sistemlerine yüksek dalga boyunda ışık verdiği zaman fotosentetik kuantum veri ölçümlerinde ciddi manada büyük bir azalmalar görmüş ve bu azalmayı kırmızı düşüş olarak nitelendirmiştir. Hani politik alanda sıkça kırmızıçizgiler denilir ya, bu olayda da ister istemez kırmızı düşüş hadisesi geçerli akçe olsa gerektir diye insanın düşünesi geliyor içinden.
Kırmızı alarm vermeyen normal bir kloroplastlar içerisinde ekseriya klorofil-a ve klorofil-b diye iki dalga boyu bulunur. Ki; klorofil a pigment maddesi 662 milimikron dalga boyu seviyelerde absorbsiyon yaparken klorofil b pigment maddesi ise 654 mikron dalga boyunda absorbsiyon yapmaktadır. Ayrıca bunlara ilaveten bilim adamı Bessel Kok tarafından 700 nm dalga boyunda absorbsiyon yapan bir klorofil tipi daha bulunmuş olup, bu pigment tipi P700 olarak kodlanmıştır. Peki, bilim adamı Bessel Kok pigment kodu bulur da Allen ve arkadaşları bulmaz mı, elbet onlarda hızını alamayıp 8 farklı tipte klorofil pigment tipini adeta tereyağından kıl çekercesine kodlayacaklardır. Söz konusu pigment elemanlarına klorofil a, klorofil b, klorofil c, klorofil d ve klorofil e olmak üzere buna fotosentetik bakterilerde bulunan bakteriyo klorifil-a, bakteriyo klorifil-b, bakteriyoklorofiller ve bakterioviridin (klorobium klorofil) türü pigment elemanlarını da dâhil edebiliriz pekâlâ. Anlaşılan o ki; klorofil pigment elemanlarının her biri genellikle spektrumun mavi ve yeşil bölgelerinde absorbe olup, β karoten maddesi ise en çok mavi bölgede absorbe olmakta. Ancak absorbe olan her bir maddenin fotosentez yoluyla aldığı ışığın şiddeti belirli bir sınırı aşarsa işte o zaman klorofilin katalizörlüğünde ister istemez fotooksidasyon olayı söz konusu olacaktır.
Şurası muhakkak değişik dalga boylarında faaliyet sergileyen birçok klorofil molekülü daha çok halka varı bir tetra (dört) pirolik yapıya sahip olmakla birlikte bu halkasal yapı merkezinde magnezyum (Mg) atomunun bulunmasıyla daha çok dikkat çekicidir. Keza prol halkaların birinde yer alan alkol bileşiğinin fitol zinciri de dikkat çeken bir bileşiktir. Klorofil molekülün türevi klorofil a ile b arasındaki fark daha çok C3 atomları üzerinde görülmekle birlikte diğer birkaç belirgin farkları maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz de:
-Klorofil a’dan atoma bir metil grubu bağlanırken klorofil b’den ise bir aldehit grubu bağlanır.
-Klorofil a 429 nm dalga boyunda özümleme yaparken klorofil b ise maksimum 453 nm dalga boyunda absorbsiyon yapar.
-Klorofil-a petrol eterinde çözünürken klorofil-b ise metil alkolde iyi çözünür.
-Klorofil-a’nın kapalı yapı formülü C55H72O5N4Mg tarzında formüle edilip klorofilin-b (C55H70O6N4Mg)’nin bu yapıdan tek farkı Mg atomunun merkezde yer almış olmasıdır. Merkezde yer alan Magnezyum atomuna da 4 nitrojen (azot) atomu bağlanarak halkalanmış olur. Nitrojen atomların çevresine ise karbon, hidrojen ve oksijen halkaları dâhil olur. Böylece zincirin tüm halkalarını bir bütün olarak baktığımızda oluşan dört karbonlu ve bir nitrojenden oluşan bu halkaya pirol halkası (C4H4NH) olarak anlam kazandığını görürüz. Şayet dört pirol birbirine zincirlemesine bağlanırsa bu durumda tetrapirol halkasından söz ederiz. Yok, eğer tetrapirol halkası kapalı bir halka görünümde ise o zaman bu halka dört metiliden (-CH=) köprüsüyle birbirine bağlı dört pirol anlamında porfirin den söz etmiş oluruz. O halde genel şematik olarak kloroil a ve klorfil b halkasını şöyle çizimleyebiliriz:
CH3

C
⁄⁄ \
Klorofil a

H – C ≡ O

C
⁄⁄ \
Klorofil b

Klorofilin kalbi Magnezyum atomu
Yukarıda sıraladığımız ayrıntılardan belki de en ilginç olanı magnezyum atomunun merkez gizemliliğidir. Her ne kadar uzun yıllar gizemliliğini korumuş olsa da bilimsel çalışmalar ışığında gelinen noktada magnezyumun artık klorofilin kalbi olduğu bilinen bir gerçeklik olarak sır olmaktan çıkmış durumda. Madem magnezyum adeta kalb motoru görevi yapmakta, o halde magnezyumu klorofilin merkezinde yer alan metal kompleks yapısında porfirin olarak tanımlayabiliriz. Nasıl ki kana hayat veren hemoglobinin hem grubundaki hem demiri (demir porfirin) bir canlı için ne kadar önem arz ediyorsa aynen öyle de magnezyum porfirin bileşiği de bitkiler için aynı ölçüde hayati fonksiyona sahip bir madde özelliği içermektedir. Nitekim kandaki demir porfirin oksijeni reversibl olarak bağlayıp solunumda çok önemli yapı taşı görevi ifa etmektedir. Bazı bakteriler hariç tüm canlılarda bulunan ve elektron taşıyıcı olarak da görev üstlenen, ATP üretiminde sorumluluk yüklenen ve aynı zamanda fotosentezde aktif rol oynayan bir diğer önemli metalloporfirin ise hiç kuşkusuz hemoprotein yapısında sitokrom’dan başkası değildir.
Kelimenin tam anlamıyla fotosentezle ilgili tüm olaylar bitkinin stoplazmik organeli olan kloroplastlarda cereyan etmektedir. Hiç kuşkusuz kloroplast hücreleri içerisinde en dikkat çekeni de bitkiye doğrudan yeşil örtü olan maddelerin en başında klorofil molekülünün geldiğini çok rahatlıkla söyleyebiliriz de. Esasen klorofil molekülü polar yapıda olup, yapısında hidrofilik bir porfirin ‘baş’ kısım ile lipofilik bir ‘kuyruk’ kısım bulunur. Kloroplastın en dışında ise iki membrandan oluşan bir zar tabakası bulunur.
Karbonun önemi
Bilindiği üzere tabiattaki karbon, C–12 (karbon on iki) olarak adlandırılıp, bu karbonun oksijenle birleşmesi sonucunda karbondioksit (CO2) meydana gelir. Karbondioksitin gerek bitki gerekse hayvan hayatında çok büyük önemi vardır. Bu yüzden biyolojik nizamın dengesinde C–14/C-12’ye oranının hem biyosfer döngüsü içerisinde hem de canlı organizma içerisinde sabit tutulması gerekir. Şurası muhakkak; karbon denge ayarının sağlanmasında ışık şiddeti çok büyük önem arz eder. İşte bitki organına özgü tayin edilmiş ve son derece bitki için çok öneme haiz bu söz konusu ışık şiddetine ışık kompensasyon noktası denmektedir. Mesela fotosentez hızının solunum hızıyla denkleştirilmesi durumlarında bir bakıyorsun ortamın CO2 yoğunluğuna paralel olarak bitki üzerinde bitkiye has CO2 kompensasyon noktası tezahür edebiliyor.
Bitkilerde NADP+ redüksiyonu
Bir bilim adamı Daniel Arnon; izole edilen kloroplastların ışık altında pirimidin nükleotidlerinin redükte edilebildiklerini müşahede etmiştir. Böylece edindiği gözlemler ışığında NADPH’nin fotosentez olayı neticesinde önemli bir enerji kaynağı olduğunu ve redükte pirimidinin ise nükleotid olduğunu fark edivermiştir. Öyle ya, madem optimal ortam şartlarında H2O, ADP ve P olduğunda NADP+ redükte olabiliyor, o halde bu olayı;
2ADP + 2P + 2NADP + 4 H2O → 2ATP +O2 + 2NADPH2 + H2O şeklinde formüle edebiliriz. Formülden de anlaşıldığı üzere ATP, NADPH2 ile birlikte asimilasyon olayına güç katmaktalardır.
Bilindiği üzere herhangi bir maddenin pozitif yükle yüklenirken o esnada negatif yük kaybına uğrayıp azalmasına redüksiyon denmektedir. Dilimizde ise malum redüksiyon indirgenme anlamında, yani oksidasyon olayının tam tersi bir kavram olarak ifade edilir. Redüksiyon olayı birtakım maddeler üzerinde cereyan ettiği gibi bitkiler üzerinde de an be an cereyan etmekte. Kaldı ki bu konuda bilim adamları kloroplast içerisinde yer alan bir proteinin NADP’yi redükte ettiğini tespit etmişlerdir. Hatta tespit etmekle kalmamışlar söz konusu proteini NADP redükte eden faktör diye tanımlamışlardır. Fakat daha sonraları bu tanımlanan faktörün demir içeren bir protein olduğu anlaşılınca o gün bugündür adı hep ferrodoksin diye anılmıştır. Böylece NADP+’nin Fd (ferrodoksin) tarafından redüksiyona uğramasında Fd- NADP+ redüktaz enziminin çok büyük bir rol oynadığı belirlenmiştir. O halde tüm bu bilgiler ışığında bitkilerde fotosentez olayı ile birlikte cereyan eden NADP+ redüksiyonunun:
“-Ferrodoksinin fotokimyasal reaksiyonu,
- Fd-NADP+ redüktaz tarafından Fd’nin yeniden oksitlenmesi,
-Fd-NADP+ redüktazın NADP+ ile birlikte yeniden oksitlenmesi” şeklinde bir dizi aşamalardan oluştuğunu belirtebiliriz.
Fotofosforilasyon
Bilindiği üzere ışık enerjisi yardımıyla ADP’ye bir fosfat bağlanarak ATP sentezlenmesi hadisesi gerçekleşir ki, n bu hadise fotofosforilasyon diye tarif edilir. Fotofosfiralasyon hadisesi de kendi içinde ışık reaksiyonlarının klorofilden kopan elektronun yeniden aynı klorofile dönüp dönmemesine göre de devirli ve devirli olmayan fosforilasyonlar olarak kategorize edilir. Nitekim bu noktada Daniel Arnon ve arkadaşları bir teori geliştirip izole ettikleri kloroplastların güneşten aldıkları ışık sayesinde 2 ATP oluşturacak şekilde sentezleyebildiklerini gözlemleyerek bu olaya devirli fotofosforilasyon adını vermişlerdir. Hakeza ikinci yöntem olarak da yaptıkları denemelerde klorofil a ve klorofil b’nin birlikte hareket edip klorofil a’dan kopan parçaların NADPH2 yapısına katılaraktan devirsiz fotofosforilasyonun vuku bulduğunu gözlemlemişlerdir. Derken devirsiz fotofosforilasyon reaksiyonun neticesinde 1 ATP ve 2 NADPH2 sentezi gerçekleştiğinin gözlemi yapılmıştır. Anlaşılan o ki; her iki olayda da ışık enerjisinden ATP sentezlenip kimyasal enerjiye dönüşebilmesi için illa ki hidrojen moleküllerini yapılandıran bir redükte edici maddeye ihtiyaç olduğunu fark ederiz. Aralarında en belirgin fark ettiğimiz bir şey daha var ki, devirli fotofosforilasyon reaksiyonları için gerekli olan enerji 1 ATP olarak sentezlenirken devirsiz fotofosforilasyon reaksiyonları içinse gerekli olan enerjinin 2 ATP olarak sentezlenerek karşılandığı gerçeğidir. Hakeza yine her ikisi arasında en bariz fark ettiğimiz bir şey daha var ki, o da devirli fotofosforilasyon hadisesinde klorofilden kopan elektron parçaları aslına geri dönüş yapabilirken devirsiz fotofosfıorilasyonda ise klorifile tekrardan geri dönüşün bir daha yapılamıyor olması gerçeğidir.
Kloroplastlar 680 nm dalga boyundan daha uzun dalga boylarında ışıklandırılmaya muhatap kaldıklarında H2O’dan elektron (e-) sağlayamadıkları için hem devirsiz fotofosforilasyonun faaliyetinin hem de NADPH2 oluşumun durdurulduğu gözlemlenmiştir. Ne zaman ki kloroplastlar 673 nm dalga boyunda sabit bir ışıklandırılmaya maruz kalır, işte o zaman devirsiz fotofosforilasyonun ve NADPH2 oluşumunun teşekkül ettiği gözlemlenmiştir. Böylece bu büyük buluşmanın neticesinde karbondioksit (CO2) redüksiyonu gerçekleşip, ATP daha etkin konuma gelebilmektedir. Dahası klorofil maddenin maharetiyle indirgenen karbondioksitle birlikte oluşan ATP ve NADPH2 oluşumu bir noktada bitkiye nefes aldırıp ortaya çıkan tüm ürünler bu büyük buluşma sayesinde karbonhidrat halinde redüklenmeye hazır vaziyet hale getirilmiş olunur. Kelimenin tam anlamıyla devirli fotofosforilasyon olayında herhangi bir madde teşekkül etmezken devirsiz fotofosforlasyonda ise tam aksine 2 NADP ve oksijen (O2) teşekkül etmektedir.
Hâsılı işin özü 680 nm dalga boyu üzerinde ışıklandırılan kloroplastların devirli olmayan fotofosforilasyonla faaliyetleri durdurulmuş olsa da her önü kesilenin mutlaka bir çıkış yolunun olacağı gerçeğini de unutmamak gerekir. Nitekim umutsuzluğun bittiği yerde PS-I sistemi umut olup, bir anda kloroplastların etkin bir hale gelmesine yetebiliyor. Böylece PS-I’in 680 nm üstü dalga boyunda uyarılan elektronlar P700’den elektron tutucu olarak bilinen ferrodoksine (Fd)’e geçmesi sağlanır. Ferrodoksin ise aldığı elektronları sitokrom b6’ya veya plastosiyanina aktarır. Derken buradan stokrom-f ve plastosiyanin vasıtası ile elektronlaı en nihai varacağı menzil P700’i durağı olur. Bir başka ifadeyle ferrodoksin NADP+’ye elektron aktaramadığı için değim yerindeyse yol güzergâhını değiştirip kendi bünyesinde tuttuğu elektronları sitokrom b6’ya veya plastosiyanine aktarması neticesinde en nihayetinde elektronlar P700 menziline ulaşmış olurlar. İşte tam bu esnada gerçekleşen ATP sentezinin ya Ferrodoksin ve Sitokrom-b6 arasında ya da Sitokrom-b6 ile sitokrom-f sentezi arasında gerçekleştiği düşünülür. Hem hangisi arasında ATP sentezi gerçekleşirse gerçekleşsin sonuçta her iki durumda da cereyan eden hadise devirli fotofosforilasyon olarak adından söz ettirmiş olunur.
Şurası muhakkak fotosentezin karanlık reaksiyonlarında ışığa ihtiyaç duyulmaz. Sadece fotosentez sonucunda ışığın kimyasal enerjiye dönüşmüş hali daha sonraki aşamalara hazırlık olsun diyebileceğimiz karbon devri reaksiyonlarında kullanılmak üzere 1 ATP, 2 molekül NADP ve Hidrojen (H) şeklinde deveran eylenir. Ve deveran eyleyen fotosentezin vuku bulduğu karanlık reaksiyonlarında bu iş için gerekli kloroplast matriksinde sitokrom enzimleri bulunur. Nitekim Amerikalı Biyokimyacı. Melvin Calvin tarafından karbondioksitin kloroplastın stroma bölgesi üzerinde cereyan eden reaksiyonları karbon devri reaksiyonları olarak değerlendirilip karbon devrinin son halkasında oluşan ürünlerinse glikoza çevrildiğini gözlemlemiştir.
Devirsiz fotofosforilasyon
Bilindiği üzere ışık reaksiyonlarında ışık ve su olmazsa olmaz şartlar arasındadır. Yani her ikisi de mutlaka gereklidir. Işık evresinde asla karbondioksit kullanılmaz. Dolayısıyla bu noktada devirsiz fotofosforilizasyonda iki ışık reaksiyonun varlığının tahmin edildiğini söyleyebiliriz.
Tahmin edilen birinci ışık reaksiyonunda; fotonu bünyesine alan klorofil-a enerjik durum kazandığında elde ettiği enerjinin bir elektronunu ferrodoksine transfer ettiği ve böylece ferrodoksin de başım gözüm üstüne deyip bağrına basacağı elektronu NADP molekülüne gönderecektir. İşte tam bu gönderme işlemleri esnasında bağrında taşıdığı ferrodoksin enzimi sayesinde NADP molekülünü hidrojen iyonuyla sentezleyip NADPH2 üretilir. Derken suyun iyonlaşması sonucu (fotoliz) kazanılan hidrojenler kullanılarak NADPH2 üretilmiş olur. Keza elektronların su kanalıyla ferrodoksine taşınmasıyla birlikte de hem ATP sentezi oluşmakta, hem de pigment sistemleri aktif hale gelmiş olur.
Şu bir gerçek elektronların fotosentezin karanlık reaksiyonlarda kullanılması ancak H2O’dan gelen elektronların tek yönlü olarak Fp (flavoprotein) enzimine ulaşmasıyla gerçekleşmekte. Yani söz konusu enzim NADP’yi redükte etmesiyle birlikte fitili ateşlemiş olur. İşte bu şekilde elektron alınımı ile gerçekleşen ATP sentezi olayı devirsiz fotofosforilasyon diye adlandırılır.
İkinci ışık reaksiyonda ise dışarıdan gelen fotonu emen klorofil-b maddesi enerjice fonksiyon kazanıp elde edilen kazanılmış elektronu bileşik moleküle taşır. Derken bu esnada klorofilden eksilen elektronun yerini su molekülünden gelen bir elektron karşılayıp reaksiyon sonunda oksijen açığa çıkmış olur.
Işıklandırılmış fotosentetik organizmalarda solunum ise iki şekilde olup, bunlar;
-Karanlıktakine benzer bir solunum,
-Fotorespirasyon (fotosolunum) mekanizması ile gerçekleşen solunum şeklinde kategorize edilirler. Normal solunum da malum gerek mitokondri vasıtasıyla gerek sitoplazmada fotoresprasyon için konumlanmış kloroplast vasıtasıyla ve gerekse peroksizom vasıtasıyla gerçekleşmektedir.

BİTKİYE HAYAT VEREN DÖNGÜLER
SELİM GÜRBÜZER
Dünyamız ilk başlangıçta alev almış yekvücut büyük bir kütle parçasıydı dersek yeridir. Nitekim big-bang patlamasıyla oluşan evrenimizden kopan dünyamızın zaman içerisinde soğuyaraktan taş kesilmesi neticesinde yeni bir süreç başlar. Derken zaman içerisinde bir kütle halinde taş kesilen dünyamızın okyanuslardan ayrılarak kıtalar oluşturması, akabinde kıtaların hammaddesi diyebileceğimiz kayaçların parçalanmasıyla birlikte ince kum (mil) ve tortul tabakalar halinde yeryüzümüz şekillenmiş olur. Anlaşılan o ki; dünyamızın başlangıçtaki ilk görünümü top şeklinde tek bir kütleden ibaretti. Ta ki Jeolojik devir boyunca biyojeokimyevi döngüler birbiri ardına devridaim eyledikçe tek kütle halinde ki dünyamız yeni bir çehreye bürünmek suretiyle yerini çeşitlenmeye bırakacaktır. Böylece jeolojik devirler boyunca biyojeokimyasal döngüler zincirlemesine devridaim eyledikçe bilim adamları oluşan tüm dönüşümleri;
-Gaz tipinde döngüler,
-Sediment ve tortul kayaç tipi döngüler şeklinde, yani nükseden oluşumlar iki grup başlığı altında mercek altına alacaklardır.
