ŞEYH ODUR Kİ; YOLUN BAŞINDAN SONUNU GÖRE

ŞEYH ODUR Kİ;

"YOLUN BAŞINDAN SONUNU GÖRE"

ALPEREN GÜRBÜZER
Gavs-ı Hızani (K.S.), birgün oturduğu yerde gülümsemiş, millet merak etmiş:

"-Efendim, hayrola. Biz birşey görmedik, hayırdır ne oldu?"

Gavs-i Hizani:

"-Yok, birşey yok." demiş. Sıkıştırmışlar, bunun üzerine, demiş:

"-Çayda bizim mürüde hatunlardan biri yıkanıyordu, saçını tararken, tarağı takıldı, canı yandı, dedi: "Ya Gavs! Biz ne yapalım, biz de düzeltiverdik."

Gavs-ı Bilvanisi S.Abdulhakım El Hüseyni (K.S.)’ de bir gün böyle oturmuş, gülümsemiş. Onu da merak etmişler. Sormuşlar, O da cevap vermiş:

"-Adamın biri, bizim harmana girmiş, çuvalı doldurmuş ve bizim harmandan mal aşıracak, Çuvalı doldurmuş, yüklenecek, sırtına ağır gelmiş. Dedi: Ya Gavs! Hem bizim malımızı çalıyor, hem de bizden yardım istiyor. Biz de ne yapalım, sırtına yükleyip gitti."

Gavs-ı Hizani (K.S.)'nın yanına birgün yörüklerden birisi gelmiş sofi olmuş ve bir sene kadar sofilik yaşamış. Hatta Gavs-ı Hizani (K.S.) de buna bir de tesbih hediye etmiş, doğru dürüst evine uğramamış. Bir sene sonra ailesinin evine gitmiş ailesi demiş:

"-İşte gittin de, gelmedin de, bizim sürüler kırılmaya başladı da, aç kaldık da, şu tarikatı bırak, bütün herşeyi geri ver, mahvoluyoruz vs. " Ve kadın fitnesi, o adamı da mahvetmiş. Gitmiş, durumu Gavs-ı Hizani'ye arzetmiş:

"-Kurban, al tesbihi. Bu tarikatı da üstümden al" demiş,

Gavs-ı Hizani (K.S.) ise şöyle demiş:

"-Evladım, sen yine dilediğin gibi yap. Tarikat sende dursun. Sen bildiğini yap" demiş. Adam ısrar edince Gavs-ı Hizani (K.S.);

"-Haydi aldık" der. Aradan seneler geçmiş bir gün Gavs-ı Hizani namazdayken, önce bir elini sallamış, ondan sonra diğer elini sallamış ve tabii üç harekette namaz bozulur. Millet merak etmiş, demişler:

"-Efendim ne oldu? Biz bir şey görmedik"

Gavs-ı Hizani (K.S.):

"-Yok, boşver." demiş. Sıkıştırmışlar, ennihayet cevap verir:

"-Hani, bir zamanlar buraya bir sofi gelmişti. Bir sene kadar hizmet etmişti bize. Sonra da, tarikatı iade etti ve gitti. İşte O'nun sekerat (ölüm hali) vaktiydi. Şeytan imanını çalmaya gelmişti. Bütün Sadatı Kiramın ruhaniyetleri teşrif ettiler. Bana dedilerki: "-Sen bunun imanını niye kurtarmıyorsun?" Ben de: "O bize tarikatı iade etti, tarikatımızdan değil." Deyince; olsun dediler ve ilaveten:

"O, bizim çorbamızdan içmedi mi, o bizim elimizi tutmadı mı, o bizim amelimizden yapmadı mı? derhal yetiş" dediler. Birincisinde şeytana vurduk kaçtı, ikincisinde bir daha geldi, bir daha vurduk, üçüncüsünde geldi, bir daha vurduk ve çok şükür imanlı gitti.

Gavs-ı Hizani (K.S.), bu yolun nispetini Seyda-yı Tahi (K.S.)'ye devretmişti. Seyda-yı Tahi (K.S.) de bu Tarikat-ı Nakşibendiyye nispetini Şeyh Fethullah Verkanisi (K.S.)'ye devretti.

Seyda-yı Tahi (K.S.) ölüm döşeğindeyken Hazret Muhammed Diyauddin oğlu yanında üzgün. Seyda-yı Tahi (K.S.) demiş:

"-Oğlum niye üzülüyorsun. Biz öyle bir yere gideceğiz ki üzülmeye gerek yok."