Bilindiği üzere gaz tipinde döngü içerisine giren pek çok elementlerin kaynağı atmosferdir. Tortul kayaçların tabakalarında cereyan eden döngülerin kaynağı ise çökelmiş sedimentlerdir. Nitekim jeolojik devirlere ait sedimentlerin katılaşmış tabakaları arasında fosilleşmiş canlıların biyolojik incelemeleri yapılaraktan da bir bakıma hayatın sırları çözülmeye çalışılıyor. Derken hayatın ne anlama geldiğini öğrenilmeye çalışıldıkça mikroskopta hücre içerisinde görülemeyecek kadar jelatinimsi, saydam, yapışkan ve aynı zamanda enerjisini güneşten alıp atmosferdeki karbondioksiti ayrıştırma kabiliyetine sahip pek çok protoplazmik yapılarla karşı karşıya kalınmakta. Dahası protoplazmik yapılar muhteşem sıvı görünümü bir yana bağrında taşıdığı bir dizi elemanlarıyla bilim adamlarının dikkatinden kaçmaz da. Zaten bilim adamlarının dikkatinden kaçmış olsaydı protoplazmanın hidrojeni su içerisinden nasıl kopardığını ya da karbon hidratları nasıl elimine ettiğini ya da ayrıştırılması zor olan birtakım bileşiklerden nasıl besin üretildiğinden bihaber olunacaktı. Bikere adı üzerinde protoplazma, yani tek bir hücrede canlı hayatının özeti diyebileceğimiz bir yapıdan söz ediyoruz Ki, bu muhteşem yapıda bir hayat tohumu kodludur. Üstelik bu hayat tohumu okyanusun derinliklerinden tutunda yeryüzü ile gök kubbe arasında var olan tüm canlıların hayat protoplazmasıyla uyum halde bile. Bu hayat protoplazmalarından en bilinenlerinden olan amipler tek hücreli canlıların en tipik misalini teşkil eder. Düşünsenize Amip gibi nice bir hücreli canlıların çok hücreli canlılarda ki gibi ağız, yemek borusu ve mide gibi organı olmamasına rağmen bir bakıyorsun kendine özgü yapılarıyla aç kaldıklarında değim yerindeyse bir şekilde rızkını temin edebiliyorlar. Nitekim Yüce Allah (c.c) canlı cansız her şeyi yarattığı gibi rızkını da yaratmakta, o halde arayan aradığı rızka kavuşur da.
Peki, iyi hoşta yaratılan her canlı sadece rızık peşinde mi koşar, elbette ki üreyip çoğalmakta ister, yaratılan tek hücreli bir canlıda olsa tıpkı bir amip gibi bölünüp iki ayrı amip şeklinde çoğalıp neslini devam ettirmek isteyecektir. Yani ikiyle de kalınmayıp bu iki yavru hücrenin de bölünüp dört ünite olacak şekilde çoğalmaları gerçekleşecektir. Böylece bizde bu arada tüm canlılarda yaşanan üremenin numune-i imtisal diyebileceğimiz bir küçük prototip örneğini amip üzerinde görmüş oluruz. Ne diyelim işte görüyorsunuz besbelli ki hayatın kaynağı protoplazma örneğinden hareketle yeryüzünde neşvünema bulan bitkiler yönüyle de hayatın iki ana temel kaynağa bağlı olarak sürecin işlediğini görüyoruz. Ki, bu iki temel faktör bitki hayatında:
-Enerjinin tek yönlü akış kaynağı olan güneş faktörü olarak,
-Bir takım Biyokimyasal reaksiyonların oluşturduğu döngü faktörleri olarak yer almaktadır
Düşünebiliyor musunuz herhangi bir bitki hücresi bir bakıyorsun hem kendisi için, hem de diğer canlı hücreler için gerekli gıdayı temin etmek adına güneş ışınlarını kullanabilme mahareti sergileyebiliyor. Anlaşılan o ki; Mutlak Hayat Sahibi Yüce Yaradan yarattığı hücreyi öyle mükemmel bir donanımıyla güç takat vermiş ki tüm kimyasal bileşikler hücre içerisinde döngüsünü gerçekleştirip ayrışabilsin. Böylece birbirine zincirlemesine bağlı en küçük birimden en büyük birime varan tüm bitki ve hayvan âleminde vuku bulan biyokimyasal döngüler sayesinde topyekûn olarak kâinat dengesi sağlanmış olur. Belli ki evrende biyokimyasal döngü biyotikten abiyotiğe, abiyotikten biyotiğe doğru bir eksen üzerinde seyri âlem eylemekte. İşte böylesi yer altı, yer üstün ve atmosferde konumlanan tüm elementlerin birbirleriyle karşılıklı olarak girdikleri kimyasal reaksiyonların neticesinde ortaya çıkan tüm çember oluşumları Biyojeokimyasal döngüler olarak adlandırılırlar.
Toprakta azot dönüştüren organizmalar
Bilindiği üzere C (karbon) , H (Hidrojen) ve O (oksijen) bitkilere doğrudan alınabilirken, N (azot) ise ancak dolaylı yoldan alınabiliyor. Zira azot devresinde kaynak atmosfer olurken, fosfor devresinde kaynak jeosfer tabakasında yer alan kayaçlar olmaktadır. Kaynak ne olursa olsun sonuçta bitki kökleriyle emilen azotlu bileşikler bir şekilde iletim elemanları vasıtasıyla bitkinin en uç noktalarına kadar taşınabiliyor.
Havadaki atmosfer kaynak olur da yeryüzünü oluşturan toprak kaynak olmaz mı? Elbette ki olur. Kaldı ki toprağa, kaynağın ötesinde bereketlenme manasına doğurgan toprak olarak da bakarız. Her ne kadar toprak deyince fiziki manada organik ve inorganik maddelerin karışımı bir madde akla gelse de kültürel anlamda her daim o bizim gönlümüzde toprak ana olarak yer edecektir hep. Yine de konumuz gereği toprağa analitik gözle baktığımızda bağrında taşıdığı karışım maddelerinden organik olanını canlı artıklar içerdiğini, inorganik olanının ise kaya parçalarının toz haline gelmiş maddeler olduğunu fark ederiz. Şu da bir gerçek toprağa asıl canlılık katan bitkilerin çok uzun zaman içerisinde çürümesiyle oluşmuş ve organik artıklardan oluşmuş koyu renkli humus toprağından başkası değildir elbet. Öyle ki humus faktörü toprağın bir yandan havalandırılmasını, drenajını artırırken ve su tutma kapasitesini artırırken diğer yandan da hem toprak içerisinde faaliyet gösteren mikroorganizmalara besin temin etmekte hem de bitkilere gıda olmaktadır. Bu demektir ki çürümüş canlı varlıkların cesetleri bile israf edilmiyor, bilakis toprağı doğurgan hale getirip bereket katmaktalar. Dahası bazı bakteriler sadece inorganik gıdalarla beslenmesine rağmen büyük bir kısmı gıdalarını dışarıdan organik yoldan diyebileceğimiz ölmüş canlıların cesetlerinden (saprofit bakteriler) ya da konakçı yoldan (asalak bakteriler) alıp beslenmeye koyulurlar. Bu arada bazı bakteriler için asalak ifadesi kullanılması onların lüzumsuz varlıklar olduğu anlamına gelmez. Nitekim bir kısım bakteriler toprakta ciddi manada azot birikimi sağlarlar. Şöyle ki; toprak altında bazı bakterilerin nitrojen (azot) döngüsünde oynadıkları rol itibariyle biyolojik hayata önemli ölçüde katkıda bulunurlar. Bitkiler ise genel olarak nitrojeni (azot) nitrat (NO3-) ve nitrit (NO2-) halinde alıp, protein veya başka organik bileşiklerin yapımında kullanırlar.
Toprakta ki azot bitki veya hayvan kaynaklı organik artıklar çürüme ürünü olmakla beraber bu ürünlerin bitkiler tarafından kullanılır hale gelmesi için bakteri faaliyetine ihtiyaç vardır. Şöyle ki; organik artıkların çürümesiyle oluşan azot önce amonyak (NH3) halinde toprakta birikir, sonra biriken amonyak (NH3) topraktaki Nitrosomonas (NO2) bakteri vasıtasıyla NO3- (Nitrat) haline getirilir. Daha sonra bitkiler dönüştürülmüş inorganik azotu doğal besin kaynağı diyebileceğimiz proteine çevirirler. Böylece bitkilerin ürettikleri besinlerle gıdalanan hayvanlar buna karşılık teşekkür mahiyetinde karbondioksit (CO2), nitrat ve fosfat gibi inorganik maddeleri organik hale çevirerek ikramda bulunurlar. İşte karşılıklı yardımlaşma bu ikili döngünün faaliyetlerinde kodludur.
Hazır azotlu bakterilerden söz etmişken Bu arada toprak azot döngüsünü de maddeler halinde şöyle özetleyebiliriz de:
-Azot döngüsünün birinci aşamasında hayatı sona eren organizmalar toprağa geçmekteler.
-İkinci aşamasında toprağa karışan çürümüş organik artıklar bir dizi parçalanma ve ayrışma işlemlerinden sonra açığa çıkan azotlu maddeler amonyak haline dönüştürülür.
-Üçüncü aşamasında amonyağın Nitrosomonas ve Nitrobacter tarafından nitrat halinde oksidasyonu gerçekleştirilir. Ki; bu gerçekleşen oksidasyon olayı biyoloji bilimi literatüründe aerobik bakterilerin nitrata dönüşmesi anlamına gelen nitrifikasyon olarak tarif edilir. Bir başka oksidasyon olayında yine bir takım mikroorganizmalar vasıtasıyla nitrat ve nitrit bileşiklerinin aneorobik şartlarda nitröz oksit (NO2) ve azot (N) gazına dönüştürülmesi olayı görülür ki bu dönüşüm olayı da denitrifikasyon olarak tarif edilir.
-Derken en son aşamada açığa çıkan azot gazının bir kısmının tekrardan geri alınmak kaydıyla atmosfere karışmasıyla birlikte tabiatın en karmaşık döngüsü diyebileceğimiz azot döngüsü tamamlanmış olur.
Hâsılı kelam bitki artıkları, omurgalı ve omurgasızların toprağa karışan çürümüş organellerin parçalanmasıyla açığa çıkan organik azot, toprak ananın kucağına alınır. Organik azot burada mikroorganizmalarla parçalanmaya uğrayıp amonyak (NH3) oluşur. Akabinde amonyak (NH3) nitrifikasyonla nitrata dönüşür. Derken nitrat bitki tarafından denitrifikasyona uğrayıp yeniden azot gazına dönüşür. Böylece azot devresi tamamlanmış olur.
Simbiyotik (ortak) azot bağlanması
Bazı bakteri ve mavi-yeşil alglerin atmosferdeki nitrojeni (azot) tespit etme yeteneklerinin olduğu artık bir sır değil. Keza bir kısım bakteriler toprakta serbest yaşayıp azotu bağlayan bir fonksiyon üstlenirler. Hatta bir kısım bakterilerde özellikle baklagiller familyasına ait bitki köklerinin nodul (şişkinlik) hücrelerinde ortak yaşayıp bitki için gerekli olan nitrojeni temin ederler. Nitekim toprakta bulunan Rhizobium genusuna ait bakteriler genellikle baklagillerle simbiyoz (ortak) yaşayıp havanın serbest azotunu fikse edebiliyorlar. Yani ortak yaşamanın gereği olarak nodul üzerinde azotun indirgenmesiyle oluşan amonyum yine nodul içerisinde aminoasitler haline dönüşmekte. Anlaşılan o ki, nodülleşme olmadan bakterinin nitrojen üretmesi mümkün olmuyor. Çünkü bu tür döngü işlemler ortak işbirliği gerektirir. Madem öyle, sadece tabiat döngüsünde değil, beşeri hayatta da ortak işbirliği ve birliktelik şarttır dersek yeridir. Her neyse, bu ve buna benzer işbirliklerin neticesinde mesela nodul içerisinde yer alan hemoglobine benzeyen kırmızı pigment (leghemoglobin) maddesi Rhizobium baklagil kompleksinin ürünü olmanın ötesinde ayrıca bu ürünün azotun bağlanmasında çok önemli destekleyici etken unsur olarak katkıda bulunduğunu pekâlâ görebiliyoruz. Hakeza baklagillerin kök düğümcüklerinden elde edilen yapı ve işlev bakımdan hemoglobin görevi ifa eden leghemoglobin ise daha çok oksijen taşınımın da katkı yaptığını söyleyebiliriz. Nitekim bu fonksiyonundan dolayı da kandaki hemoglobine (kırmızı pigment) benzerliğine atfen adından leghemoglobin olarak söz ettirir.
Malumunuz bilimsel çalışmalar hız kazandıkça toprak altı analiz çalışmalarında baklagiller dışında pek çok Alnus, Elaeagnus ve Casuarina gibi bitki türlerinin veya bazı buğdaygil bitkilerinde benzer faaliyetler içerisinde bulundukları tespit edilmiştir. Mesela buğdaygiller üzerinde azot fiksasyonunu spirillum lipoferum grubunda mikroorganizmaların yaptığı anlaşılmış olup, Rhizobium bakterilerin ise kök tüylerine girip enfeksiyon iplikçiği oluşturdukları gözlemlenmiştir. Yani iplikçik içerisinde bakteriler önce çoğalıp dışarı çıkarlar, sonrasında korteksin dış bölgesinde hücre bölünmeleri başlar, ardından bir düğümcük (nodül) oluşup kök yüzeyine gelinceye dek gelişme kaydederler. Sonuç itibariyle toprak altı faaliyetlerinde simbiyotik azot bağlanması nitrogenez enzimi ve ATP enerji döngüsü olarak damgasını vurduğu gibi gerek azotlu gübre masraflarının azaltılmasında, gerekse mineral azotlu gübrelerin imalatı ve kullanımı esnasında çevre kirliliğinin önlenmesinde de çok önemli katkı yaparak damgasını vurur. Böylece simbiyotik azot bağlanmasıyla çok büyük bir iş başarılmış olunur.
Hiç kuşkusuz ortak işbirliğinde bulunmanın bir başka örneğini mantar ve alg işbirliğiyle gerçekleşen liken oluşumunda da bunu gözlemleyebiliyoruz. Yani bu demektir ki mantar ve alg ikilisi bir arada olduklarında adından liken olarak söz ettireceklerdir. Nitekim algler bünyelerinde var olan klorofil maddesi sayesinde üretici konumunda olmaları hasebiyle klorofilden mahrum mantarları her halükarda besleyebilmekteler. Mantarlar da bu iyiliklerine karşılık boş durmayacaklardır elbet. Onlarda algleri belli bir zeminde sabit tutup köke benzeyen siller (kılcal organlar) vasıtasıyla su ve madensel tuzlar bakımdan destekleyerek katkı sunarlar. Ne diyelim işte görüyorsunuz, gerçek manada ortak hareket etme, ortak akıl ve birbirinin eksiğini gediğini giderme denen hadise bu örnekte ziyadesiyle çok net bir şekilde mevcut zaten.
Nitrat redüktaz
Nitrat (NO3) redüksiyonunda iş gören Nitrat redüktaz bir metalflavoprotein enzim olup yapısında bir redükte piridin nükleotidi (NADPH ve NADH) yer alır. Anlaşılan NADH, B3 vitamini olarak bilinen Niasinden sentezlenerek koenzim işlevi görmekte. Ayrıca indirgenmiş NADH formuna dönüşerekten de elektron taşıyıcılı görevi de üstelenir. Hakeza bu olayın bir başka versiyonu diyebileceğimiz Flavin adenin dinükleotid (FAD) ise, B2 vitamininden sentezlenerek koenzim işlevi görmekte. Bu arada prostatik grubu temsilen aktivatör olarak da molibden bulunur. Şöyle ki; elektronlar önce redükte piridin nükleotidinden FAD’e geçip indirgenmiş flavinadenin dinükleotid formu olarak bilinen FADH2 haline dönüşür. Sonra elektronlar FADH2 den molibdene geçip molibdeni indirger. Derken indirgenme işleminin akabinde elektronlar nitrata (NO3) geçip, nitratı nitrit (NO2) hale indirgerler. Sonuç itibariyle nitrat redüktaz faktörü sayesinde sitoplâzmada oluşan NO2 sitoplâzma alanı yapraksa kloroplastlara, sitoplâzması kök ise proplastidlere taşınır. Derken NH4 oluşumuna ilişkin tüm olaylar bu organeller üzerinde sonlanmış olur.
Azot Metabolizması
Bu arada bitkinin alabileceği azot formlarını dört grup başlığı altında şöyle sıralayabiliriz:
-Nitrat (NO3 ),
-Amonyak (NH3),
-Organik azot,
-Moleküler azot vs.
Nitrat ve Amonyak
Bilindiği üzere amonyumun kaynağı baca gazları, volkanik püskürme ve orman yangınları olup, Nitratın kaynağı ise şimşek, ultraviyole ışınlar etkisiyle oluşan moleküler azot ve okyanuslardır. Dolayısıyla gelişmiş bitkiler azotu nitrat ve amonyak halde veya simbiyotik azot bağlanması yoluyla bünyelerine katmaktalar da. Bir başka ifadeyle bitkilerin çoğu azotu topraktan nitrat halde alırlar. Şöyle ki; redüksiyonun ilk aşamasında nitrat redüktaz katalizörlüğü ile nitrit (NO2 ) oluşmakta ve daha sonra elektron taşınım esasına göre HNO (hiponitrit) ve hidroksilamine (NH2OH) dönüşür, derken zincirin en son halkasında hidroksilamin, amonyuma (NH4+)e çevrilip bu süreç bu şekilde tamamlanmış olur.
Karbonhidrat metabolizması
Karbonhidratların bitkiler üzerinde en önemli işlevi, fotosentez esnasında yakalanan ışık enerjisini kimyasal enerji şeklinde depo etmesidir. Karbonhidratlar genellikle moleküler yapıda ve halka varı yapıda bulunurlar. Mesela bu halkada karbon (C) atomunun sağlı sollu üst taraflarında OH (Hidroksil) ve selülozun β formuna benzer yapı taşları mevcuttur. Şayet 5 no'lu C atomuna bağlı olan OH grubu eğer sağda ise D-pozisyonunda konumlandığı, yok eğer solda ise L- pozisyonunda konumlandığı anlamına gelir. Karbonhidratlar sadece bulundukları konumlarıyla glikozun ihtiva ettiği sayı bakımdan da:
“-Monosakkaritler,
-Oligosakkaritler,
-Polisakkaritler” şeklinde 3 ana bölümde incelenirler.
Monosakkaritler
En basit 3-C’lu monosakkarit olup bunlar;
-Gliseraldehit
-Dihidroksiaseton diye bilinirler. Ayrıca gliseraldehit ve dhidroksiaseton 3 C ihtiva ettiklerinden bunlara triozlar da denmektedir. Bu arada bazı bileşikler tarafından aldoz ve keto grupları kolayca oksitlenebildiklerinden bunlara indirgen gruplar denirken bu grupları içeren şekerlere ise indirgen şekerler adı verilir.
Polisakkaritler
Bilindiği üzere çok sayıda monosakkarit içeren oligosakkaritlere polisakkarit denmekle beraber, bunlar gelişmiş bitkilerde ana dissakkarit veya sakkaroz olarak bilinirler. Ayrıca sakkaroz oluşumunda halka yapısına geçerken glikozun 1,5 C atomları arasında (prinoz halkasında) oksijen köprüsü oluşmaktadır. Mesela bu durum früktoz için söz konusu olduğunda 2–5 C atomları arasında (furanoz halkasında) cereyan ettiği şekliyle gözlemlenmiştir. Bir diğer önem taşıyan disakkarit ise nişasta ve selülozun kısmi parçalanma ürünleri olarak bilinirler. O halde polisakkaritlerin en dikkat çeken gözde elamanlarını şöyle sıralayabiliriz:
-Nişasta,
-Selüloz,
-Pektik bileşikler.