"-Baba, hani bir adamın babası zengin olur da bağları, bahçeleri, evleri, malları çok olur da, çocuğuna o mallardan, bağlardan, bahçelerden ve evlerden hiçbir miras düşmezse, o çocuk nasıl üzülmez."

"-Evladım, şimdiye kadar seni diğerlerinin çocuklarından ayırdetmedim. Vallahi, diğerlerinin evlatlarına nasıl muamele ettiysem, sana da öyle muamele ettim. Fakat seni Şeyh Fethullah ayıracak" demiş.

Şeyh Fethullah Verkanisi (K.S.), Hazret Muhammed Diyauddin (K.S.)'ı, kızağa koşarmış. Seyda-yı Tahi (K.S.)'ye ileri gelen müridler itiraz etmişler:

"-Ya bu adam senin mürşidinin oğlu sen nasıl buna böyle davranırsın" demiş.

"-Seyda-yı Tahi, bunu bana havale etti, ben bildiğim gibi yaparım. Yok eğer size havale ettiyse, buyurun siz bildiğiniz gibi yapın." diyor. Amma Hazret Muhammed Diyauddin (K.S.), sonunda büyük bir zat oluyor.

Seyda Hazretleri, Seyda-yı Tahi (K.S.)'nın sohbetini nakleder. Seyda-yı Tahi (K.S.)demiş ki: "Bu devirde beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, üzerine farzsa zekâtını veren ve büyük günahlardan kaçan velidir." Seyda-yı Tahi (K.S.), bu sözü söylediği zaman Sultan Abdülhamid'in zamanıydı, her tarafta İslamiyet hâkimdi ve Seyda (K.S.) öyle der: "Bu devirde bunları yapan sahabe gibidir."

Hazret Muhammed Diyauddin (K.S.), Şah-ı Hazne'yi yetiştirdi. Şah-ı Hazne Nurşin de, Hazretin hizmetindeyken bir ara kuraklık başlamış kıtlık başlamış ve birgün bölgenin ağası, Hazret Muhammed Diyauddini ve sofilerini davet etmiş, Şah-ı Hazne, daveti duymuş, kendi kendine Ah çekerek; " midemiz kırk yılda bir güzel yemek görecek." demiş ve çarıklarını yıkamış, kurutmuş, derken hazırlanmış. Ertesi gün Hazret Muhammed Diyauddin (K.S.), sofilerle davete giderken, dönüp diyor ki;

"-Molla Ahmed (Şah-ı Hazne) burada kalsın, diğerleri benimle gelsin"

Şah-ı Hazne, eskiden çok fakirmiş. Gerçi, daha sonra, Suriye'nin ordusunu bile doyurdu, ama birgün böyle Ramazan ayı gelirken, biraz dünyalık toplamak için, malum, mollalara zekat falan verirlermiş, mollalar camilere gitmeye koyulduklarında, Şahı Hazne, Hazret Muhammed Diyauddin'den izin istemiş. Hazret (K.S.), kızmış ve demiş ki:

"-Allah için çalış, sana Allah herşeyi verir."

Şah-ı Hazne (K.S.) de Gavs-ı Bilvanisi Abdülhakim el Hüseyni gibi, büyük bir zat yetiştirdi. Ve Gavs (K.S.), halifeliği aldığı zaman, ileri gelen sofiler ve müridler, Şah-ı Hazne'ye sordular;

"-Kurban, Molla Abdulhakim'ın makamı nasıldır?"

Dedi;

"-Ben benim makamıma kadar olan yeri biliyorum. Ondan sonrasını ben de bilmiyorum."

Gavs (K.S.), daha Şah-ı Hazne'nin yanında bir günlük sofi iken, halifelerinden Molla İbrahim'i çağırmış ve demiş ki;

"-Nasıl buluyorsun bu Molla Abdulhakim'i? Uğraşmaya değer mi?"

Molla İbrahim cevaben;

"-Bu adamda iş yok, gelsin gitsin, bunla uğraşmaya değmez, bakmaya değmez" Seyda (K.S.), bu hadiseyi sofilere anlatırken diyor ki, Şah-ı Hazne'nin suratı simsiyah oldu. Öyle ki Şah-ı Hazne:

"-Çocuklarıma dua et, onların hocasısın yoksa, şu anda, tarikattan tard olmuştun." Ve diğer halifesini çağırmış demiş;

"-Ne dersin uğraşmaya değer mi?"