Nişasta
Nişasta glikoz birimlerinden oluşan düz bir polimer zinciri kabul edilirse de esasında adına amilaz ve amilopektin denilen iki polisakkaritten oluşmuştur. O halde yeri gelmişken amiloz ile amilo pektin arasında ki farkı maddeler halinde şöyle izah edebiliriz:
-Amiloz glikoz birimleri düz bir polimer zinciri içermesine rağmen amilopektin dallanmış bir molekül görünüm arz eder.
-Amiloz molekülünde sadece α (1→4) bağı bulunurken, amilopektinin dallanma bölgelerinde hem α (1→4) bağı, hem de α (1→6) bağ tipi vardır.
-Amiloz su da tam çözünürken, amilopektin daha az çözünür.
Nişasta sentezi
Bilim adamı Haynes tarafından; patates ve bezelyede nişasta fosforilaz enzimin varlığı belirlenmiş ve daha sonra ki çalışmalar neticesinde ise ortamda nişasta fosforilaz enzim ve glikoz–1-P bulunduğu zaman glikoz moleküllerin primer hale geldiği fark edilmiştir. Derken nişasta fosforilaz enziminin amiloz α (1→4) bağlarını koparması sonucu glikoz–1-P moleküllerini meydana getirdiği netlik kazanmıştır. Netlik kazana bu olaya fosforiliz reaksiyonu da denmektedir. Keza glikoz birimlerini primerlere α (1→4) bağları ile bağlayan bir diğer etken faktör ise uridin difosfat glukoz (UDPG) transglikozilaz enzimidir. Yine patateste α (1→4) glikozidik bağ oluşumunu katalize eden bir diğer başka faktör de D-enzimi olup, başlıca görevi melto dekstrinlerden gelen glikoz birimlerini çeşitli akseptörler (inorganik alıcılar) vasıtasıyla transferini katalize etmektir. Böylece bu enzimin nişastanın sentezinde etken bir faktör olduğunu fark etmiş oluruz. Tabii ki patates oluşumunda devreye giren unsurlar bunlarla sınırlı değil, bilhassa patateslerde bulunan bir koenzim olan alfa lipoik asit sayesinde amilozu substrat olarak kullanıp bunun neticesinde amilopektin tip bir molekül oluşturabiliyor da. Madem öyle nişasta sentezinde rol oynayan dikkat çeken bir kısım enzimleri şöyle tasnifleyebiliriz;
-Nişasta fosforilaz,
-4DPG,
-D-Enzimi,
- Koenzim alfa lipoik asit.
Nişastanın parçalanması
Elbette ki fotosentez sonucu elde edilen glikoz molekülleri glikoz olarak sabitlenmiyor, onu bir başka heyecanlı veya meşakkatli yolculuk daha beklemekte. Besbelli ki; glikoz molekülleri bu yolculuğunu daha çok bitkilerin soymuk boruları vasıtasıyla gerçekleştirmekte. Şöyle ki glikoz besi dokularına taşındıktan sonra yolculuğun son aşamalarına doğru yol güzergâhında bulunan levkoplastlar içerisinde bulunan bir takım enzimler tarafından polimerize olaraktan nişasta haline dönüşüp parankima hücrelerinde depo edilirler.
Peki, iyi hoşta glikozun yolculuğu olurda nişastanın olmaz mı? Elbette ki nişasta da glikozdan devr aldığı emanetle birlikte bir başka yolculuğa koyulmak için vardır. Şöyle ki nişasta ürünü yolculuğun ilerleyen safhalarında bir takım geçirdiği kimyasal tepkimeler sonucu oluşan ayrışmalarda en çokta α ve β amilaz denilen iki meşhur enzimin etki alanına girerek yolculuğun devam ettirecektir. Keza bu iki enzimin dışında ayrıca nişasta fosforilaz enziminin de bu yolculukta çok büyük etki payı vardır. Zira söz konusu bu enzim α (1→4) glikozit bağını fosforilitik şekilde koparma özelliğine sahip olmanın yanı sıra nişastayı parçalayıp ayrıştıracak güce de sahiptir. Bu durum tıpkı bakla yapraklarından ve patatesten izole edilen R enzimi ve bira mayasından elde edilen izoamilaz enziminde olduğu gibi hidroliz işlemleri gerçekleşmekte.
Görüldüğü üzere ayrıştırma işlemleri hiçte sıradan rutin bir iş gibi gözükmüyor. Bilakis son derece iyi planlanmış bir program dâhilinde işler yürümektedir. Mesela nişasta üzerinde öncelikle tam parçalanma ve ayrıştırma işlemlerinin yürüyebilmesi için α (1→4) bağının oluşmasını sağlayacak enzime ihtiyaç vardır. Ki; böylesi bir bağın oluşumunda izoamilaz enzimi bu iş için vardır zaten. İcabında bu enzimde kâfi gelmeyebilir, gerektiğinde nişastanın tam parçalanmasıyla oluşacak maltozun da bitki tarafından kullanılabilir hale yönelik bir destekleyici maltoz enziminin katalize edici etkisine de ihtiyaç vardır. Yani bu enzimin desteği olması gerekir ki nişastanın ayrışmasından maksat hâsıl olabilsin. İşte bu noktada α (1→4) glikozit bağa su (H2O) ilavesini gerçekleştirebilecek katalize edici enzimin α ve β amilaz olduğu anlaşılır. Tabii ki β-amilaz bu işi yaparken amiloz molekülünün ucuna tutunup, bu moleküle ait maltoz birimlerini birer birer koparmak suretiyle bu işlemi gerçekleştirir. Şayet koparma işlemleri sonucu 3 glikoz molekül içeren maltotroizde tek bir zincir oluşmuşsa, bu demektir ki oluşan tek halkalı zincir β-amilaz enzimi sayesinde oluşmuş bir trisakkarittir. Ya da molekül diziliminde α (1→4) glikozit bağa α -amilaz amilopektin etki ediyorsa, bu durumda ister istemez nişastanın oligosakkarit ve dekstrinlere ayrılacağından söz edeceğiz demektir.
O halde tüm bu bilgilerden sonra nişastanın parçalanmasında aktif rol oynayan önemli enzimleri genel hatlarıyla şöyle sıralayabiliriz:
-Nişasta fosforilaz
-R-enzimi
-İzoamilaz
-Maltoz ( 1 mol α (1→4) bağı ile birleşmiş 2 mol- D glikozdan oluşmuştur. Maltoz aynı zamanda nişastanın kısmi parçalanma ürünüdür)
-α amilaz
- β amilaz.
Sellüloz
Sellüloz β (1→4) bağı ile bağlanmış glikoz birimlerinden oluşan yüksek molekül ağırlıklı ve düz zincirli bir polimerdir. Şöyle ki; selülozun enzimatik hidrolizinde (parçalanmasında) β (1→4) bağları rastgele yerlerden koparılmakta olup genellikle bu iş için etken faktör selülaz enzimidir (multi enzim). Böylece selüloz molekülü selülaz enzimi vasıtasıyla önce sellodekstrinlere sindirilir, sonrasında ise 2 glikoz biriminden oluşan sellobiyoza indirgenerek sindirilir. Sellobiyoz; selülozun kısmi parçalanma ürünü olmakla beraber aynı zamanda 1 mol β (1→4) bağı ile birleşmiş 2 mol- D glikozdan ibaret bir yapıya sahip bir moleküldür. Selülozun önemini ortaya koyan bir başka gerçek ise, onun kâğıt yapımı ve birçok endüstri kolların da kullanılmasının yanı sıra bitkilerin yapısında çok önemli fonksiyonlar üstlenmesidir.
Pektik Bileşikler
Pektik maddeler α (1→4) bağınIN hidroliziyle oluşan pektik bileşikleri poligalakturonaz enzimi ile katalize edilmekte olup, bitkilerde pektik maddeler üç ana başlık altında şöyle tasnif edilirler:
“-Pektik asit (suda çözünebilen asit),
-Pektin (kolloidal süspansiyon),
-Propektin (çözünemeyen pektik maddeler).”
Pektik asit takriben 100 galakturonik asit molekülünün α (1→4) bağı ile birleşmesinden meydana gelen dallanmamış molekül biçiminde kendini gösterir. Hatta bu söz konusu molekülün pektin ve propektin diye bilinen türevleri vardır. Pektin maddesi ise karboksil (-COOH) gruplarından çoğunluğu metil grupları ile esterleşmiş halde kendini göstermekle beraber en fazla orta lamelde pektik asidin bir değişik türü diyebileceğimiz Ca ve Mg tuzları halinde biçimlenmektedir.
Calvin çemberi
D-Riboz grup transfer reaksiyonlarında önemli bazı koenzimlerin yapı taşıdır.
Calvin ve arkadaşları alg bitkileri ve radyoaktif karbondioksit üzerinde yapılan çalışmalar sonucu bir fotosentez ürünü olan fosfogliserik (PGA) asit molekülünün varlığını tespit etmişlerdir. Daha sonraki çalışmalar da ise karbondioksitin ilk bağlandığı maddenin ribuloz di fosfat (RuDP) olduğu ve bunun sonucunda PGA’nın birleşmesini katalize eden enzim bulmuşlardır. Böylece buldukları enzime karboksidimutaz adını vermişlerdir.
Şurası muhakkak fotosentezle birlikte karbondioksit bağlanması reaksiyonlarına pentoz fosfatları; beraberinde riboz–5 –fosfat, ksilüloz–5- fosfat(XYL-5P), ribüloz 5–6-fosfat, C7 Heptozlar (Sedoheptoloz–7-fosfat (S7P) ve sedoheptuloz–1, 7-difosfat) gibi elamanlarıyla birlikte katılırlar.
Şu halde Calvin döngüsünü (Calvin-Benson döngüsü) bölümler halinde incelediğimizde şu sonuçları elde ederiz:
1-Ribuloz di fosfat (RUDP)’a karbondioksit (CO2) ve su (H2O) eklenerek 2 mol 3 PGA meydana gelmektedir.
2- Işık reaksiyonunda oluşan NADPH’ın sağladığı elektronlar ve ATP enerjisi kullanılarak PGA’nın 3- PGAL oluşum haline indirgenmesi sağlanır.
3- Oluşan 3-PGAL moleküllerinin;
3a) Bir kısmı kloroplastın dışına çıkarak heksoz fosfatlarını oluşturup, bunlar daha çok fruktoz, sakkaroz ve hücre çeperi polisakkaritlerin sentezinde öncül madde olarak iş görürler.
3b) Bir kısmı kloroplast içerisinde nişastanın öncülüğünde heksoz fosfatlarını oluştururlar.
3c) Bir kısmı çember içerisinde oluşan reaksiyonlara girip Fruktoz 1-6 bifosfat (Fosfofruktokinaz) yolu ile ksilüloz–5-fosfat’a dönüşürler.
3d) Bir kısmı ise Sedoheptuloz–7-fosfat (S7P) yolu ile riboz–5-fosfat ve ksilüloz–5-fosfat haline gelirler. Bu arada pentoz fosfatları birbirlerine bağlı olmadan ribuloz–5-fosfat oluştururken, oluşan Ribuloz 5-fosfat ise ATP tarafından fosforilize edilerek karbondioksiti yakalayan molekül diye bilinen ribuloz difosfat (RDP) haline dönüşür.
PENTOZ FOSFAT YOLU (PPP reaksiyonu)
Pentoz fosfat yolunun önemini belirten özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
-Glikozun parçalanma mekanizmasının oluşturulması,
-Nükleik asit sentezi için gerekli olan Ribuloz–5-P sağlanması,
-Sentetik reaksiyonlar için gerekli NADPH sağlanması,
-Lignin ve diğer hoş kokulu bileşiklerin sentezi için Eritroz-4-P oluşumun sağlanması.
Bu arada Pentoz fosfat yol haritasına baktığımızda şu oluşumları görürüz;
Malumunuz ilk aşamasında, ya nişastanın parçalanması ile oluşan bir yapı oluşmakta ya da direkt fotosentez ürünü olarak ortamda bulunan glikozun terminal fosfat grubuna bağlanması sonucu bir başka yapı ortaya çıkmaktadır. Yani ortaya çıkan glikoz–6- fosfat molekülünün, 6 P dehidrogenaz tarafından okside olmasıyla birlikte fosfoglukonik asit ve NADPH2 gibi yapılar oluşur. Böylece reaksiyon sonunda indirgenmiş moleküller trioz fosfat denen 3 karbonlu şekere dönüşürler. Şöyle ki bunu glikozun, yani;
“6 P Glikozun 6 P dehidrogenaz 6-Fosfoglukonik asit + NADP” şeklinde formüle edilir.
Tarafından oksitlenerek

İşte formülden de anlaşıldığı üzere bir basit şekerin parçalanmasıyla glikoz oluşmakta, geriye kalan kısım ise karmaşık reaksiyonlar neticesinde Glikonat –fosfat’ın ribüloz 5-fosfata çevrilir. Her ne kadar bu iş için bir ATP harcansa da sonuç itibariyle bir fosfat grubu kazandırılarak ribuloz difosfat elde edilmesi büyük bir kazanç sayılır. Hatta bu molekül dışarıdan karbonla sentezlenerek şu oluşumlar gözlemlenir:
1) 6-Fosfoglukonik asit 6 fosfoglukonik asit Ribuloz–5-P + NADP+ CO2” tarzında
Dehidrogenez
döngünün devamı sağlanır.

2) Riboz 5 → ∑ XYL–5-P.
Ri–5-P
3)Xyl–5-P 2 karbonlu ketol grubunu + Ri–5-P’ a transferi ile transketolazlar katalizörlüğü ile Fruktoz–6-P + eritroz-4P
4) S7P’ın üsteki 3 karbonlu kısmı + 3PGAld’de transfer eder transaldolaz etki ederek Fruktoz–6-P+Eritroz-4P
5)Eritroz–4-P+ XYL–5-P’tan 2 karbon birimi olarak trans ketolaz yardımıyla Fruktoz–6-P+3PGA.
6) Oluşan Fruktoz–6-P reaksiyonla Glikoz–6-P’a dönüşüm gerçekleşir.
C–4 ve C–3 bitki türleri
Nasıl ki radiokarbon, karbon ondört (C–14) izotopuna istinaden isim alıyorsa, bir kısım bitkilerde karbondioksit redüksiyonu sonucu oluşan ilk ürün diyebileceğimiz 4 C’lu asite nispetle C–4 (karbon dört) ismi alırlar. İlk ürün 3 PGA’nın oluştuğu bitkilerde ise C–3 türleri diye adlandırılıp Gymnospermler, Pteridofitler, Bryofitler ve alg’lerden müteşekkil türler C–3 bitkileri kapsam alanına girerler.
C–4 bitkiler ile C–3 bitkileri arasındaki farklar
-C–3 (karbon 3) türlerinde Warburg etkisi, C–4 (karbon 4) türlerine göre daha fazladır.
-Karbondioksit redüksiyonunda 4 C’lu asitlerin oluştuğu bitkiler C–4 türleri olarak ortaya çıkıp, ilk ürün 3PGA’nın oluşturduğu bitkiler ise C–3 diye sahne alırlar. Mesela incelenen bütün Gymnospermler, Pteridofitler, Bryofitler ve Alglerin C–3 bitkileri oldukları görülmüştür. C–4 türlerin çoğu monokotil olup, bu arada dikotil türlerine bile rastlanılmıştır.
-C–4 bitki yapraklarında kalın çeperli, bol kloroplast ve mitokondri içeren hücrelerden oluşmuş bir yapı varken, C–3 bitkilerinde böyle bir yapı yok, ya da az gelişmiş halde vardır.
-C–4 bitkileri genellikle aynı ortam şartlarında yetişip C–3 bitkilerine nispeten fotosentetik verim bakımdan daha etkendirler. Mesela Glikolikasit C–3 bitkileri hücreleri bünyesinde sentezlenirken, C–4'de ise yaprakların kın kısmında sentezlenirler. Hatta bunlara ilaveten C–4 bitki yapraklarının mezofil hücreleri üzerinde malik asit ve aspartik asitlerin oluştuğu gözlemlenmiştir.
-C-4 bitkileri iki fotosentezli yol varken, C-3 bitkileri ise tek fotosentez yolu bulunur.
Karbondioksit reaksiyonunda C–4 dikarboksilik asit yolu
C–4 metabolizması içerisinde yer alan karbondioksitin PEP karboksilaz enzimi katalizörlüğü öncülüğünde Phosphoenolpyruvate (PEP) ile birleşmesi sonucu oksaloasetik asit imal edilir. Hakeza malik asit oluşumun da ise malik asit dehidrogenezin çok büyük katalizör etkisi vardır. Anlaşılan hangi ürün neyle katalize edilirse edilsin bundan sonraki karbondioksit reaksiyonunun C–4 dikarboksilik asit yolu aşamalarında oksaloasetik asit, malik asit ve aspartik asit haline dönüşmüş tüm ürünler meydana gelecektir. Ayrıca Aspartik asit oluşumunda Amonyum (NH2) grubunun oksalo asetik aside bağlanması etken unsur olarak gözükür. Ki; bu olay bir amino asidin amino grubunun bir keto aside taşınması denen transaminasyon olayı olarak tanımlanır.
Kısaca bu olayı;
Karbondioksit + PEP PEP karboksilaz Oksaloasetik asit
Katalize eder

Oksaloasetik asit Malik asit dehidrogenez Malik asit + Aspartik asit
Transaminasyon
şeklinde formüle edebiliriz de.
Demek oluyor ki; karbondioksit maddesi öncelikle C–4 bitkilerin mezofil hücrelerine diffuzyon yoluyla stoma hücrelerin içerisine girdiğinde burada yer alan PEP karboksilaz enziminin etkisiyle karbondioksitin karbonu Malik asit ve Aspartik asitlerin COOH (karboksil) grubuna bağlanıp, hücrelerin protoplastını bağlayan plazmodermle birlikte kın hücrelerine geçilebiliyor. Hatta sadece geçmekle kalmayıp kın hücrelerinde cereyan eden bir takım reaksiyonların neticesinde oluşan asitler dekarboksile (karbondioksit kaybı) olmuş halde 3PGA halinde bağlanarak sakkaroz ve nişasta hâsıl olur. Ve bu olay Calvin döngüsü olarak tanımlanır. Bir başka ifadeyle kın hücrelerinde yer alan 4 karbonlu asitlerin karbondioksiti kayba uğramasıyla birlikte oluşan 3 karbonlu asitlerin yeniden mezofil hücrelerine dönüp bir döngü içerisinde başlangıçtaki PEP (Phosphoenolpyruvate) konuma gelmesi adından Calvin çemberi olarak söz ettirir.
Hâsılı kelam; kın hücrelerinde yer alan malik ve aspartik gibi 4 C’lu asitler uzun soluklu bir maraton koşusunun ardından dekarboksile olayı ile birlikte 3 C’lu maddeye dönüşüp başlangıçta ki PEP konumuna gelerek Calvin döngüsü tamamlanmış olmaktadır. Derken C–4 bitkileri Calvin döngüsü çerçevesinde mezofil hücreleri içerisinde bulunan PEP karboksilaz enzimi sayesinde 3PGA, sakkaroz ve nişasta gibi çok mühim hayati ürünlere kavuşurlar.
Crassulaceae asit metabolizması (CAM) bitkileri
Sikkulent bitki türlerinde stomaların gece açıldığı ve karbondioksitin ise malik asit halinde bağlandığı artık bilinen bir durum olup, bu tür karbondioksit bağlanması olayının yaşandığı bitkilere Crassulaceae asit metabolizması bitkileri adı verilir. Öyle anlaşılıyor ki Crassulaceae asit metabolizması (CAM) bitkilerinde karbondioksit bağlanmasının ilk kararlı ürünü malik asit olduğu gözükür. Hakeza CAM bitkilerinde enzim bakımdan karbondioksitin bağlanmasını sağlayan faktörün PEP karboksilaz enzimi olduğu, ışıkta ise Ribuloz di fosfat karboksilaz enzimi (RuDP) olduğu tespit edilmiştir.