Diğer halifesi cevap vermiş;

"-Aman efendim, elimizden geleni yapmamız lazım, Bizim bunla her şeyimizle uğraşmamız lazım, bizim ümidimiz, bu bizim istikbalimiz, herşeyimizi buna devretmemiz lazım."

Ve Seyda Hazretleri diyor ki; Şah-ı Hazne bu sözlerin üzerine, yüzü aydınlanıverdi.

Şeyh odur ki; "Yolun başından sonunu göre."

Gavs (K.S.) öyle dedi: "Mürşid-i Kamil odur ki, müridinin başından geçmiş ve gelecek olan herşeyi ve hatta yedi sülalesini bilmelidir."

İmam-ı Rabbani (K.S.) de öyle der:

"-Bize kıyamete kadar, bu tarikate dolaylı ve dolaysız girecek olan herkes bildirildi ve hatta yedi sülalesi de. Hepsini yazabiliriz, hatta söyleyebiliriz de. Ama ne yazmaya kağıt yeter ne de söylemeye vakit."

Gavs (K.S.) der ki: "Biz ulaşmak istediğimiz yerlere ulaşamadık, ama hamd olsun ulaşanı yetiştirdik."

Ve ilave eder:

"Biz dünyayı iğne deliğinden seyrediyoruz."

Şah-ı Nakşibendî (K.S.) de öyle der:

"Dünya bizim yüzük taşımızın içindedir."

Seyda (K.S.) öyle dedi: "Millet, Gavs Hazretleri'ni göremedi. O'nu başında sarık, sırtında cübbe bir molla gördüler. Hakikatını gören yok." ve Seyda Hazretleri, şu güzel sözleri beyan eder. "İnsan, ahiretini de düşünmeli, onun için de çalışmalı, insan, dünyada isteyerek çalışmaz, çalışmıyor da. Dünyada elaleme avuç açmamak için nice zor işler yapıyorlar. Mesela, buradan ta Adana'ya yazın, pamuk toplamaya gidiyorlar. O yazın sıcağında çalışıyorlar, iki üç ay sonra, bir sene rahat etmek için, ailesini geçindirmek için. Çoluğun, çocuğunun rızkını temin etmek için, onları sağa sola el açtırmamak için. Bir insan ahiretini de düşünmeli. Ahirette muhtaç kalmamak için. Oranın rızkını da düşünmeli, Zor anda da olsan çalışmalı. İsteyerek herkes amel eder. İş nefis istemediği halde amel etmektir. Nefis istemediği halde yapılan amelin feyzi ve karşılığı daha çok olur. Ki; gerçekten o iş Allah için yapılmıştır."

Şeyh O’dur ki yolun başından sonunu göre
SELİM GÜRBÜZER
Allah’a çok şükürler olsun rahmetli Abdulvehhab Ağabeyimin bana hediye ettiği İbrahim İnan’ın sohbet kasedini derleyip sonuna gelebildik. Her ne kadar makale haline getirmek öyle kolay olmasa da bu akıcı sohbet için değdi de. Madem öyle bu kayda değer sohbetimize kaldığımız yerden devam edebiliriz:

Malum tasavvufta fizik ötesi haller akılla kitapla izah edilemez. Nitekim söz konusu Ehlullah olunca akıl karaya vurur da. Bize ancak Ebu Bekir Sıddık (r.anh)’ın karşısına gelip dikilen müşrikler “Senin Peygamberin Miraca yükseldiğini söylemekte. O da bunun üzerine Allah Resulü dediyse doğrudur” cevabında olduğu gibi saddak demek düşer. Zira Gavs-ı Hizânî (k.s) bir gün oturduğu yerde tebessüm edip gülümsemiş. Tabii oradakiler merak etmiş:

"-Efendim, hayrola. Biz birşey görmedik, ne oldu ki?"

Gavs-i Hizânî:

"-Yok, birşey " demiş. Fakat tekrar sıkıştırmışlar, bunun üzerine demiş ki:

"-Çayda bizim sofilerden biri saçını tararken tarağı takıldı, canı yanınca: Ya Gavs! dedi. Eh biz de ne yapalım, düzeltiverdik."

Keza Gavs-ı Bilvanisî ismiyle meşhur Seyyid Abdulhakim El Hüseyni (k.s)’de tıpkı Gavs-ı Hizânî (k.s) gibi durduk yere gülümsediğinde o’nun sofileri de merak edip neyin nesi diye sormuşlar. Gavs’da şöyle cevap vermiş:

"-Adamın biri, bizim harmana girip çuvalı doldurmuş, güya harmandan mal aşıracakmış, hatta çuvalı yüklenecek olmuş ama sırtına ağır gelmiş. İşte o hal vaziyette bile ‘Medet Ya Gavs!’ der. İşte görüyorsunuz adam hem bizim malımızı çalıyor, hem de bizden yardım istiyor. Ne yapalım, biz de sırtına yükleyiverdik."

İşte bu kıssadan anlaşıldığı üzere Saadatların merhametleri çok büyük, tartışılmaz. Nasıl merhamet sahibi olmasınlar ki, bakın Gavs-ı Hizânî (k.s)’ın yanına bir gün Yörüklerden bir adam gelip sofi olmuş, hatta Gavs-ı Hizânî (k.s) ona bir de tesbih hediye etmiş. Derken o Yörük adam tasavvufun öyle tadını almış ki doğru dürüst evine uğramamış bile. Tabii aradan bir süre geçip bir sene sonra evine gittiğinde ailesi;

"-İşte gittin de, gelmedin de, bizim sürüler kırılmaya başladı da, aç kaldıkta, şu oldu da, bu oldu da, artık şu tarikatı bırak, bütün her şeyi geri ver, mahvolduk… " gibi bir sürü ileri geri laflar etmiş. Eeeh kadın fitnesi bu ya, o adamı mahvetmiş. Artık adamcağıza gına gelip gidip durum vaziyeti Gavs-ı Hizânî 'ye arzetmiş:

"-Kurban, al bu tespihi. Hatta bu tarikatı benden al" demiş.

Gavs-ı Hizânî (k.s) ise şöyle demiş:

"-Evladım bak, bu tespih ve bu tarikat sende dursun, yine bildiğini yaparsın."

Adam amma ve lakin talebinde ısrar edince Gavs-ı Hizani (k.s);

"-Haydi, aldık" der.

Aradan seneler geçmiş, yine bir gün Gavs-ı Hizani namazdayken, önce bir elini kaldırmış, sonra diğer elini, malum üç harekette namaz bozulur. Tabii sofiler merak etmiş:

"-Kurban biz bir şey göremedik, ne oldu ki, "

Gavs-ı Hizânî (k.s):

"- Boş verin, bir şey yok" demiş. Fakat sofiler sıkıştırmışlar, derken cevaben şöyle der:

"-Hani, bir zamanlar buraya bir sofi gelip bir sene kadar hizmet etmişti ya. Sonra da, tarikatı iade edip gitmişti ya, işte onun sekerat-ı mevt (ölüm hali) vaktiydi. Şeytan imanını çalmak için gelmişti. O arada bütün Sadat-ı Kiramın ruhaniyetleri de oraya teşrif etmişti. Bana dediler ki:

"-Sen bunun haline seyircimi kalacaksın, imanını kurtarmak için vesile olmayacak mısın?"

Biz de dedik ki:

" Tarikatı iade etti, o artık tarikatımızdan değil."

“-Olsun” dediler ve ardından yine bana:

"O bizim çorbamızdan içmedi mi, o bizim elimizi tutmadı mı, o bizim amelimizden yapmadı mı? Derhal yetiş" dediler. Birincisinde şeytana vurduk kaçtı, ikincisinde bir daha geldi bir daha vurduk, üçüncüsünde geldi bir daha vurduk, Allah’a şükürler olsun şeytan imanını çalamadı. Gavs-ı Sani (k.s)’de öyle der ya: “Tuttuğumuz eli bırakmayız, bırakacağımız eli bırakmayız.” İşte her şey bu veciz sözde gizlidir.

Gavs-ı Hizânî (k.s), bu yolun nisbetini Seyda-i Tâhi (k.s)’e devreder. Seyda-i Tâhi (k.s) ise bu Tarikat-ı Nakşibendiyye nisbetini Şeyh Fethullah Verkanisi (k.s)'e devredecektir.

İlginçtir Seyda-i Tâhi (k.s) ölüm döşeğindeyken oğlu Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s) yanında üzgün bir vaziyette oturmaktaymış. Tabii Seyda-i Tâhi (k.s)’ın bu hali gözünden kaçmaz. Ve demişki:

"-Oğlum niye üzülüyorsun. Biz öyle bir yere gidiyoruz ki üzülmeye değmez."

"-Baba, öyle diyorsun ama hani bir adamın babası zengin olur bağları, bahçeleri, evleri, malları çok olur da, çocuğuna o bağlardan, bahçelerden ve evlerden hiçbir miras düşmezse, o çocuk nasıl üzülmez ki."