Crassulaceae asit metabolizması (CAM) bitkilerinde karbondioksit bağlanması
CAM bitkilerinde karanlık solunum evresinin ilk aşamasında glikozis solunum olayı olup, bu olayla birlikte bir yandan nişasta ürünü parçalanırken diğer taraftan karbondioksite duyarlı PEP karboksilaz enziminin yardımıyla fenil pürivik asitle birleşip oksaloasetik asit halinde bağlanım gerçekleştirirler. Akabinde söz konusu maddeler Malat dehidrogenez/malik enzimi yardımıyla malik asite indirgenir. Hatta bu arada gecenin karanlığından ortalık aydınlanıncaya kadar indirgenme faaliyetleri hız kesmeyip bu sayede malik asit vakuolde birikimini sürdürür. Derken malik asit dehidrogenezle yeniden oksalo asetik asit dönüşümü vuku bulur. Tabiî ki bu olay burada sonlamış olmaz, dahası var. Şöyle ki; meydana gelen oksaloasetik asit bilhassa iki fotosentez yollu C-4 bitkilerinde en yüksek aktiviteye sahip olarak bilinen PEP karboksilaz enzimi yardımıyla dekorboksile olup karbondioksit ve PEP (Phosphoenolpyruvate)’i oluşturur. Böylece açığa çıkan karbondioksitin RuDP karboksilaz tarafından reaksiyona girmesiyle birlikte oluşan iki adet 3PGA molekülünün NADPH ve ATP vasıtasıyla indirgenip nişasta ve şeker haline dönüşür. Ki; yukarıda belirttiğimiz Calvin çemberinin bir başka cereyan ediş tarzı tahakkuk etmiş olur.
Nişasta (karanlık) Glikozis PEP CO2 Oksalo asetik asit →Malik asit → Vakuol
Malik asit(ışık) → Oksalo asetik asit→ PEP + CO2
CO2 + Ribulaz–1,5-difosfat asetik asit → 2PGA → NADP→ Nişasta
├ Calvin çemberi ┤ATP

Crassulaceae metabolizması (CAM) ile C–4 bitkileri arasında ilişki:
-CAM ve C–4 türlerin her ikisi de karbondioksit bağlanması reaksiyonlarında PEP karboksilaz ve RuBP karboksilaz enzimlerini kullanırlar.
-C–4 türlerin reaksiyonları farklı yerlerde oluştukları halde CAM bitkilerinde (Crassulaceae asit metabolizması bitkileri) en bariz ayırıcı oluş zamanları gece ve gündüzdür
Hâsılı kelam; bu olayı karbondioksit (CO2) + Ribulaz–1,5-difosfat→ C4-dikarboksilik asit yolu şeklinde formüle ederiz.
Pentozlar
En dikat çeken pentozları şöyle tasnifleyebiliriz:
-D-Ksiloz,
-L-Arabinoz,
-D-Riboz,
-Pentoz şekeri (2-deoksi-beta-D-Riboz).
Bu arada unutmayalım ki D-Ksiloz ve L-Arabinoz, ksilan ve arabanların yapı taşları olarak hücre çeperinin oluşumunda etkin rol oynarlar.
Velhasıl-ı kelam; bitkiye hayat veren döngüler bu anlatılanlar sınırlı değil elbet, dolayısıyla her bir döngü için derya-i umman döngüsü dersek yeridir. Biz bu derya içerisinde dilimizin döndüğü kadar ancak bu kadar yüzebildik. Şayet bu derya-i umman döngülerin anlatımında ve kavramlarını kullanım biçiminde sürçülisan ettiysek affola.
Vesselam.

TARİHİ GENETİK BİTKİ COĞRAFYASI
SELİM GÜRBÜZER
Tarihi bitki genetik coğrafya genel itibariyle geçmişten bugüne kadar değişikliğe uğramış bitkiler üzerinde incelemeye dayalı bir bölüm olarak dikkat çekmektedir. Bu bilim dalının ortaya koyduğu verilerden hareketle yeryüzü bitki örtüsünün esas itibariyle jeolojik ve iklim değişiklikleri sonucu ortaya çıktığını öğrenmiş oluruz. Aynı zamanda yeryüzünde ilk bitki hayatının başlamasının üzerinden 3 milyar geçtiği tahmin edilmektedir. Bu yüzden bu dönem Afitik dönem olarak bilinmektedir.
Yeryüzü bitki hayatı bakımdan ise 4 döneme ayrılmaktadır, bunlar:
-Paleofitik (3 milyar- 250 milyon),
-Mezofitik (250 milyon- 120 milyon),
-Kenofitik(120 milyon günümüze kadar) diye değerlendirilir.
1-)Paleofitik-Antekambrien (ilkel vakit)’den alt permiana kadar olan devre olup üç dönem olarak kategorize edilir:
-Alg dönem (Arkaenden alt süliyene 3 milyar–400 milyar)
Alg dönemi devresinde yalnız tek hücreli algler yer alır.
-Psilophyta dönem (Üst silüen-ortadevoniyene 400–340 milyar)
Psilophyta döneminin başlangıcında ilkin kara bitkileri ortaya çıkmıştır.
-Pteridophyta dönem (Üst devoniyen-alt permiana 340–250 milyar)
Pteridophyta döneminde tohumlu bitkilerden Pteridospermae (Tohumlu eğreltiler) ve iğne yaprakları andıran Coordinates ortaya çıkmıştır. Hatta kömür yatakları da bu dönemde çıkmıştır.
2-)Mezofitik dönemde Gymnospermaea’lar hâkimdir.
3-) Kenofitik dönemini üç devre olarak kategorize edebiliriz:
-Üst kretase (120 milyon–70 milyar),
-Tersiyer dönemi (70 milyon –1 milyar),
-Kuvaterner dönemi (1 milyar gün).
Üst kretase
Üst kretase döneminde angiospermae ve alt tohumlular yayılış göstermektedir. Zira bu döneme ait ağaçlar içerisinden özellikle Abies (göknar-köknar) ve iğne yapraklılar görülmeye başlanmıştır. Sadece ağaçlar mı, tabii ki hayır, çok yıllık otlar ve çalılar ne güne duruyor, öyle ki ortaya çıkar çıkmaz bilhassa bunlar arasında dikotiledon olanlar daha hâkim durumda yeryüzü sathında yerini almışlardır. İlginçtir bu devre için Kuzey ve Güney Amerika’nın birbirinden ayrıldığı devir olarak da adından söz edilen bir devre olarak dikkat çekmekte.
Her neyse üst kretase devresine ait;
Gymnospermealardan; Cycas, callitris, cephalotaxus, Ginkgo, Pinus, Podocarpus ve Sequoia ile Angiospermealardan ise Sterculia, Smilax, Eucalphytus, Nerium, Cinnamomun ve Liriodendion, Ficus ve Magnolia gbi bitki topluluklarını örnek verebiliriz pekâlâ.
Tersiyer dönemi
Tersiyer döneminde yeryüzünün şekli bugünkü durumuna çok yaklaşmıştır diyebiliriz. Zira Amerika kıtası Miyosen dönemine kadar hep iki parça halinde kalmış ve bu dönemde Grollend florası daha çok Kuzey Amerika florasına benzemekteydi. Hakeza holoarktik dönemde ise karalar kuzey yarım küreyi kaplamış, derken bölgenin tamamını kapsayan çok yönlü değişiklikler olmuş ve buna paralel olarak Picea, Pinus, Palatanus, Carpinus (gürgen), Corylus, Quercus, Tilia, Magnolia, Acer, Vitis (üzüm), Smilax ve Taxodium gibi bitkiler holoarktik florasının bitki türünden elemanları olarak sahne almışlardır. Bir başka ifadeyle bu söz konusu bitki örneklerin hemen hepsi arkto-tersiyer florayı teşkil eden örneklerdir. Tabii her şey bununla sınırlı değil elbet, dahası var. Şöyle ki; bu devrede Kuzey Amerika’nın doğusu ile Doğu Asya arasındaki floristik benzerliklerin belirlenmesiyle birlikte bu ve buna benzer birçok konular aydınlanıp gün yüzüne çıkmıştır. Nitekim Liriodendron, Hamamelis, Catalba gibi cinslerin sadece Doğu Asya ile Kuzey Amerika’nın Atlas okyanusu çevrelerinde ortaya çıkması bu devrenin mahsulüdür. Ayrıca bu cinslerin Afrika Madagaskar adaları ve Mikronezya adaları ile floristik bağlantısının bir sonucu ortaya çıkmasının yanı sıra kap florası da bu dönemin bir bulgusu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kuvaterner
Kuaterner döneminin en önemli özelliği Kuzey yarım kürede buzul çağının başlamasıdır. Bu yüzden buzul hareketi bitkiler üzerinde verimli olmuştur. Tersiyer evrenin sonuna gelindiğinde Avrupa ve Kuzey Amerika’da bugünkü Doğu Asya florasını andıran zengin bir flora hâkim olup günümüzde sadece otların izleri kalmıştır. Buzul döneminde ise bu bölge floraları güneye çevrilmiş, derken buzul sonrası tekrar kuzeye ilerlemiştir.
Anlaşılan o ki; buzul dönemlerine ait floralar devamlı ilerleme ve gerilemelerden zarar görmüş olmasına rağmen bugün Kuzey Anadolu’da rastlanan Rhodendron pontıcum (mor orman gülü) bitkisi bir bakıyorsun sanki buzul hareketliliğine meydan okurcasına “yıkılmadım ayaktayım” dercesine son buzul dönemine ait alg topluluklarının bulunduğu alanlarda bir şekilde yaygın halde hayatına devam eder haldedirler. Hatta birçok bitki türü Alpler, Grolland, Norveç, İskoçya gibi kuzey bölgelerde buzulların ulaşamadığı kıyı sahalarına ve dağ zirvelerine sığınmışlardır. Netice itibariyle bu tip Anadolu florası pozisyonunda olan bitkiler buzulluk yönünden etkilenmeksizin tür yönünden hep zengin kalabilmişlerdir.
Ekolojik Bitki Coğrafyası
Bilindiği üzere ekolojik bitki coğrafyası bitkilerle ve bunların yetiştikleri ortam arasındaki münasebeti inceler. Bu yüzden ekolojik faktörler;
- İklim elemanları (klimatif faktörler)
-Toprak faktörleri (edatif faktörler)
- Biyotik faktörler (canlı faktörler)
-İklim elemanları (sıcaklık, su, ışık, rüzgâr ve su olarak)” olarak tasnif olunurlar.
Sıcaklık
Ağaçlar ısı sayesinde çiçeklerini açmakta ve meyveler olgunlaşmaktadır. Bilindiği üzere sonbaharla birlikte düşük sıcaklıklarda asimilasyon olayı durmakta olup genellikle birçok bitki için 0 (sıfır) santigrat derece kritik nokta olarak kabul görür. Nitekim sıcaklık bir uygun bir dereceye yükselince bitkinin canlılık kazandığı gözlemlenmiştir. Böylece güneşin ısı ve ışınları her canlıya ulaşıp sebze ve meyveler vücut bulmakta. Kaldı ki Abies Sibirica, Larix Sibirica ve Pinus Cembra gibi bitki örnekleri bir bakıyorsun az bir ışıkla -40 santigrat derece ila -70 santigrat derece arasında seyreden soğuklara dayanabilmekteler. Hakeza kaplıcaların 90 santigrat derecelik sularında yaşayan Diatomerler de bu kapsamda dikkat çeken örnekler arasında yer almakta.
Anlaşılan o ki, bitkiler uygun olmayan şartlarda hayatlarını devam ettirebilmek için belirli zamanlarda pek çok biçim değişikliğine uğramaktalar. Dolayısıyla değişikliğine uğrayan bu formlar bilim adamı Raunker tarafından 5 tip şeklinde şöyle kategorize edilirler:
1-Fanerofitler
Fanerofitler kışı toprak dışında kalan ve uçlarında tomurcuk taşıyan sürgünleri ile geçirirler. Bunlar tamamen odunsu bitkileri içerip;
“-Mega fenorofitler
-Nano fenorofitler” diye iki grupta kategorize edilirler.
Mega fenorofitler tomurcukları yerden 2 m yukarıda olan bitkilerden olup bütün ağaçlar
bu gruba girer. Nano fenorofitler ise tomurcukları yerden 0,25–2 m üstünde olup bütün çalılar bu gruba girerler.
Örnek: Juniperus Commınus(ardıç), Corylus avellena (fındık), Buxus semperuirens(şimşir) ve Erica verticillata (fındık).
2-Kamofitler (bodur bitkiler)
Kamofitler yüzey bitkileridir. Tomurcukları yerden 30 santimetreye kadar olan bodur çalılar, yastık oluşturan bitkiler, yarı çalılar, sürünücü gövdeli tüm bitkiler bodur bitkiler gurubuna girerler.
Örnek:Astragalus microcephalus, Acantholimon Corypyllaceum, Onobrychis cornuta ve Helienthemum nummularium, Thymus kotschyanus.
3-Hemikriptofitler (otsu bitkiler)
Hemikriptofitler tomurcukları kışın toprak üzerinde canlı ya da ölü yapraklar tarafından korunan bitkilerdir. Daha çok ılıman bölgelerde yaygındırlar. Bunlar aynı zamanda kök sistemi devamlı canlı tutularak depo organ görevi gören bitkilerdir.
Örnek: Taraxacum officinale, Ranunculus majör, Fragaria, Convolvulus arvensis.
4-Geofitler (toprak altında soğanlı yumrulu çiçekli bitkiler)
Geofitler kışın toprak altında kök, rizom, soğan yumru gibi organlar yardımıyla geçiren bitkilerdir. Örnek: Cyclamen, Crocus, Colchicum, Galanthus, Orchis, Merendera trygina, Solenum tuberosum ve İris.
5-Terofitler (tomurcukları tohum içerisinde korunan tek yıllık bitkiler)
Terofitler tek yıllık bitkilerdir. Uygun olmayan devreleri tohum halinde geçirirler. Bunlara Annuel (yıllık) ya da efemer adı verilir.
Örnek: Centaurea depressa (Peygamber çiçeği), Papaver rhoeas (gelincik), Triticum (buğday) ve Hordeum (arpa).
Işık
Tabiatta her canlı bir şekilde güneşten mahrum bir halde kendi haline terkedilmiyor. Hiç kuşkusuz Yüce Allah (c.c) yarattığı canlının rızkını da tüm donanımlarıyla birlikte yaratmakta. Nitekim her bitki topluluğu birçok şeyden mahrum kalarak kendi haline bırakılmış olsaydı hayvanlar meralarda otlayamayıp telef olacaklardı. Mademki ışıkta rızkın bir unsuru, bu demektir ki bitkilerin ısı düşmesiyle birlikte donup çürümeye mahkûm kalması kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktı. İşte bu nedenledir ki Yüce Yaratıcı günlük ışık alma denen bir fotoperiyodizm döngü sistemini bitkilerin hizmetine sunmuştur. Öyle ki bu sistem sayesinde güneş bir yerde çakılıp kalmamakta ve bünyesinde taşıdığı sonsuz ısı ve ışık şualarıyla her canlının istifade edebileceği şekilde seyr-i âlem eylemekteler. Hakeza fotoperiyodizm olayı sayesinde bitkiler; “Kısa gün bitkiler, Uzun gün bitkiler ve Nötr bitkiler” diye üç grub halinde kategorize edilirler:
-Günlük optimum ışık ihtiyaçları 12 saatten daha az olan bitkiler kısa gün bitkileridir.
Örnek: Cannbissativa, Oryza sativa ve Nicotiona tabacum.
-Günlük optimum ışık ihtiyaçları 12 saatten fazla olan bitkiler uzun gün bitkileridir.
Örnek: Psıum sativum (Bezelye), Hordeum sativum(Arpa) ve Spina cia oleracea(Ispanak).
-Günlük optimum ışık ihtiyacı fotoperiyodizme bağlı olmayan bitkiler Nötr bitkiler olarak bilinirler.
Örnek: Lycopersicum esculentum, Helianthus annus (Ayçiçeği) ve Zea mays.
Su
Aslına bakarsak bitki âlemi sulak, nem, kurak ortam demeden, hemen her alanda kendini hissettirip adeta her yerde varım demektedir. Bu yüzden bitkiler bulunduğu ortama göre tanımlanmışlardır. Şöyle ki;
-Suda yaşayan bitkiler Hidrofit bitkiler olarak adlandırılır.
Örnek: Egeria Densa (Elodea-akvaryum çiçeği)
-Nemli yerlerde yaşayan bitkiler higrofit bitkiler diye adlandırılır.
-Kurak yerlerde yaşayan bitkiler de kserofit bitkiler olarak adlandırılır.
Şurası muhakkak suyun azalmasına paralel her hangi bitki türü dayanma noktasını yitirdiğinde o bitki için artık yaşama imkânı kalmayacak demektir. Mesela step sahalarda ormanın yetişmesini imkânsız kılan asıl neden yıllık yağışın 250–300 milimetrenin altına düşmesidir. Bu yüzden yağış azlığından ileri gelen kuraklığa Fiziki kuraklık, yeteri yağış olmasına rağmen bitkilerin aşırı soğuk dolayısıyla bünyelerinde taşıdığı suyun donmuş olması, fazla asit ya da fazla tuz içermesi gibi birtakım sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan kuraklığa ise fizyolojik kuraklık denmektedir. Zira bir coğrafi alanda bitkilerin yağıştan istifade edebileceği su miktarı buharlaşmaya, terlemeye, don olaylarına, yağışların karakterine, araziyi teşkil eden taşların tabiatına bağlıdır. Mesela dağlar görünüşte susuz görünüyormuşçasına görünseler de kazın ayağı hiçte öyle değil, bir bakıyorsun pek çok dağların üzerini kaplayan karla kaplı olması ve aynı zamanda sayılamayacak derecede üzerinde ağaçları bağrında barındırması hiçte öyle olmadıklarının bir göstergesidir zaten. Kaldı ki insanların yağmur yağmadığı zamanda dağlarda biriken su topluluklarının bulunduğu yerlerden yararlandıkları artık bir sır değil. Öyle anlaşılıyor ki dağların meziyetlerini sıralamakla bitmez. Bir bakarsın dağ sığınacak bir barınak, bir bakarsın savaş zamanında siper, bir bakarsın Musa’nın Tur-i Sinas-ı, bir bakarsın adı güzel Muhammed'e ikra olur bile.
Hakeza dağlara has mobilyacılıkta kullanılan adına akakir denen bir ağaç gibi nice başka yerlerde izine rastlanılmayan ağaçların bulunması da bir başka gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
SOSYOLOJİK BİTKİ COĞRAFYASI
Sosyolojik bitki coğrafyası hem bitki topluluklarını inceler hem de bir bitkiyi diğer bitki ile karşılaştırmasını yapan bir bölümdür. Nitekim bitki topluluklarının analiz ve sınıflandırılması fizyolojik çevreyle ilgili esaslar ve floristik esaslar başlığı altında incelenmektedir. Bu bakımdan fizyo-ekolojik esaslar yetişme yerine bağlı olarak birçok bitki topluluklarını göz önünde tutularak (assosyon) incelenir. Zira coğrafyacılar daha çok formasyonları, botanikçiler ise assasyonları esas alarak incelemelerini sürdürürler.
FORMASYONLAR
1-Orman formasyonları:
a-Yağmur ormanları,
b-Muson ormanları,
c-Kurak ormanları,
d-Kış ormanları,
e-İğne yapraklı ormanları,
f-Sert yapraklı ormanları.
2-Maki formasyonları
3-Carig formasyonları.
4-Ot formasyonları.
5-Çöl formasyonları.
6-Tundra formasyonları.
İşte tüm bitki formasyonların alanlarını kapsayacak yağışların buharlaşma ve terleme olaylarından tutunda daha pek çok bitki topluluklarının fizyo-ekolojikle ilgili münasebetlerini ortaya koymak için bilim adamları birtakım metotlar ortaya koymuşlardır. Derken bu metotlar sayesinde bir takım bitki toplulukları ile bir takım vejetasyon tiplerini birbirinden ayırt edilebilme fırsatı elde etmişlerdir. Mesela Yağmur ormanları tropik bölge ormanları olup yıllık yağış 200-400 cm civarı arasında değişim göstermesinden dolayı bu ismi almıştır zaten. Nitekim bu formda büyümeyi engelleyen herhangi bir kurak devre bulunmaması hasebiyle Tropik yağmur ormanları;
“ -Güney Amerika'da Hemozon havzası ile Ant dağların doğu yamacındaki bölge.