Seyda-i Tâhi (k.s);

"-Bak evladım, şunu iyi bil ki şimdiye kadar seni diğerlerinin çocuklarından ayırt etmedim, diğerlerinin evlatlarına nasıl muamele ettiysem, sana da öyle muamele ettim. Fakat seni Şeyh Fethullah Verkanisi ayıracak" demiş. Gerçektende Şeyh Fethullah Verkânisi (k.s), Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s)’ı kızağa koşarmış. Seyda-i Tahi (k.s)’in ileri gelen müritleri bu durumu gördüklerinde itiraz edip şöyle demişler:

"-Bu adam senin mürşidinin oğlu, sen nasıl böyle kızağa koşarsın?"

Şeyh Fethullah Verkânisi (k.s) cevaben:

"-Seyda-i Tâhi, bunu bana havale etti, bildiğim gibi emanete sahip çıkarım. Yok, eğer size havale ettiyse, buyurun siz bildiğiniz gibi yapın" der. Gerçektende bu söz yerini bulup Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s) ilerde büyük bir zat olur da.

Seyda Hazretleri ise Seyda-i Tâhi (k.s)’ın dilinden bir sohbeti şöyle nakleder: "Bu devirde beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, üzerine farzsa zekâtını veren, büyük günahlardan kaçınan her kimse velidir." Düşünebiliyor musunuz Seyda-i Tâhi (k.s), bu sohbeti yaptığı zaman Ulu Hakan Abdülhamid Han dönemiydi, her tarafta İslam hâkimdi. İşte Seyda (k.s) bu müjde varı sözlerden hareketle son noktayı şöyle koyar: "Bu devirde bunları yapan sahabe gibidir."

Özetle bu yol Seyda-i Tahi (k.s)’den Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s)’a devr olunur. Hazret (k.s)’da emaneti yüklendiğinde Şah-ı Hazne'yi yetiştirecektir.

Bakınız Şah-ı Hazne (k.s), Nurşin’de Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s)’in hizmetindeyken bir ara kuraklık ve kıtlık başlamış. Derken bir gün bölgenin ağası, Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s) ile birlikte sofilerini davet etmişti. Tabii Şah-ı Hazne daveti duyduğunda içinden şöyle bir düşünce geçmiş;

"-Nihayet midemiz kırk yılda bir bayram edecek." Hatta bu duygu seli içerisinde hemen hareket geçip çarıklarını yıkamış, kurutmuş ve hazırlığa koyulmuş da. Tabii, ertesi gün Hazret Muhammed Diyâeddin (k.s) davete icabet etmeye koyulurken arkasına dönüp der ki;

"-Molla Ahmed (Şah-ı Hazne) burada kalsın, diğerleri benimle gelsin"

Hakeza yine aylardan Ramazan ayıymış, malum bu ayda mollalara zekât verilmesi usuldendir. Derken mollalar biraz dünyalık toplamak için cami cami dolaşmaya koyulurlar da Tabii Şahı Hazne’de heveslenip Hazret Muhammed Diyâeddin'den izin istemiş. Buna karşılık Hazret (k.s) demiş ki:

"- Ey Şah-ı Hazne! Allah için çalış, Allah sana her şeyi verir."

Gerçektende Şah-ı Hazne (k.s), eskiden çok fakirmiş, öyle bir vakti zaman gelir ki Suriye’nin ordusunu bile doyurur hale gelir. Kaldı ki onun asıl geride bırakacağı en büyük servet Gavs-ı Bilvanisî olacaktır.

Nitekim Seyda (k.s), Şah-ı Hazne (k.s) hakkında sohbet ederken şöyle der:

Şah-ı Hazne deyip geçmeyin, O Gavs-ı Bilvanisî Abdûlhakim el Hüseyni gibi büyük bir zat yetiştirmiş bir zattır. Ve Gavs-ı Bilvanisî Abdulhakim el Hüseyni (k.s) halifeliği aldığı zaman, dergâhın ileri gelen sofileri Şah-ı Hazne'ye sordular;

"-Kurban! Molla Abdûlhakim'in makamı nasıldır?"

Cevaben der ki;

"-Biz kendi makamımıza kadar olan yeri biliyoruz, ama sonrasını biz de bilmiyoruz."

Hatta Gavs-ı Bilvanisî (k.s) daha bir günlük sofi iken, Şah-ı Hazne (k.s) halifelerinden Molla İbrahim'i çağırmış ve demiş ki;

"- Molla Abdûlhakim'i nasıl bulursun, uğraşmaya değer mi?"