-Batı Afrika'da Guinea körfezi çevresi arasında kalan bölge ve Kongo havzasına kadar uzanan bölge.
-Asya’da Hint-Malezya bölgesi” şeklinde 3 grup başlık altında incelenir.

Hani zaman zaman piri fani diyebileceğimiz yaşlı insanların dilinden sadır olan ”Yağmur berekettir, yağmur rahmettir” şeklinde söylenen bir söz vardır ya; elbette ki o özlü söz hem gönlümüzü hem de kulağımızı mest eden nasihat türü sözden başkası değildir elbet. Öyle ki o söylenen sözle birlikte yağmurun rahmeti bizleri sardığı gibi yağmur ormanlarının da adeta yüzünü güldürüp bütün yıl boyunca görünüş bakımdan aynı kaldığının gerçeğini dile getiren bir özlü söz olmaktadır.
Malumunuz genel itibariyle ormanları oluşturan bitki toplulukları 2-4 ağaç katı, çalı katı, orman altı örtüsü, yosun katı ve ot katı diye birkaç dala ayrılırlar. Keza yine bitki topluluklarından ağaçlar, yüksek boylu çalılar, liyanlar ve epifitler de bitki topluluklarının belli başlı elemanları arasına dâhil olmaktalar.
Muson ormanları tropik kurak bir dönemin bulunduğu ormanlar olup mevsim olarak senenin 7-9 ayı nemli ve yağışlı geçmekte, geriye kalan kısmı ise kurak geçmektedir. Sonrası malum, her fani gibi bu ormanlara ait her bir ağacın yaprakları yeni bir mevsimde dirilmek üzere tel tel döküldükleri görülür. Zira muson ormanlarına ait bitkilerin hayat süreleri yağmur ormanına nispeten kısa olup yaprak taç kısımlarının ise geniş olduğu gözlemlenmiştir.
Nasıl ki insanlar arasında zengin, orta halli ve fakir diye tanımlanan sosyal kesimler varsa, aynen öyle de bitki âleminde de zengin, orta ve kurak bitki örtüsüyle kaplı alanlar mevcuttur. Bu alanlar daha çok suyun eksik olduğu sahalar olup buralar yer yer seyrek ağaçların dağıldığı kuraksı orman alanlarıyla kaplıdır.
Örnek: Avustralya’nın Eucalpytus ormanları ve Brezilyanın dikenli çalıları.
İşte bu noktada Risaleyi Nur külliyatını okuyanlar çok iyi bilirler ki; Bediüzzaman Said Nursi Hz.lerinin gençliğin ihtiyarlığa, ihtiyarlığın ölümle nihayetleneceğini örneklendirmek için verdiği örnekte ilkbahar yaza, yaz sonbahara, sonbaharınsa kışa döneceği gerçeği ile karşılaşırız. Gerçekten de öyle değil mi bir bakıyorsun insanoğlu da tıpkı mevsim dönüşümleri gibi çocukluk gençliğe, gençlik ihtiyarlığa, ihtiyarlığında bir gün elbet yerini ebedi hayatta dirilmek üzere ölüme terk ettiğini müşahede ediyoruz. Madem gözlemlerimiz bu doğrultuda, o halde bitki topluluklarının tasnif sıralamasında yağmur ormanları dedik, kurak ormanlar dedik, şimdi ise kış ormanlarından bir nebze olsun bahsedebiliriz pekâlâ.
Kış ormanları malumunuz ağır kış mevsimin kendine has zor şartları yeterli suyun alınmasına imkân vermediğinden ister istemez bu ormanların her bir üyesinin yaprakları dökülmek zorunda kalıp bize kar beyaz ölümü hatırlatmakta. Bu yüzden bilge âlimler ölüme “Kar beyaz” demekten kendilerini alamamışlardır. İşte bu kar beyaz ormanlar daha çok ılıman iklim kuşağı kuşatan denizlerin etkisi altında kalan bölgeler ile kuzey yarım kürenin kıta kıyılarında yayılmış halde karşımıza çıkmakta. Hatta bunların kar beyaz orman olma özelliklerinden olsa gerek yağmur ormanlarına göre daha az tür ihtiva ederler.
Örnek: Fagus ulmus, Carpinus, Quecus, Tilia.
Peki ya İğne yapraklı ormanlar? Malum onlarda sert kaya ikliminin hâkim olduğu bölgelerde yaygındırlar.
Örnek: Cedrus, abies, Picea, pinus.
Sert yapraklı ormanları ise yazları sıcak ve kurak, kışları yağışlı ve ılıman geçen bölgelerde görülüp, genel itibariyle 2-4 m boyunda ağaç ve çalılardan ibarettirler. Her ne kadar biz insanlar bu tip bitki topluluklarını sert yapraklı tanımlasak ta, şu da bir gerçek gülü seven dikenine katlanır misali o sert dayanıklılığın arka planında her daim yeşil kalabilen güzellik gerçeğini değiştiremeyecektir. Öyle ki onlar her mevsim yeşil ve küçük derimsi yapraklara sahip olmanın yanı sıra daha çok Akdeniz bölgesinde rastlanan maki, şibilyak ve garig formasyonuna giren bitkiler olarak dikkat çekip, aynı zamanda kapladığı alanları rengârenk donatmakla nesiller boyu her daim adından söz ettiren bitki topluluklardırlar Üstelik bu rengârenk bitki formasyonu sadece Akdeniz bölgesiyle sınırlı kalmayıp Güneybatı kap bölgesi, Güney Avustralya, California ve Şili kıyılarında da ziyadesiyle mevcutturlar. Yani bu bölgeler Akdeniz bölgesine yakın veya benzer iklime sahiptirler. Anlaşılan o ki bu tip bitki formasyonlarının varlığı çok büyük bir nimet, zaten bu tip bitki formasyonları olmasa zarafetten ve estetiklikten ve rengârenk bitki manzaralarından bahsetmek anlamsız olacaktır.
Maki Formasyonu
Maalesef “Yaş kesen baş keser” atasözümüzden bihaber olan bir takım zarafetten, estetikten, rengarenklik hissiyatından yoksun bir takım orman katledici haramiler bitki topluluklarımızın canına kıysalar da bitki âlemi de bir şekilde bu haramilere karşı direnç gösterip bir başka tarzda tepkisini ortaya koyup yıkılmadım ayaktayım dercesine tekrardan gün yüzüne çıkarak kendini gösterebiliyor. Şöyle ki orman örtüsünün tahribinden sonra kök salıp ortaya çıkan ve bilhassa kıyı bölgelerinde gelişmiş 1-2 m yüksekliğinde ince gövdeli derimsi yeşil yapraklardan meydana gelmiş bitki örtüsüne maki formasyonu adı verilmektedir. Değim yerindeyse maki formasyonu Akdeniz bölgesinin bir baştan diğer başa kadar süsleyen bitki topluluklarıdır. Nitekim Arbutus Unedo, Arbutus andrachne, Calluna vulgaris, Ceratonia ciliegia (keçiboynuzu), Cercis siliguastrum, Cistus, Quercus ilex (pırnal meşesi), Quercus coccifera, Olea oleaster, Pistacia lentiscus (Sakız), Pistacia terebinthus, Spartium junceum, Styrax officinalis, Juniperus oxycedrus, Nerium oleander, Laurus nobilis ve Myrtus comminus (Mersin), Erica arborea gibi bitki toplulukları bunun tipik örneklerini teşkil eder. Hatta bu türler içerisinde sakız, keçiboynuzu, Mersin ve pırnal meşeside hakiki Akdeniz ikliminin kendine has karakteristik özellikte bitki tipleri olup diğer iklimlerde pek yetişmezler.
Hakiki Akdeniz ikliminden uzaklaştıkça maki toplulukları hem türce azalır hem de boy kaybına uğrarlar. Nitekim Akdeniz kıyılarından uzak alanlarda 18-20 tür, Ege kıyılarında 13-14, Marmara kıyılarında 8-10, Karadeniz kıyılarında 4-5 türe indiği gözlemlenmiştir. Hakeza Akdeniz kıyı maki toplulukları boyca 800-900 metreye eriştiği, Egede 500-600 metre, Marmara'da 300-400 metre ve Karadeniz de ise 150-200 metre seviyelerde olduğu tespit edilmiştir. Bazı araştırıcılar maki topluluklarının maki ormanlarının tahribi neticesinde ortaya çıktığını, bazılarının makinin silisli arazilerinde yetiştiğini (kaya tabiatına bağlıyor) ileri sürmüşlerdir. Hatta bazı bilim adamları makinin bozulmuş şekli olan Garig formasyonunun ise kalkerli arazide gelişebileceğini ileri sürmüşlerdir. Her kim ne ileri sürerse sürsün şurası muhakkak tabiatta genelde maki toplulukları kalkerli arazide yayılmışlardır. Garig ise silisli arazide yayılmıştır. Anlaşılan maki bitki topluluğu daha çok Akdeniz iklim kuşağı özellik gösteren bir bitki formasyonudur.
Madem Akdeniz'e bir bambaşka güzellik veren böylesi birbirinden güzel bitki topluluklarımız var, o halde maki topluluklarının kıyımı göz göre neden durdurulamıyor doğrusu buna yürek mi dayanır. Hem yüreğimizin yanmaması ne mümkün. Düşünsenize kendilerinden “Ateşin Çocukları” diye bahseden tayfa ne zıkkım belaysa bir an evvel onların köklerini kurutmakta fayda var. Baksanıza PKK şer örgütü sınır ötesinde kıstırıldıkça can havliyle şimdide ormanlarımıza göz dikmiş durumdalar. Şayet bu alanlarda da ateşin çocukları denen zıkkım belalar kıstırılmazsa gerek maki formasyonlarımız gerekse diğer bitki topluluklarımız git gide güç kaybedip hem toprak kaybına, hem de bunun neticesinde tüm bitki maki formasyonlarımızın birçoğu tarih olacaktır. Kaldı ki bugüne dek orman sahalarını acımasızca tahribatından kala kala en az kayıp verdiğini düşündüğümüzde bunlar arasında pesent (seçicilik göstermeyen) denen bazı maki türlerinin ayakta kalabildiğini gözlemlemekteyiz.
Garig formasyonu
İnsan toplulukları arasında biçare insanlar genel itibariyle garip olarak nitelenir. O halde varsın bitki âlemini de temsilen garip topluluklar olsun ki bir takım farklılıkları kıyas etme imkânımız olabilsin. İşte temsil noktasında son derece kurakçıl karakter kazanmış fakir veya cılız kalmış bitki topluluklar arasında Garig formasyonu bunun tipik bir misalini teşkil eder.
Örnek: Philleyrea latifolia, Phyllirea latifolia, Poterium spınosum, Quercus coccifera, Juniperus oxycedrus, Cistus ve Thymus türleri.
Psödomaki
Akdeniz dalgasını taşıyan maki bitki toplulukları ile Karadeniz tesirini aksettiren nemcil ve kışın yapraklarını döken ağaçların bir arada bulunan bitki topluluklarına psödomaki formasyonu denmektedir. Yani bu durum yaz-kış yapraklarını dökmeyen maki bitki toplulukları arasına kışın yapraklarını döken maki bitki topluluklarının karışması olayı olarak tanımlanmaktadır. Mesela Marmara bölgesinde Akdeniz ikliminin sirayet edebileceği maki bitki topluluklarının arasında Karadeniz ikliminin sebep olduğu veya yoğun yaz yağmurlarının etkisiyle kışın yapraklarını döken ve daha nemcil karakterde diyebileceğimiz bazı bitki türleri yetişme imkânı bulabiliyor. Özellikle maki sahalarında belirli bir kış mevsimi olmadığından bitkiler hayati faaliyetlerini her mevsim sürdürmeye devam etmektedirler. Fakat psödomaki formasyonuna mensup bitkiler için kış mevsimi dinlenme devresi olup aynı zamanda bu tür bitkilerde yaprak dökümü bile görülebiliyor. Örnek mi? İşte Psödomaki formasyonunu oluşturan bitki topluluğu topluluklarından; Arbutus unedo, A. andrachne, Qercus coccifera, Olea oleaster, Philleyrea latifolia, Pistacia terebinthus, Juniperus oxycedrus, Cercis siliquastrum, Cistus, Erica vs. gibi bitkiler bunun tipik örneklerini teşkil ederler.
İkinci sunacağımız örnek ise mevcut maki türleri içerisine karışan ve kışın yapraklarını döken elamanlar olup, bunlar Cornus Mas, Crataegu monogyna, Coryllus avellana, Fraxinus
ornus, Rubus fruticosus, Sorbus torminalis ve Ligustum vulgare, Bromus tomentellus gibi bitki topluluklarıdır.
Ot formasyonu
İklim, toprak ve rölyef gibi yetişme şartlarının ağaç yetişmesine imkân vermediği yerlerde, belirli zamanlarda yağış durumu veya toprağın derinliklerine sızmayacak derecede suyla beslenip yetişen bitkilerin meydana getirdiği topluluğa ot formasyonu denmektedir. Ot formasyonları; savan, step ve çöl formasyonları olarak üç grupta mütalaa edilirler.
Savan
Tropikal bölgelerin kurak mevsimi bulunan bölgelerde gelişen, içlerinde seyrek ağaçların yer aldığı yüksek boylu otsu bitki topluluğuna savan adı verilir. Anlaşılan o ki orman formasyonu buralarda yerini yüksek boylu otlara vermiştir. Yine de bu demek değildir ki savan sahaları tamamen ağaçtan mahrum yerlerdir. Bilakis Tropikal bölgelerin yıllık yağışı 1000 mm’nin üstünde olan ve kısa kurak devresi bulunan yerlerde nemli savanlar gelişmiş halde bulunmakla beraber, bunlar arasında yapraklarını döken ağaçlar da bulunur.
Yıllık yağışı, 500 mm arasında olan ve 5-7 ay kuraklık geçiren kuraklık geçiren tropikal bölgelerde ise kurak savanlar yer alıp ister istemez bu durumda ağaç toplulukları nadiren bulunacaktır. Dolayısıyla buraları daha çok yüksek boylu otların kuşatıyor olması son derece gayet tabii bir durumdur.
Tropikal bölgelerin 8–10 ayı kurak geçen ve yıllık yağışı 500 mm’nin altında olan yerlerde dikenli bir hal alır ki savanların bu türüne dikenli savan denmektedir.
Stepler (Bozkır formasyonu-preri)
Bozkır formasyonu denilince ister istemez Orta Asya akla gelmekte. Sonuçta Orta Asya'dan Anadolu'ya gelip, oradan Balkanlara uzanmışız. Neyse ki Anayurttan uzaklaşsak ta bozkır kültürümüzü hatırlatacak Anadolu'muzda step formasyonumuz var. Adı üzerinde bozkır, bu yüzden orta kuşakta yağışların ağaç yetişmesine yetmeyecek kadar az olan yerlerde yaz kuraklığına dayanamayarak güz mevsimine yakın bir dönemde solan ve aynı zamanda ortadan ansızın kaybolan ot formasyona step formasyonu denmiştir. Dolayısıyla yağış miktarının 250-300 mm’yi aşamadığı steplerde umumiyetle ağacın olmadığı belirlenmiş olmakla birlikte zemin kısmı nemli olan yerlerde tek tekte olsa nispeten ağaç görülebiliyor.
Bozkır formasyonunun başlıca yayılış alanı Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika kıtalarıdır. Memleketimizde ise doğal step sahalar olup buralar özellikle İç Anadolu, Tuz gölü çevresi, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Trakya’da ki bazı ormanların tahribi neticesinde meydana gelmiş sekonder step sahalar olarak bilinirler.
Örnek: Stipa, Artemisia, Festuca ovina, Bromus tomentellus, Peganum harmala.
Flora âlemleri
Madem yeryüzü bitki örtüsü flora âlemlerine ayrılmakta, o halde flora âlemleri de flora bölgelerine ayrılacaktır elbet. Dolayısıyla yeryüzünü saran bitki örtüsü Avustralya, Antarktika, Holoarktik, Paleotropik, Neotropik ve Kap florası olmak üzere 6 flora âlemini diye tasnif edilir.
Holoarktik Flora âlemi
Holoarktik flora âlemi kuzey yarım kürenin soğuk ve ılıman bölgelerini içine alan bir flora âlemi olup, bu söz konusu âlem Akdeniz, Avro Sibirya, Doğu Asya ve Kuzey Amerika diye 5 bölgeye ayrılmaktadır.
Doğu Asya Bölgesi
-Yağışı bol bir bölge olup, yıllık yağış ortalaması 500 mm’ye tekabül etmektedir. Bu arada kışlar ise kurak geçip, yaz mevsiminde yerini yağışa terk etmektedir.
-Bölgenin güneyinde subtropik karakterde yağmur ormanlar mevcut olup kuzeye gidildikçe bu ormana has bir takım karakteristik özellikteki bitkilerin ortadan kalktığı gözlemlenmiştir.
-Kuzeye çıkıldıkça yağmur ormanları yerine yaprak dökümünün belirgin hale geldiği ağaç toplulukların hâkim olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle yağmur ormanları Himalaya’nın doğu etekleri, Orta Çin, Formoza ve Güney Japonya’ya kadar uzanmaktadır.
Örnek: Lauraceae, Quercus, Magnoliaceae ve Theaceae bitkiler.
-Doğu Asya'nın yazlık ormanları Avrupa'daki yazlık ormanlardan floristik bakımdan zengin olduğu gözlemlenmiştir. Yani Doğu Asya’nın yarısı Juglandeceae familya mensuplarının oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Örnek: Alnus, Acer, Betula, Prunus ve Qercus türleri.
Orta Asya Bölgesi
- Orta Asya bölgesi doğuda Gobi çölünü (1000-1500 m), Kuzeyde Tibet yaylasını (4000-5000 m) içerisine alır. Zaten Batı Türkistan’ın dışında kalan bir kısım bölge ise çöldür.
- Ormanca yağış alan yüksek kısımlarda yer alır (300-350 mm).
-Bölgenin batısı çayır stepleri halindedir.
-Doğuya doğru gidildikçe astragalus stepleri hâkim hale geçer. Bunun yanı sıra Artemisia stepleri de yer alır.
-Su kenarlarında Salix, Populus, Tamarix cinslere mensup türler hâkimdir.
-Tuzlu topraklarda Chenopodiacea familyasına mensup türler gelişir.
Akdeniz Bölgesi
-Kışın ılıman ve yağışlı, yazı mevsimi ise sıcak ve kurak geçen alanlar Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü bölgeler olarak tanımlanır.
-Bu bölge uzun medeniyetlere sahne olduğundan bu arada ister istemez bitki örtüsü tahrip edilmesi sonucu maki topluluğu meydana gelmiştir.
-Akdeniz bölgesinde Pinus Brutia (Kızılçam), Pinus Pinea (Fıstık çam), Pinus Sılyvestris (Sarıçam), Fagus Slyvatica, Fraxinus (Avrupa kayısı), Abies (Göknar), Cedrus Akdeniz ikliminin hâkim olduğu bölgelerde görülür.
-Akdeniz ikliminin etkisi altına giren bölgeler: İberik yarımadasının bir kısmı (İspanya tarafı), Güney Fransa'nın kıyı bölgesi, İtalya yarımadasının alçak kısımları, Yunanistan'ın kıyıya yakın alçak kısımları, Batı Güney Anadolu kıyı bölgesi, Doğu Asya'nın kıyı şeridi ve Afrika'nın kuzey batısı diye sıralanırlar.
Avro-sibirya Bölgesi
-Avro-Sibirya bölgesi Islanda’dan Kamçatski’ye kadar uzanıp, Doğu Asya’da bu ormanlar oldukça fakir oldukları belirlenmiştir.
-En fazla yağış yaz aylarında görülür.
-Kuzeyi iğne yapraklı ormanlarla kaplıdır.
Örnek- Conifera türlerinden; Larix, Abies, Pinus ve Picea oluşturur.
Conifera arasına geniş yapraklılarda karışarak Kuzey Rusya’dan Sibirya’ya kadar uzanan Tayga ormanlarını hâsıl eder. Tayga’nın kserofit karakteri zemin donmasının sebep olduğu susuzluktan (fizyolojik kuraklık) ileri gelir. Mesela Tayga’nın belli başlı kozalakları; Pinus Sıylvestris, Pinus Cembra, Picea ovata, Abies Sibirica, Larix Sibirica ve Larix dahurica’dır. Yayvan yapraklılara da Sibirya’dan Betula, Alnus, Salix ve Populus, Balkan yarımadasının kuzeyinden ise Carpınus, Fagus, Quercus gibi bitkiler örnek gösterilir.
-Avro-Sibirya otsu formasyonlarından en yaygın olanı çayır olduğu belirlenmiştir. Ayrıca yaz ayları yağışlı olması dolayısıyla bütün bölge bataklık ve fundalık bakımdan zengin olduğu gözlemlenmiştir. Dolayısıyla bataklık çayırlarda Phragmites ve Carex yaygındır.
-Ilıman kuşağın kuzeyinden kutuplara doğru Tundra formasyonu kaplar.
Örnek-Bryophyta, Liken, Carex. Aynı zamanda Tundralar yılın ¾ ü (dörtte üçü) karla örtülü olup Cladonia rangiferina (rengi diken) hâkim bitki topluluklarını oluştururlar.
Kuzey Amerika Bölgesi
1-Kuzey Amerika bölgesi fizyonomi bakımdan Avro-Sibirya bölgesine dâhil olup, floristik bakımdan da Doğu Asya flora yapısı gösterirler.
2-İklim ve floristik yapı bakımdan Kuzey Amerika üçe ayrılmakta olup, bunlar;
“a-Pasifik kıyı şeridi,
b-Atlas okyanus kıyıları,
c-İç kesimler” diye tasnif edilirler.
3-Kuzey Amerikan bölgesinin güney doğusunda Virjinya ile Texas arasında kalan kesimde subtropik yağmur ormanları yer almaktadır. Özellikle bunlar arasında Quercus, Magnolia, Liyan’lar zengin orman altı vejetasyon oluştururlar.
Pasifik kıyı Şeridi
Özellikle iğne yapraklı ormanlar gelişme gösterir.
Örnek- Tsuga, Pseudotsuga, Thuja, Sequoıadendron, Gıganteum (mahmut ağacı), Conifera ormanlarına misal teşkil eder.
Atlas okyanusu kıyıları
Kurak bölgelerinde pinus türleri, bataklık yerlerde ise Taxodium disticum bulunmaktadır. İç kısımlarda ise Preri adı verilen vejetasyon yer alır. Prerilerin yapısına Astragalus, Aster, Andropogon, Achillea, Koeleria, Stipa’lar teşkil eder. Preriler (pampa) kserofit bitkiler ile örtülüdür.
Paleotropik Bitkiler
Paleotropik flora âlemi;
-Orta ve Güney Afrika
-Tropik Asyayı içine alır.
Paleotropik flora âlemi aynı zamanda Malezya ve Hint-Afrika alanını da kapsar.
Malezya Bölgesi
-Yağmur ormanları Malezya bölgesinin en tipik formasyonudur. Örnek: Moraceae, Annonaceae ve Dipterocarpaceae formasyonlarına ait bitkiler ile odun ihtiyacını karşılayan liyanlar yer alır. Aynı zamanda dalları sis altında kalan Bryophyta, Orchida ve Pteridophyta bitkileri bakımdan zengindirler.
-Malezya Bölgesinin kuşak kısımda muson ormanları yer alır. Sava adasının doğusunda ve K. Hindistan'ın doğusunda ki muson ormanlarını ise Tectona grandis temsil eder.
-Bölgenin güneyine gidildikçe antarktik flora âleminin etkisi görülmektedir.
Hint Afrika Bölgesi
Hint-Afrika bölgesinde kuzeyden ekvatora yaklaştıkça yağış oranı artmaktadır. Dolayısıyla bitki örtüsü şu şekilde sıralama gösterir:
-Bitki örtüsü çöl, savan, galeriye ormanı ve yağmur ormanı şeklinde birbirini takip eder. Yağmur ormanları Gine kıyılarından Güney Havzasına kadar uzandığı gibi yer yer gök galeri ormanları ile çevrili olduğu gözlemlenmiştir. Genelde bu ormanlar devamlı su bulunan yerlerde bulunurlar. Anlaşılan o ki Afrika’nın en tipik ormanlarını Savanlar oluşturmaktadır. Savanlar; Asclepidaceae, Amaranthaceae, Acanthaceae, Scrophulariaceae, Composıtae, Malvaceae ve Legumunaceae türleri savanların tipik bitkileri arasında yer almaktadır.
-Hint Afrika bölgesi, Afrika sahasının Güneyi ile Madagaskar çevresindeki odaları içine alıp, özellikle bunlar içerisinden Madagaskar adası endemikler bakımdan zengin bir alanı kaplamaktadır. Hatta seyyahların ağacı ismiyle anılan ve güneşe karşı dik duran Ravnala Madagascariensis burada yer almaktadır. İlginçtir bu ağaç güneşin kavurucu sıcaklığına aldırmadan daha çok kendi kendini gölgelendirmesiyle dikkat çekmektedir. Besbelli ki gövdelerinin üstünde simetrik olarak her iki yana yayılmış vaziyette bulunan yaprak demetleri bu iş için seferber olmuş haldedir. Böylece ışık nereden gelirse gelsin bünyelerinde var olan gölgeleme tertibatları sayesinde bunaltıcı sıcakların zararlarından kendilerini korumaya almış olurlar.
Neotropik Flora âlemi
-Neotropik flora âlemi Orta Amerika ve Güney Amerika bölgesini içine alır.
-Yeryüzünün en geniş yağmur ormanı bu bölgede, özellikle Amazon çevresinde bulunmaktadır. Orta Amerikanın batı kısımlarında ise (Venezualla, Kolombia ve Brezilyanın iç kısımları) yaprak döken muson ormanları ile kserofil çalılar yer almaktadır.
-Neotropik flora âlemi içerisinde savanlar da geniş yer kaplamaktadır. Hatta Uruguay ve Kuzey Arjantin'in otluk halde step haline geçmiş savanlarına pampa adı verilir (prerilere benzer savanlar).
-Bölgenin güneyi (Patagonya) ise dikenli ağaçlar, kserofil çalılar, seyrek yapılı step ve otlaklarla örtülü yarı çöl halindedir.
-And dağlarında ki (orman ve çalı kuşağından yukarıda kalan kısım) sert yapılı otlar, yastık halinde bitkiler, bodur çalılarla örtülü otlaklar halindeki bitki örtüsüne Paramo denilmektedir.
-Bu flora bölgesinde bilhassa Cactaceae, Cannaceae, Bromeliaceae familyaları daha yaygın haldedirler.
Kap Flora âlemi
-Küçük flora âlemidir.
-Yağışın 2/3’ü kışın düşer.
-Maki formasyonu çalılardan meydana gelmiştir.
-Orman florası sadece güney kıyıların nemli kısımlarında vardır.
-Zengin bir floraya sahiptir. Özellikle Proteaceae familyası zengin formu oluşturmaktadır.
-Arazi yapısının değişik oluşu dolayısıyla yağışa bağlı olarak bitki örtüsünde değişik olarak kademelenmiştir.
Avustralya flora âlemi
-Avustralya büyük kara parçalarından ayrılması sonucu izole olmuş bir kıta olup, aynı zamanda bitki örtüsü % 85 endemik olan bir flora âlemidir. Yani 10.000 türden 8600’den fazlası endemiktir.
-Kıyı bölgeleri yağış aldığından daha çok yağmur ormanları yer alır. Yağış ormanları Eucalyptus ormanları ile çevrilip, bu türler Avustralya bölgesinde 500 türden fazlasıyla temsil edilirler. Kuzeyin yaz yağmuru alan vejetasyon kısmında ise savanlar damgasını vurmaktadır.
-Bu flora âlemin büyük bir bölümü kurak haldedir.
Antartika Flora âlemi
Güney Amerika’nın güney batı ucunu içine almaktadır. Bu floranın iki ana özelliği sürekli yağışlı sisli ve bulutlu olmanın yanı sıra bitki örtüsünün ılıman yağmur ormanı niteliğine sahip olmasıdır. Ayrıca yağmur ormanı fagaceae (kayıngiller) familyasından Nothofagus tarafından temsil edilir. Hatta bu ormanlar lianlar ve epifitlerle örtülüdür. Aynı zamanda bölgede bataklık ve turbalıklar da mevcuttur.
Antartika bölge
Güney Georgia adaları, Kerguelen adaları ve Macquarie adalarını içine alır. Söz konusu adaların florası oldukça fakir olup yer yer ot formasyonlarına da rastlanır. Dahası bölgenin büyük bir kısmı buz gölü halindedir.
(Devam edecek)

TÜRKİYE VEJETASYON COĞRAFYASININ GENEL GÖRÜNÜŞÜ
SELİM GÜRBÜZER
Dünyada kendi içinde benzerlik gösteren altı flora âlemi içerisinde Türkiye’nin bulunduğu vejetasyon konum Holarktik flora âlemi kuşağına girmektedir. Malumunuz Holarktik flora âlemi de kendi içerisinde; Avrupa-Sibirya, Akdeniz havzası ve Turan-Önasya flora bölgesi olarak tasnif edilip, bu üç başlıklı tasniften de anlaşıldığı üzere kendi içinde bulunduğumuz Ege, Akdeniz’in büyük bir bölümü, Güney Marmara ve buna Akdeniz havzası da dâhil holarktik flora âlemi kapsamına girmektedir. Bunların dışında Kuzey Anadolu, Trakya, Avrup-Sibirya (Paleoboreal Avrupa), Orta ve Doğu Anadolu ise Turan-Önasya vejetasyon flora bölgesine girmektedir. Şayet bu üç başlıklı flora âlemini fitocoğrafya (coğrafya veri tabanı) yönünden değerlendirme yapacak olursak; Kuzey Anadolu ve Kuzey Trakya, Avrupa-Sibirya bölümü flora bölgesine dâhil olurken diğer Ege ve Akdeniz'in büyük bir bölümü, Biga yarımadası, Akdeniz, Güneydoğu Anadolu'nun güneyindeki plato ve ovalar da Mezopotamya rejyonel bölgesi kapsamında flora oluşturmaktalar.
Keza Türkiye vejetasyon coğrafyasını bir bütün olarak kendi içinde bir flora âlem olarak düşündüğümüzde ise:
“-İran-Turan,
-Avro-Sibirya (Öksin flora ve Kolşik flora),
-Akdeniz,
-Mezopotamya” şeklinde çok çeşitlilik içeren zengin büyük bitki âlemiyle karşı karşıya kaldığımız görülür. Hem nasıl yemyeşil cennet vatan bitki âlem olarak karşımıza çıkmasın ki, bikere her şeyden önce Türkiye florası dört mevsim ve yedi iklim bölgesiyle dünyada hiçbir ülkeye nasip olmayacak derecede tüm bitki florasını bağrında taşıyacak nitelikte özelliklere sahip tek ülke olduğumuz bilinen bir gerçekliktir. Bu yüzden ülkemiz için hep ‘Cennet Vatan Türkiye’ demekten kendimizi alamayız da. Ama gel gör ki, hele bilhassa 2020-2021 yıllarında maalesef Cennet Vatan Türkiye’mizin ormanlarına göz dikip habire zengin flora yapımızı vahşice kıymak için çaba sarf etmekteler. Hadi PKK hain şer örgütünün huyudur onu anladık ta, peki ya bilinçsizce ormanlarımızı budayanlara ve bilinçsizce yerleşim alanı oluşturup kaçak yapılaşmalara ne demeli. Tüm bunları dile getirmek elbette ki içimizi yakan acı gerçeklerdir, ama bunu dile getirmeye mecburuz, zira Türkiye’de vejetasyon formasyonunun değişime uğratan tüm bu olumsuz unsurlar ormanlarımızı büyük bir ölçüde yok olmasına neden olan faktörlerdir. Tabii insan faktörünün yanı sıra diğer olumsuz faktörlerde yeşil alanlarımızı çoraklaştırmakta. Nitekim bu olumsuz faktörleri maddeler halinde şöyle özetleyebiliriz de:
-Ülkemizde değişik rejyonel (bölgesel) iklim şartlarının hüküm sürmesi,
-Türkiye topoğrafyasının yükseklik, eğim ve bakı şartlarının kısa mesafeler dâhilinde sık sık değişmesi,
-Özellikle kuvaterner (dördüncü zaman)’de meydana gelen iklim değişmeleri (ekolojik şartlar) ve Avro-Sibirya, Akdeniz subtropikal, İran-Turan flora bölgesine ait vejetasyon alanlarının devamlı olarak parçalanması,
-Kurak ve yarı kurak bölgelerimizde insanımızın bilinçsizce doğal vejetasyon floramız üzerinde önemli ölçüde müdahalelerde bulunulması her daim can Türkiye’mizin yumuşak karnı olmuştur. Nitekim bu tip insan eli müdahaleleri klimaks türlerin azalmasına, kuru ormanların ortadan kalkmasına ve antropojen steplerin yaygınlaşmasına neden olmuştur.
Bu demektir ki herhangi bir alanda bitki örtüsünün tutunması ve gelişmesi o alanın iklim, toprak, topoğrafya, beşeri faktörler, ekolojik şartlara bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Hatta ekosistem dâhilinde bitki ortamında normal denge oluştuğunda, o ortama uyan yeni bir klimaks bitki topluluğu bile yeşerebiliyor.
Her neyse bu arada Türkiye vejetasyon coğrafyasını bitki örtüsü ve iklim faktörleri arasında ilişkiler açısından incelediğimizde sıcaklık, yağış, bulutluluk ve bağıl nem, bakı ve eğim yönünden baktığımızda da çok çeşitlilik arz ettiğini gözlemlemekteyiz:
Sıcaklık
Bilindiği üzere Türkiye vejetasyonu açısından en ideal eşik sıcaklık değeri 8 santigrat derecedir. Zira bilim adamları tarafından yapılan araştırmalar sonucunda sıcaklık değerini 8 santigrat derece başlangıç noktası olarak baz aldıklarından başlangıçla sona eriş tarih arasındaki rakama tekabül eden aralığa vejetasyon süresi (vejetasyon devresi) olarak tanımlanmıştır. İşte bu tanımlamadan hareketle yurdumuzda vejetasyon süresinin en uzun olanının Güney kıyılarımızda 260 günden fazla olduğu belirlenmiştir. Hatta Alanya, Anamur ve Antalya gibi bölgelerde ise vejetasyon süresini yıl boyunca konumunu koruyabildiği gözlemlenmiştir.
Yağış
Türkiye’nin kuzeyinde nemli ılıman ve nemli soğuk ormanlar ile su isteği fazla olan higrofitler yaygın durumdadır. Fakat yine de kuzey kıyı şeridi hariç Türkiye genelinde Akdeniz ve Ege kıyıları boyunca yaprağını dökmeyen aynı zamanda ağaç ve çalıların hâkim olduğu kserofitler ile Orta Anadolu ve Doğu Anadolu’da kışın soğuğa yazın kuraklığa dayanan meşe, ardıç, yer yer karaçam ve orman sınırlarının altında ilkbaharda yeşeren yazın kurak devre sonucu meydana gelen step vejetasyonunun hâkim durumda olduğu gözlemlenmiştir.
Bulutluluk ve bağıl nem
Vejetasyon devresinde bulutluluğun ve nisbi nemin düşmesi evapotranspirasyonu artırmakta ve dolayısıyla kuraklığın kuvvetlenmesine neden olmaktadır.
Aslında ülkemizde bitki örtüsü ve iklim faktörleri arasındaki ilişkiler sıcaklık, yağış, bulutluluk ve bağıl nem durumunu bir bütün olarak birlikte dikkatte alındığında şu şekilde verilerin ortaya çıktığını maddeler halinde şöyle özetleyebiliriz de:
-Ülkemizde Kuzey Anadolu ve özellikle Karadeniz'e bakan yamaçlarda yağış, bulutluluk ve bağıl nem değerleri yüksektir. Nitekim Karadeniz kıyı kesimi higrofil karakterde bitkilerin yetiştiği bölge olup bu bölgesinin yüksek kesimlerinde daha çok soğuk şartlara uymuş ibre yapraklı ormanlar yer almaktadır. Örnek: Kızılağaç, ladin, göknar, ıhlamur gürgen, kayın vs. bunun tipik örneklerini teşkil ederler. Ayrıca Kuzey Anadolu fito-coğrafi bölgesinde dağların yüksek ve güneye bakan yamaçlarında ise soğuğa dayanıklı ışık isteği fazla olan sarıçam ve karaçam ormanların varlığı da buna dâhildir.
-Sıcaklığın nisbeten fazla ve bulutluluğun düşük olduğu Ege ve Akdeniz kıyılarında kuraklığa dayanıklı maki, frigana, kızılçam, fıstık çamı, servi (selvi-cupressus), palmiye ve turunçgiller gibi sıcaklık bitkilerin varlığı söz konusudur.
-Kışlar soğuk, yağışların az düştüğü Orta Anadolu ve Doğu Anadolu'da step vejetasyonu bulunmaktadır.
-Vejetasyon süresinin birkaç ayı kapsadığı, düşük sıcaklıkların yüksek olduğu alanlarımızda (dağlarda) subalpin –alpin denilen çayır formasyonu yer almaktadır.
-Yarı kurak- yarı nemli bölgelerimizde park görünümlü kuru ormanlar, ardıç, meşe, karaçam ve bunların karışık olduğu topluluklar bulunmaktadır.
Bakı ve eğim
Karadeniz bölgesinin arka ve iç kesimlerin kuzeye bakan yamaçlarında sarıçam, güneye bakan yamaçlarında meşe ve ardıç toplulukları ile antropojen stepler hâkim durumdadır. Nitekim Sarıkamış ve Hopa ormanları bunun tipik örneklerini teşkil eder.
Karadeniz sahil rejiyonelin kuzeye bakan yamaçlarında ise ardıç, sarıçam ve meşeler baskın duruma geçmektedir.
İç Anadolu’da bakı durumuna baktığımızda ise kuzey yamaçların ardıç ve meşelerle, güney yamaçların ise step ve antropojen steplerle kaplı olduğu görülür.
Genel bir bakı tanımı yaptığımızda; Akdeniz bölgesi hariç diğer bölgelerimizde kuzey yamaçlar nemli olmaktadır. Yani buralar yarı nemli lokal ortamlar ve rejiyonlar olması nedeniyle higrofil-mezofil karakterde vejetasyon formasyonlarını bağrında taşımaktadır. Güneye bakan yamaçlar ise kurak ve yarı kurak ortamlar oluşturduğundan dolayıda daha çok kserofik karakterde ağaç, çalı ve ot topluluklarıyla kaplıdır.
Bitki örtüsü ve biyotik (beşeri) faktör arasında ilişkiler
-Doğal bitki örtüsünün sürekli tahribi neticesinde eğimli yamaçlar erozyona uğramış, derken ana materyal yüzeye çıkmıştır. Anlaşılan o ki bitki ortamının bozulmasına paralel olarak ortamda klimaks türlerin sahadan çekilmesini beraberinde getirmiş ve böylece geriye bitki örtüsü olarak kala kala birkaç kanaatkâr ağaç, çalı ve ekseriya otsu türler kalmıştır.
-Step ormanlarının çeşitli yollardan tahribi step alanların genişlemesini sağlamıştır. Karadeniz kıyı kuşağında ise yer yer psödomaki (yalancı maki) topluluklar gelişmiştir.
-Vejetasyon örtüsünün tahrip edildiği alanlarda klimaks türler azalmış veya tamamen yok olmuş ve bunun neticesinde yerini kurakçıl bitki toplulukları ana kayaya bağlı türler yaygınlaşmıştır. Hatta bitki ortamı bir veya birkaç türün yayıldığı saha haline gelmiştir.
-Genelde memleketimizde klimaks türler önemli derecede değişmiş onun yerine ortama yabancı türler denilen kozmopolit türler ön plana geçmiştir.