Molla İbrahim cevaben;

"-Bunda iş yok, gelsin gitsin, uğraşmaya değmez" demiş.

Tabii Şah-ı Hazne'nin suratı anında değişiverip şöyle der:

"-Çocuklarıma dua et, onların hocasısın, yoksa şu anda tarikattan tard olmuştun." Ve diğer halifesini çağırmış demiş ki;

"-Ne dersin uğraşmaya değer mi?"

Halife cevap vermiş;

"-Aman Efendim, onun için elimizden geleni yapmamız lazım, bizim onunla uğraşmamız icap eder, o bizim ümidimiz, o bizim istikbalimiz, hatta ona her şeyimizi devretmemiz lazım."

Ve Şah-ı Hazne (k.s) bu sözlerin üzerine yüzü aydınlanıverir.

Gerçektende “Şeyh odur ki; Yolun başından sonunu göre."

Gavs- Bilvanisî (k.s)’de şöyle der: "Mürşid-i Kamil odur ki, müridinin başından geçen her şeyi ve hatta yedi sülalesini bilmeli." Hiç kuşkusuz bu söz Allah bildirirse manasına bilmedir. Zaten bunun aksi düşünülemez de.

İmam-ı Rabbani (k.s)’de şöyle der:

"-Bize kıyamete kadar, bu tarikata dolaylı ya da dolaysız girecek olan herkes ve hatta yedi sülalesi bildirildi. Hepsini söyleyebiliriz de. Ama ne yazmaya kâğıt yeter, ne de söylemeye vakit."

Gavs-ı Bilvanisî (k.s) der ki: "Biz ulaşmak istediğimiz yerlere ulaşamadık, ama hamd olsun ulaşanı ulaştırdık."

Ve bu müthiş sözlerine ilaveten der ki:

"Biz dünyayı iğne deliğinden seyrediyoruz." Hiç kuşkusuz hakikat sırrın gereği bu sözde Allah seyrettirirse seyreder manasına bir sözdür. Bize sadece Allah sırlarını takdis etsin demek düşer.

Şah-ı Nakşibendî (k.s)’de öyle der:

"Dünya bizim yüzük taşımızın içindedir."

Seyda (k.s) ise şöyle der: "Millet, Gavs Hazretleri'ni göremedi. O'nu başında sarık, sırtında cübbe bir molla gördüler. Hakikatını gören olmadı."

Ve Seyda Hz.leri babası Gavs-ı Bilvanisi Abdulhakim el Hüseyni (k.s)’inden nöbeti devr aldığında sohbetini şöyle bağlar:

"İnsan, ebedi hayatı da düşünmeli, onun için çok çalışmalı. İnsan, dünyada isteyerek çalışmaz, çalışmıyor da. Dünyada elaleme avuç açmamak için nice zor işler yapar da. Mesela, buradan insanlar tâ Adana'ya yazın pamuk toplamaya gidiyorlar. O bunaltıcı yazın sıcağında bir sene rahat etmek ve ailesini geçindirmek için iki üç ay çalışıyorlar. Çocuklarının rızkını temin etmek için, onları sağa sola el açtırmamak için elinden gelen her şeyi yapıyorlar. O halde bir insan, ahrette muhtaç kalmamak için mahşer gününü de düşünmeli. Ahretin rızkını da düşünmeli. Zor anda da olsan çalışmalı. İsteyerek herkes amel eder. Önemli olan nefis istemediği halde amel etmektir. Nefis istemediği halde yapılan amelin feyzi ve bereketi daha çoktur. Ki; gerçekten o iş Allah için yapılmıştır."

Derken bu kutlu köklü yol Seyda Hz.lerinden kardeşi Gavsı Sani (k.s) devr alır. Gavs-ı Sani (k.s) ise şöyle der: “Nefsinizi Ümmeti Muhammed’in menfaati için feda ediniz. Bir kişinin hidayetine vesile olmanız yedi ceddinize yeter. Niyet, Allah rızası için olursa ameller makbul olur, değilse olmaz. Bir insan bütün dünyanın hidayetine vesile olsa kendi hidayete ermemişse bir faydası yoktur. Ahrete çalışırsanız dünya yularından tutulan bir hayvan gibi ardınız sıra gelir de.”

Vesselam.
http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/2842/seyh-odur-ki-yolun-basindan-sonunu-gore.html