-Ülkemizde aşırı hayvan otlaması, tarıma uygun olmayan alanlarda tarım yapılması, eğimli alanların sürekli tıraşlama yapılması ve orman bakımın sağlanamaması gibi etkenlere bağlı olarak vejetasyon örtüsünün büyük ölçüde kan kaybına uğradığı belirlenmiştir.
TÜRKİYEDE BİTKİ ÖRTÜSÜNÜN GEÇİRDİĞİ SÜREÇ
Flora –Biyocoğrafya alanlarında değişmeler
Ülkemiz Pleistosen’de ve hatta Holosen’de önemli iklim değişmelerine uğramıştır. Bu yüzden etkileri pedojenez ve jeomorfolojik yönden çok önemlidir. Bu arada Glasiyal devrelerde (buzul devre) hüküm süren nemli iklim şartlarına bağlı olarak ormanlar geniş alanlara doğru yayılmış, hatta bugün kuzey bölgelerimizde bulunan nemli ormanlar güneye doğru ilerlemiştir. Böylece step alanları daralmış ve bunun sonucu olarak da Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’daki yüksek alanların kuzeyine düşen soğuk bölgelerde kendine has bitkilerin yer almasına yol açmıştır.
Amanos dağlarında (Adana-Antakya) bulunan oksin kaynaklı flora yapısı
Amanos dağlarında özellikle kuzeye bakan yamaçlarında Akdeniz fitocoğrafya bölgesi dışında diyebileceğimiz Güney ponto, Sibirya, öksin veya kolşik elemanları bulunmaktadır. Mesela bir öksin ağacı olan Fagus oriantalis (kayın) Amanos dağların 1100-1500 m arası alanda yer alıp Antakya ve Musa dağının güney ve batı yamaçlarında ise 1900 m’ye kadar çıkan bir alanda bulunabiliyor. Örnek:Acer platanoides, Alnus glutinosa (Adi Kızılağaç), Fagus oriantalis Lipsky (doğu kayını), Evonymus latifolus, Quercus pantraea, Taxus baccata (Porsuk), Tilia argentea (Ihlamur), Ulmus glabra (Karaağaç), İlx clchica.
Belgrad ormanlarında yer alan Akdeniz bitkileri
Belgrad ormanlarında yer alan Akdeniz florasına ait bitki toplulukları şunlardır:
Arbutus Unedo, Erica verticillata, Poterium spinosum, Spartium junceum, Quercus Coccifera, Quercus infetoria, Juniperus oxycedrus, Calluna vulgaris, Cistus villosus.
Ağrı dağı üzerinde ise Munzur, Erciyes ve Nemrut dağlarında olduğu gibi Betula (Huş) ormanı bulunmaktadır. Hakeza Tortum doğu bölgesinden olmasına rağmen Tortum Havzasında Akdeniz kökenli bitkiler mevcuttur. Örnek: Arbutus Unedo, Arbutus andrachne, Jasminum fruticans(Yasemin), Capparis spinosa ve Cotinus coogyria’dır.
Türkiye için Holosende meydana gelen iklim değişmeleri konusunda genel itibariyle şu sonuçlara ulaşılmıştır:
-Günümüzden 8-9 bin yıl önce Anadolu da hissedilir bir kurak ve nispeten ılık bir dönem meydana gelmiştir.
-5–7 bin yıl önce hissedilir derecede sıcak ve oldukça nemli bir dönemin bulunduğu uygun bir klimatik değer dönemi meydana gelmiştir.
-3000 yıl önce serin bir dönem geçmiştir. Fakat Postglasiyal dönemde (1500-1700 yıl önce) kurak bir dönemin başladığı ve böylece orman formasyonunun yavaş yavaş yerlerini stepe terk ettiği görülmüştür. Örnek: Orta Anadolu ve Doğu Anadolu bölgesi.
Kuzey Anadolu fitocoğrafya Bölgesi
Bu bölge Ordu’dan doğuya doğru uzanan kolşik ve Istranca dağlarına, hatta Bulgaristan’a kadar uzanan öksin bölgesini içine almaktadır.
Çoğunlukla öksin bölgesine ait olan ağaç ve çalılar şunlardır:
Abies bornmülleriana (Uludağ göknarı), Alnus glutinosa (Adi kızılağaç), Abies nordmanniana (Kafkas-Doğu Karadeniz göknarı), Acer Campestre(Ova akçaağacı), Carpınus oriantalis (doğu gürgeni), Coryllus avellana (kuzu fındığı), Coryllus colurna (ayı fındığı), Castanea sativa (Avrupa kestanesi), Fagus orientalis (Doğu kayını), Pinus Silvestris, Quercus dischorochensis (Çoruh meşesi).
Kolşik sektörde bulunan ağaç ve çalılar ise şunlardır:
Alnus barbata, Philleyrea decora, Picea excelsa, Picea orientalis, Quercus pontica, Rhodendron cauca sicum, Rhodendron smirnovi, Rhdendron ungerni.
Akdeniz (Ege-Akdeniz) fitocoğrafya Bölgesi
Kuzeyde Marmara kıyılarından başlayarak (Gelibolu ve Biga Yarımadası), Ege (Uşak ve Denizli bölgesine kadar sokulan), Toros dağlarının güneye bakan yamaçları boyunca yükselen kısımlar, Amanos dağlarından güneye doğru devam eden bölgeler ve Doğu Akdeniz flora bölgesine dâhil edilir. Bu bölgede Sclerophyll (ışığı seven sert yapraklı bitkiler) türünden vejetasyon hâkim olup, bunun yanı sıra Geofitler, Terofitler ve Kamefitler gibi bölgeye has karakteristik bitkiler de mevcuttur. Bunlar dahası Akdeniz bölgesi ormanlarının tahribiyle yerleşmiş olan maki bölgesinin önemli vejetasyonu olarak bilinmektedir. Zira bölgedeki önemli ağaççık ve çalı türleri şöyledir:
Arbutus andrachne, Ceratonia Siliqua, Cotinus Cogygria, Daphne Sericea, Erica verticillata, Juniperus oxycedrus, Myrtus comminus, Olea europea, Philleyrea Media, Pistacia lentiscus, Quercus coccifera, Quercus haas, Quercus libani, Styrax officinalis.
İran -Turan fitocoğrafya Bölgesi
Bu bölgede İran-Turanian kökenli karakteristik bitkiler bulunmaktadır. Örnek: Acantholimon, Acanthophyllum, Calligonum, Ferula, Alyssum, Isatis.
Türkiye fito-coğrafyasında İran-Turanian kökeni bakımdan malum iki ana vejetasyon sahasına ayrılmaktadır. Birincisi yaprağını döken çalı ve park görünümündeki ormanların oluşturduğu dış kuşak, ikincisi de Orta Anadolu’nun ağaçsız alanı “gerçek step” diye anılan Orta Anadolu stepidir. Örnek olarak Orta Anadolu ağaçsız steplerinde Artemisia fragans, Euphorbia tinctoria, Globularia orientalis, Isatis glauca, Poa bulbosa, Astragalus, Peganum harmala gibi bitki topluluklarını verebiliriz pekâlâ.
Şu bir gerçek Türkiye’de floristik alanların yayılışını kesin çizgilerle sınırlandırmak mümkün değildir. Bu durumun iki ana sebebi vardır:
-Birinci ana sebep Pleistosende ve Holosende meydana gelen iklim değişmelerinden kaynaklanmaktadır. Nitekim soğuk- glasiyal dönemlerde (Pleistosen Epoch glacials pleyistosen buzul dönemler) güneyli ve kserofitler kuzeye doğru ilerlemiştir.
-İkinci ana sebep Orografik uzanışlar bakı lokal ortamları yaratmış ve bunun sonucu olarak ortamda değişik flora bölgelerine ait bitkilerin tutunmasıyla alakalı bir durumdur. Mesela Kuzey Anadolu dağların güneye bakan yamaçları kserofit ve ışığı seven bitkilere tutunma alanı oluştururken, Akdeniz bölgesinde kuzeye bakan yamaçlar ise kuzeyli higrofil bitkilerin tutunması için alan oluşturmuştur. Hakeza Amanos dağlarında çok sayıda öksin toplulukları kuzeye bakan nemli yamaçlarda toplanarak mesken tutmuşlardır.
TÜRKİYE’DE VEJETASYON FORMASYONLARI
Bilindiği üzere minicik ağaç kök hücreleri toprağa basınç yaparak sert kayaları bile delip “durmak yok, yola devam” dercesine ötelere yol alabiliyor. Dolayısıyla kök hücresi deyip es geçemeyiz. Hücrelerin içerisinden salınan kaygan sıvı kökün yol boyunca ilerlemesine yeter artar bile. Kökler kayaları delip parçalayarak toprağın derinliklerine ilerler de ağaç gövdesi üzerindeki sürgünler ilerlemez mi? Elbette ki sürgünlerde gökyüzüne doğru yönelerek gelişme kaydederler. Öyle ki ağaç sürgünlerin uç kısımlarında bulunan tomurcuklar sürekli kendini yenileyerek yeni hücreler oluşturup gövdenin dal budak salınmasını sağlarlar. Hakeza ağaçların genelinde adına kambiyum denen büyümeyi gerçekleştiren hücre tabakaları mevcuttur. Ve her yıl bu kambiyum tabakası bulunduğu ağaca bir halka daha ilave etmek için cansiperane çalışır da. Derken oluşan bu halkalar sayesinde birçok ağacın yaşını da öğrenmiş oluruz. Kambiyum tabakası sadece ağacın yaş tespitine yönelik bir halkalar kuşağı olmakla kalmayıp aynı zamanda kökler tarafından su ve suda erimiş maddeler kambiyuma ulaştığında, bu durumda kambiyum bünyesinde mevcut bulunan iletim borularını kullanıp suyun yapraklara taşınmasına da vesile olurlar. Hatta bu arada ağaç büyüdükçe kambiyumun içerisinde borularda sertleşip ağaç gövdesinin oluşmasına da vesile olurlar. Gövde artık bir noktadan sonra yapraklarla bağlılığını kesip mevcut suyu depolarında saklı tutarlar. Yapraklar ise bünyelerinde var olan klorofil maddesi sayesinde köklerden erimiş halde kendisine sunulan minareli ve havadan aldıkları karbondioksiti sentezleyip şeker ve nişasta haline dönüştürdükten sonra ağaç dokularının beslenmesini ve yeni dokuların oluşmasını sağlarlar. Anlaşılan o ki bir ağaç içerisinde gerçekleşen akıl dolusu faaliyetler orman bazında ele alındığında kat be kat daha artış kaydedip, böylece biyolojik hayat sıhhat bulmaktadır. Madem öyle, ağaç orman deyip es geçmemeli. Hem nasıl es geçilebilir ki, baksanıza kauçuk, katran, reçine sakız, boya ve kibrit gibi daha pek çok maddeler ağaçlardan elde edilmektedir. Hatta kullandığımız birtakım Tıbbi hapların birçoğu da ağaçlardan elde edilmekte. Dolayısıyla Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Gürciyle, Abazasıyla, Boşnağıyla, Arnavuduyla vs. 80 milyon insanımızla hep birlikte can yürek Türkiye olup “Yaş kesen baş keser” ata nasihatinden hareketle ormanlara gözümüz gibi bakmak boynumuzun borcu olsun.
İşte yukarıda anlatılan çok özellikli bilgilerden sonra şimdi rahatlıkla orman konusuna geçip alt başlıklar altında şöyle izah edebiliriz:
Trakya antropojen step formasyonu
Trakya gibi yarı kurak, yarı nemli şartlara haiz alanlarda antropojen stepler ve yarı kuşak şartların hüküm sürdüğü alanlarda kuru ormanlar yer almaktadır. Mesela Vertisollerin görüldüğü, aynı zamanda antropojen step alanının orman kalıntıları olarak kabul edilen sahalarda Quercus infectoria, Quercus pubescens, Quercus cerris, Juniperus oxycedrus, Carpinus oriantalis gibi bitkiler bulunmaktadır. Özellikle Trakya antropojen step sahası içerisinde yer alan vejetasyon örtüsü tipik kurak ve karasal iklim şartlarını en iyi şekilde yansıtmaktadır. Ki bunlara da Quercus pubescens, Jasminium fruticans, Stipa pennata, Koeleria cristata ve Festuca ovina gibi yaygın bitki toplulukların verebiliriz.
Hakeza Trakya'da otlak vejetasyonun en önemli temsilcilerini ise buğdaygiller familyasından Cynodon dactylon, Dactylis glomerata, Poa bulbosa, Festuca ovina, Koeleria cristata olup, Baklagillerden ise Trifolium campestre, Trifolium arvense, Trifolium incarnatum gibi türler temsil etmektedir.
Psödomaki Formasyonu (çalı)
Doğuda Hopa’dan başlayıp Trakya kıyılarını takiben bir şerit boyunca çoğu kez ağaççık veya çalılardan ibaret bir kuşak uzanmaktadır ki, bu kuşak aynı zamanda plantasyon kültür kuşağı olup insan tahribatının en yoğun olduğu alana tekabül etmektedir.
Bilindiği üzere Trakya’nın Karadeniz kıyıları boyunca psödomaki hâkim durumda olmakla birlikte Karadeniz kıyılarından iç kısımlara gidildikçe psödomaki içindeki maki elemanlarının tedricen ortadan kalktıkları görülür. Yine de Psödomaki formasyonun bu alanlarda oluşturduğu bitki topluluklarını genel itibariyle baktığımızda şu elemanların ağırlıkta olduğunu gözlemleriz: Philleyra latifolia (akçakesme), Laurus nobilis (defne), Arbutus unedo (koya yemiş), Cistus salvifolius (Laden), Rubus fruticosus (böğürtlen), Corylus avellana (fındık) vs. Keza bu örneklerin bulunduğu alanların daha doğusunda yani karaboğaz iskelesi ile kerpe burnu arasındaki kıyı bölgesi içerisinden yer alan maki elemanlarına örnek olarak da Phillyrea latifolia (akçakesme), Laurus nobilis(defne), Arbutus unedoe (kocayemiş), Cistus salvifolius(Laden), Corylus avellana, Rubus fruticosus, Erica arborea, Cornus mas, Crataegus monogyna, Mespilus germenica gibi bitki topluluklarını verebiliriz pekâlâ.
Orman Formasyonu
Bu formasyon Trakya, Batı ve Orta Karadeniz (Öksin sektör- Meşe kayın ormanları) bölgesinde bulunmakla beraber, aynı zamanda yapraklarını döken esas itibarı ile meşe ve kayından ibaret orman kuşağına uzanırlar. Hatta kıyıdan yüksek kesimlere gidildikçe daha çok kayın ormanları göze çarpıp, kıyıya doğru saha dâhilinde ise meşe ormanların yaygın olduğu görülmektedir.
Trakya alanı Istranca dağlarının 1000 metre yüksekliğinde ki kuzey yamaçlar ile 500-600 m yüksekliğinde güney yamaçlarda Fagus oriantalis (Doğu kayını) ormanlar yer alır. Çoruh meşesi ise odacıklar halinde bulunmaktadır.
Kayın florasının alt florasını ise Rhododendron Ponticum ve İlex aquifolium kaplar.
Istranca nemli orman alanının orta bölümü de malum sık bir orman altı florasına sahiptir. Dahası kaplayan bu alanlarda Rhododendron ponticum, Daphane pontica, Hypericum trifolium gibi bitki toplulukları bulunmaktadır. Trakya'nın doğu kısmında ise Belgrad ormanları önemli ağaç toplulukları olarak göz doldurur. Belgrad ormanı esas itibarıyla meşe ağaçlarından meydana gelmiştir. Örnek: Q. Frainetto, Q. Cerris, Q. Hartwissiana, Tilia tomen, Carpinus betulus, Acer cam poster.
Orman formasyonun güneye bakan kısımlarda meşe toplulukları ağırlıkta olup kuzeye bakan yamaçlarda da kayın yaygın haldedir. Dere tabanlarında ise gürgen bulunur.
Kocaeli nemli ormanların batı kesimi (meşe kayın sahası): Quercus Pedunculiflora, Castane sativa, Crataegus monogyna, Phillyrea latifolia, Daphne pontica gibi türler sahne almaktadır.
Kocaeli nemli ormanlarının doğu kesiminde yer alan kayın sahasına bir öksin elemanı olan orman gülü de (Rhododendron Ponticum) refakat etmektedir. Örnek- Castane sativa, Carpınus betulus, Q.Bademli flora, Q. Frainetto, Rhododendron Ponticum, Fagus orientalis, Mespilus germanica, Crateagus monogyna, Erica arborea.
Orta ve Batı Karadeniz Bölümü (Kayın-Göknar ormanları)
Sakarya nehrinin doğusundan başlayıp Ordu’ya kadar uzanan Kuzey Anadolu dağlarının kuzey yamaçları boyunca veya nemli ılıman kuşağın hâkim kısımlarında kayın ormanlar yoğunlukta olup yüksek yerlerde ise kayın-göknar karışımı ormanlar ağırlıklı olarak yerini almakta. Mesela İnebolu-Cide arasındaki Batı Köroğlu dağları alan dâhilinde yer alan orman formasyonu şu birliklere ayrılmaktadır:
-Gürgen(Carpınus betulus) ve Şimşir (Buxus sempervirens)
-Kayın (Fagus oriantalis) ve orman gülü (Rhododendron Ponticum)
-Göknar (Abies nord. Sub. Bornmülleriana) saf olarak 1200-1500 m arasında bulunur.
-Pinus sılvestris-Yüksek alanlarda Göknarla birlikte bulunur.
-Pinus nigra ve Geven (Astragalus anthylloides)
Batı Karadeniz bölümünün Orta Anadolu'ya bakan güney yamaçlarında (Kayın-Gökpınar) yer alan 1000–1100 m arasında ki bitki ve orman kuşakları ise şöyledir:
-Maki vejetasyon kuşağı
Bu kuşak akarsuların vadileri boyunca birkaç kilometre içerisine sokulmuş olan ve yüksekliği 200 metreyi bulan dar kıyı şeridini oluşturur.
-Kestane- ıhlamur- gürgen-meşe ormanları- kayın kuşağı
Bu kuşakta yer alan bitkiler 500 m yükseklikler dâhilinde karışık ve ayrı (farklı) birlikler oluşturarak boy verirler.
-Saf kayın ormanları(fagetum kuşağı) kuşağı
Bu kuşakta yer alan bitkiler 500–900 m yükseklikler dâhilinde aynı (benzer) birlikler oluşturarak uzanırlar.
-Kayın- Göknar karışık ormanları (fagetum – Abietum) kuşağı
Bu kuşakta yer alan bitkiler 900–1500 mm yükseklikler dâhilinde karışık(kompleks) birlikler oluşturarak uzanırlar.
-Saf Göknar orman (Abietum) kuşağı
Kızılağaç ormanları
Bu tür ormanlar Doğu Karadeniz bölümünde dere kenarlarında ki alanları işgal edip ormanın üst sınırına kadar uzanırlar. Derken kızılağaçlar 5–6 yıl sonra 7–8 m boyunda kızılağaç ormanları ile kaplanmaktadır. Örnek- Buxus sempervirens(şimşir), Prunus lauro cerasus (karayemiş)
Kayın- kestane- meşe – gürgen ormanları
Bu tür orman formasyonlarının 100 metreye kadar uzanan etek kuşağı geniş ölçüde tahrip edilmiş durumdadır. Hatta birtakım ağaç toplulukları birbirine karışmış durumdadır. Mesela bunlar arasında dillere destan kestane ağaçları vardır ki, bir Rizeli kardeşimize kestane nedir diye sorarsanız vereceği cevap; “o şehittir” der. Gerçekten her türlü bitkinin kabuğu çürür, fakat kestane kabuğu çürümez. İşte bu yüzden o bizim gözümüzde şehit unvanını çoktan hak etti bile.
NEMLİ-YARI NEMLİ SOĞUK ORMANLAR
Ladin ormanları
Bu ormanlar Ordu’nun doğusundan başlayıp Doğu Karadeniz dağları boyunca yüksekliği 2300 metreye kadar çıkabiliyor. Mesela daha çok sahil zonunda bulunan kayın ağaçları ile ladin karışık halde bulunup, yüksek kesimlerde ise göknar ve sarıçam ağaçları beraberce bulunurlar.
Trabzon civarında saf Ladin ormanları 90-100 metreleri bulup özellikle Meryem ana yörelerinde 1400-1500 metre olduğu gözlemlenmiştir. Trabzon dolaylarında Ladin ağaçlarıyla birlikte bulunan diğer önemli ağaç ve çalılar şunlardır: Fagus orientalis, Abies nordmanniana, Tilia rubra, Rhododendron Ponticum.
Rize’nin doğu kesimlerinde Ladin ormanlarında yer alan elamanlar ise: Acer platanoides, Ulmus montana, Rhododendron Ponticum, Rhododendron Luteum, Viburnum orientale, Carpinus betulus, Sorbus aucuparia’dır.
Göknar (Abies nordm) karışım ormanları
Göknarlar Ladine nazaran soğuğa karşı dayanıklı olup ladin-sarıçam arasında yer almaktadır. Bunlar daha çok 1000 metreden yüksek ortamlarda ve soğuk iklimde yetişmekte. Hatta Karadeniz'in iç kesimlerinde 1500-2000 metre yüksek rakımlarda bu tür ormanlar görülebiliyor. Fakat yüksek kesimlerde daha çok Rhododendron Ponticum ve Rhododendron Smirnovi türleri baskın durumdadır.
Sarıçam ormanları
Bilindiği üzere çam ve köknar ağaçlarına ait yaprakların dar ve iğnemsi olması, aynı zamanda yapışkanımsı yapraklarla çevrili olması dolayısıyla bu yapraklar buharlaşmaya geçit vermez. Bu yüzden kışta olsa yaprakları dökülmez. Hiç kuşkusuz bunlar arasında adından sıkça söz ettiren dalları hiçbir zaman çıplak kalmayan çamlardan biri de sarıçamdır. Sarıçam ormanları daha çok Karadeniz etkisinin azaldığı Sarıkamış gibi bölgelerde yaygın halde konumlanmış olup bir bakıyorsun Kuzey Doğu Anadolu’nun 2700 metrelik rakımlı tepelerinde bile neşvünema bulabiliyor.
Kuru Ormanlar
Genellikle meşelerin hâkim olduğu bu ormanlar güney kesimlerde bulunur. Fakat bu ormanlarda altı adet flora fakir durumda gözükmektedir. Yani buralarda genellikle kserofit karakterde ağaçlar yaygın durumdadır.
Istranca ve Çatalca yarımadası üzerinde kuru ormanların karakteristik en bariz özelliği ağaç meşesi olmasıdır. En önemli meşe türleri şunlardır: Quercus dschorochensis, Quercus pedunculiflora, Quercus frainetto, Quercus infectoria, Quercus cerris, Quercus dalechampii, Quercus pubescens.
Kuru saha ormanda yer yer gürgenler de bulunmaktadır. Örnek: Carpınus orıantalis, Carpınıus betulus. Hatta Kuru orman topluluklarına kızılçam, sarıçam ve Macar meşe türü ağaçlarda örnek teşkil eder.
Ot formasyonu
Orman sınırının üzerindeki subalpin ve alpin çayırlar oluşturmaktadır. Ormanın üst sınırında başlayan bu çayır alanlar özellikle Bolu Ala dağları, Ilgaz dağları ve Doğu Karadeniz dağlarında yaygındır. Nitekim belli başlı subalpin-alpin otsu türler şunlardır: Geranium Cinerum, Festuca alpina, Geranium slyvaticum, Astragalus viciifolius, Ranunculus caucasicus.
İşte bu otsu örneklerin oluşturduğu vejetasyon 2000 metrenin üzerinde karla kaplı kar örtüsünün çekilmesinin ardından yeşillenmekte olup, ancak Haziran ve Temmuz aylarında rengârenk çiçeklerin bir anda sarardığı gözlemlenmiştir.
AKDENİZ FİTOCOĞRAFYA BÖLGESİNE AİT VEJETASYON FORMASYONLARI
Bu söz konusu bitki formasyonu Ege ve Akdeniz bölgelerini içine almakta olup, iklim bakımdan bilindiği üzere kışları ılık ve nemli geçerken yazın ise sıcak ve kurak geçtiği bir iklim kuşağını oluşturmaktadır. Madem öyle bu iklim kuşağını oluşturan bitki formasyonlarının her birine kısaca değinmekte fayda vardır elbet.
-Maki-Garig Formasyonları (Çalı)
Maki formasyonun tahribi sonucu daha kurak, daha fakir, aynı zamanda radyasyonun şiddetli olduğu ortamlarda yetişen ve boyları 50 cm - 1 m arasında değişen bodur çalı topluluklarına Garig veya frigana denilmektedir.
Söz konusu bu formasyon Marmara denizi çevresinde 300 –350 metre, Ege sahilinde 600 metre, Akdeniz kıyıları boyunca 800–1000 metre arası yüksek alanlarda bulunmaktadır.
-Orman Formasyonları
Akdeniz fitocoğrafya bölgesinin sahilden başlayıp alpin zon kısmına kadar çıkan iğne yapraklı ağaçlardan ibaret orman formasyonları;
“-Kızılçam
-Fıstık çam
-Karaçam
-Sedir
-Göknar” olarak kategorize edilirler.
- Kızılçam (Pinus brutia) Ormanları
Kızılçam ormanları Marmara ve Karadeniz sahillerinde 100–200 metreden başlayıp 700 metreyi bulan rakımlı alanlarda, Ege bölgesinde 110–1150 metreye kadar çıkabilen alanlarda ve Toros'ların güneye bakan yamaçlar boyunca sahilden 110–1200 metre yüksekliği bulan alanlarda yetişen formlardır.
-Fıstık Çam (Pinus pinea) ormanları
Aydın, Muğla, Maraş yakınlarında, Marmara denizi çevresinde, Gemlik körfezi kıyılarında bulunmaktadır. Ayrıca bu ormanlar Kozak yaylasında 700–900 metre yüksekliği bulan alanda da yaygın haldedir.
-Meşe (Quercus coccifera) ormanları
Q. coccifera ve Q. İlex gibi meşe ormanları Ege-Marmara kıyı şeridinde ve Toroslarda yer almaktadır.
Q. aegilops (palamut meşesi) güneyde 700 metreden başlayıp 900–1000 metreye kadar çıkabilen alanlarda bulunmaktadır. Mesela Afyon batısında 1300–1400 metre yüksekliğe sahip Ahır dağı ile Murat dağın 1300 metre yüksekliği bulan yamacında bu ormanları her an görmek mümkündür.
-Akdeniz bölgesi yarı nemli dağ ormanları
Özellikle Eğridir havalesinde endemik meşe türü olan Q. Vulcanica, Q. Libani, Q. Nigra, Q. Cerris, Abies cilicia, J. Oxycedrus, J. excelsa orman topluluğu oluştururlar. Kasnak ormanlarında meşe ardıç karışımı ormanlar ilk sırayı almakla beraber bunu sırasıyla saf ardıç, sedir ardıç, saf karaçam, meşe, sedir, kızılçam, karaçam ardıç, göknar ardıç ormanları takip etmektedir.
-Karaçam ormanları (Pinus nigrea)
Doğu Karadeniz hariç Türkiye'nin hemen hemen her yerinde yayılış gösteren ormanlardır. Özellikle Kuzey Anadolu şeridinde 400-1400 metre yükseklikte, Toros dağlarının 1200–2100 metre arasında ve ayrıca Anadolu'nun batıdan doğuya doğru uzanan Köroğlu, Bolu, Ilgaz ve Canik dağlarında görülmektedir. Ayrıca Karaçam ormanları ortalama 1000 metre yüksekliği bulan dağlık alanlarda ve kuzeye bakan yamaçlarında yaygındır.
-Sedir (Cedrus libani) ormanları
Akdeniz bölgesinin Toroslar üzerinde ki karaçam ormanlarından sonra dikkat çekeni sedir ormanları gelmektedir. Sedir daha çok denize yakın 1200–1250 metre rakımlı alanlar ile Torosların kireç taşı ve ana kayalar üzerinde ve 1000–2000 metre arasında ki denize bakan güney yamaçları tercih etmektedir. Amanos dağlarında ise sedir 1400–1800 metre arası yüksek alanlarda gelişme gösterdiği belirlenmiştir.
Bundan başka sedir topluluklarına Sultan dağları, Dere sinek- aka sinek köyleri arasında kireç taşları üzerinde ve Erbaa çatalan mevkinde rastlanılmaktadır.
Sedir ormanlarına yer yer A. cilicia, J. Oxycedrus, J. excelsa, Pinus nigra, Pinus brutia, Q. Libani gibi türler de karışmaktadır.
-Göknar (Abies cilicia) ormanları
Antakya’nın kuzeyinde Bucak dolaylarında başlayıp, Andırın’a kadar uzanan ormanlardır. Hatta Orta Toroslarda Abies cilicia (Toros Göknarı) 1300–1500 metre arası yüksek alanlarda orman halinde yer almaktalar. Örnek- Q.Cerris, Ostrya Carpinifolia.
ORTA ANADOLU FİTOCOĞRAFYA BÖLGESİNE AİT VEJETASYON FORMASYONLARI
Bu vejetasyona sahip formasyonların bulunduğu bölgede yıllık ortalama yağış 400 mm’nin altında seyretmekte olup, bu formasyon daha çok yüksekliği 600 metre bulan alanlarda görülmektedir.
Bilindiği üzere Orta Anadolu’nun büyük bir kısmı yarı kurak iklime sahip olup, çevresinde ise yarı nemli iklim şartları hüküm sürmesine paralel yılın 3-4 ayı kurak geçer. Fakat yüksek alanlarda kuraklık 2–3 ay ile sınırlı kalmaktadır.
Tuz gölü çevresinde çorak bitkilerin hüküm sürmesi daha çok toprak durumuyla alakalı bir durum olup, yaylalara çıkıldığında kestane renkli toprak örtüsüne bağlı olarak oluşan step toplulukları, yükseklerde ise bozulmuş yarı olgun kahverengi orman toplulukları yer alır. Anlaşılan o ki toprak oluşumunda genellikle kalsifikasyon (kireçlenme) süreci hâkim olup bu durum alkalen reaksiyon gösteren toprakların daha baskın konumda olduğunu göstermektedir.
Bölgenin orta bölümünde yüksekliğin 1200 metreye kadar olan orta bölümünde step ve daha yüksekte ise karasal ve soğuk ve yarı kurak – yarı nemli şartların oluşturduğu kurakçıl-kuru orman örtüsünün olacağı söylenebilir. Orta Anadolu’da 1000-1200 metreleri arasında alçak dağ stepi ve daha yüksek kesimlerde ise meşe, karaçam toplulukları ve ormanlar görülmektedir. Madem öyle Orta Anadolu bitki topluluklarının her birine kısaca değinmekte fayda vardır elbet.
-Orta Anadolu step formasyonu (Ot formasyonu)
Orta Anadolu'da Tuz gölü çevresinde ve Konya–Ereğli arasında uzanan bataklıkların kenarlarında çorak topraklarda halofil (tuzcul) karakterde zayıf bir örtü mevcuttur.
Tuz gölü çevresinde yer alan çorakçıl bitkilerin oluşturduğu birlikler genellikle Salsola; Frankenia, Atropis, Petrosimonia, Halocnemum diye bilinir.
Konya, Eskişehir, Kayseri, Ankara gibi derin topraklı düz ve az eğimli alanlarda Artemisia fragans, Thymus squarrosus, Astragalus microcephalus, Festuca valesiaca, Koeleria cristata, Stipa lagacea gibi türler birlikler oluştururlar.
Orta Anadolu’yu kapsayan belli başlı çalılara gelince bunlar; Prunus spinosa, Jasminum fruticosus, Crataegus orientalis, Lonicera etrusca, Clematis vitalba, Amygdalus orientalis, Atraphaxis bardier, Rhus coriaria, Capparis sicula diye adlandırılır.
Hayvanların iltifat etmediği otlara ise Eyquem campestre, Peganum harmala, Euphorbia tinctoria, Centaurea squarrosa gibi türler örnek verebiliriz.
-Antropojen/ağaçlı step formasyonu
Orta Anadolu’da vaktiyle park görünümlü ormanların katledilmesi sonucu şimdilerde 1000 metreden yüksek alanlarda step vejetasyonuyla karşı karşıya kalmış durumdayız. Belli ki asırlar boyu süre gelen kıyıma rağmen Orta Anadolu’da yer alan karaçam, meşe, hatta ardıç ormanları adeta hal lisanı ile adeta yıkılmaktayım ayaktayım dercesine direnç gösterip nispeten daha nemli kuzeye bakan lokal alanlara veya yükseklere çekilmiş vaziyette hayatlarını sürdürebiliyorlar.
Orta Anadolu’nun kuzeyinde Beypazarı civarında iki tip step birliği bilinmektedir:
1-Dağ stepi. Örnek-Thymus Sipyleus, Astragalus microcephalus ve A. angustifolius.
2-Ova stepi. Örnek-Artemisia fragrans. Bu step birliğinde daha çok Q. pubescens, Pinus nigra bulunup genellikle Pallasiana (karaçam) toplulukları tarafından sınırlandırılmıştır.
Ayaş dağının büyük bir kısmında kurakçıl step birlikleri görülmektedir. Dolayısıyla Ayaş dağı yöresi orman vejetasyon formasyonu ve step vejetasyonu olmak üzere iki farklı tipe ayrılmıştır.
Ankara’nın doğu yakasında ki Elmadağ ve çevresinde J. Oxycedrus, J. Excelsa, Thymus spyleus, Ast microcephalus, Ephedra majör, Genista aucheri, Jasminium fruticans birlikler mevcuttur.
-Subalpin ot formasyonu
Bu kuşakta Hasan dağı Subalpin kuşak 1830 metreden başlamaktadır. Bu formasyon:
“-Astragalus angustifolius,
-Astragalus microcephalus,
-Acantholimon echinusler” denilen dikenli ve yastık şekilli bitkiler bir arada birlikler oluştururlar.
Hasan dağının 2400 metreden başlayan alpin kuşak dağının zirvesine kadar devam eden kuşakta ise Vicia canescens, Onobrychis montana birlikleri tespit edilmiştir.
- Orman formasyonu
Kuru ormanlar (Karaçam-meşe-ardıç)
Orta Anadolu’nun antropojen step alanlar karaçam ormanlarla karışım yapan meşe ormanlar ve saf karaçam ormanları yer alır.
Bu kuşağın meşe toplulukları step ve orman arasında ki geçiş zonunda bulunup, karaçam ormanlar ise dağların 1200 metreden yüksek kesimlerinde konumlanmıştır. Mesela örnek verecek olursak içerisinde Afyon-Ankara kara yolunun geçtiği alanın ekolojik ve sosyolojik etüt çalışmaları sonucunda şu ağaç ve çalı birlikleri tespit edilmiştir:
1-Cistus laurifolius birliği(Defneyapraklı laden). Örnek-Pinus nigra, J. Oxycedrus
2-Populus tremula birliği. Örnek-Titrek kavak (Populus tremula)
a-Cistus laurifolius(defne yapraklı laden).
b-Colutea cilicia (patlangaç).
c-Q. Cerris.
d-Pinus nigra.
Orta Anadolu ve Karadeniz bölgesi arasındaki geçiş alanı ile Beypazarı civarı dağların güneye bakan yamaçlarında (alt ve üste doğru) kızılçam, sarıçam, karaçam ormanları sıralanmaktadır. Bu ormanlar içerisinde özellikle J. Oxycedrus, Q. Pubescens, Populus tremula, Cistus laurifolius gibi ağaç ve çalılarda yer almaktadır. Hatta 1600-1200 arasında Göknar ormanlar da (A. nordmanniana) bulunmaktadır.
Tüylü meşe Birliği
Quercus pubescens (Tüylü meşe) yarı klimaks bir meşe türü olup, Orta Anadolu da karaçam ormanların tahrip edilmesi sonucunda doğmuştur. Dolayısıyla bu birlik dâhilinde Prunus domestica, Pyrus eleagnifolia, Vicia cracca, Coronilla varia, Hordeum bulbosum türler bulunmaktadır.
Defneyapraklı Laden (Cistus laurifolius birliği)
Şurası muhakkak bu çalı birliği karaçam ağaçlarının tahribi sonucu yerleşmiştir.
Orta Anadolu’nun güneybatı kesiminin Orta Anadolu havzaları ve Torosların kuzeye bakan yamaçları boyunca genellikle meşe, ardıç toplulukları bulunup, üst kısımlara doğru da karaçam ormanlar ile yer yer yüksek kısımlarda göknar ve az miktarda sedir görülmektedir. Mesela sığ topraklar üzerinde Juniperus excelsa (Boylu ardıç), yüksek alanlarda Quercus pubescens (Tüylü meşe), derin topraklı yüzeylerde çoğu kez meşeler, boylu ardıç ile birlikte karışık durumda ağaç türleri bulunmaktadır.
DOĞU ANADOLU FİTOCOĞRAFYA BÖLGESİNİN VEJETASYON FORMASYONLARI
Kısaca değineceğimiz Doğu Anadolu fito-coğrafyasını oluşturan bitki topluluklarına baktığımızda ise şu formasyonların varlığını görürüz:
-Step formasyonu (Ot formasyonu)
Bu formasyon;
a-Alçak dağ stepi,
b-Yüksek dağ stepi diye iki alt başlıkta incelenirler.
-Antropojen Dağ ve yüksek yayla stepleri
Kuzeydoğu Anadolu’da Sarıkamış, Ardahan, Oltu, Şenkaya, Narman dolaylarında Sarıçam ağaçlarının acımasızca tahrip edilmesi sonucunda yüksek dağ-plato stepleri gelişmiş bulunup, bahsi geçen alanda tespit edilen birlikler Astragalus eriocephalus, Thymus fallax, Poa Longifolia diye adlandırılırlar. Mesela Palandökende bunlar içerisinde Astragalus türü (Geven otu) daha baskın haldedir.
-Orman formasyonu
Doğu Anadolu'nun Kuzey doğusunda sarıçam, yüksek ve dağlık alan kısımlarında ise meşe türü ormanlar hâkim durumdadır. Fakat Doğu Anadolu'da meşe ormanları birkaç tür meşeden ibarettir. Zira Elazığ, Malatya, Muş, Bingöl dolaylarında Q. İnfectoria, Q. Macrolepis (aegilops), Q. brantii, Q. libani, Q. Cedrorum bulunur. Avro-sibirya elemanı olan Sarıçam ise Türkiye’de en iyi yetişme ortamı bakımdan Kuzeydoğu Anadolu olduğu muhakkak. Özellikle bu formasyon Sarıkamış, Şenkaya, Göle, Akdağ, Köroğlu, Allahuekber gölü yöresinin kuzeye bakan yamaçlarında ve Tortum gölü yöresinde mesken tutmuştur.
Görüldüğü üzere Türkiye hem iklim bakımdan, hem de bitki örtüsü bakımdan zengin coğrafi konuma sahip bir ülkedir, tabii ki kıymet bilene. Şayet kıymet bilinirse ormanlarımızı göz bebeğimiz gibi korumak esas olmalıdır. Bilindiği üzere ağaçlar çevremize güzellik kattığı gibi üretime de çok büyük katkı sağlamakta. Ki, bunu değirmende öğütülen buğdayın unun hamur teknelerinde yoğurulup fırında ekmek hale gelmesine benzer bir uygulamanın bir başka yönde koskocaman devasa nitelikteki ağaçların bir anda hamur haline getirilip kâğıt mamulü hale getirilmesinden pekâlâ anlayabiliyoruz. Tıpkı bir zamanların Giresun SEKA fabrikasında olduğu gibi elde edilen kaba kâğıtlara tutkal ilavesiyle birlikte döner bandın üzerinde yürüyen tabaka, tabaka bembeyaz sayfalar insanlığın hizmetine sunulmuş olur. Derken ağaçlar Hira mağarasında ilk oku emrini duymuşçasına kıyamete kadar insana hizmet etmek için semaya kollarını açaraktan dua eyleyeceklerdir.
Vesselam.